Bir Yaşlı Grafikerden ANILAR

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@Serkan Baysal

Serkan bey;
Sizin ve benim yazdıklarımızın ışığında konu başlıklarını tespit ediniz, uygun yerde konuları açınız.

Ben sorularımla veya mizahi yaklaşımımla konuların deşilmesine yardımcı olurum.

Bir deniz yıldızını daha suya kavuşturursak kardır.

Bence G.ORG sitesi dev bir anket yapmalı, grafikerlere can alıcı sorular sormalıdır. Gelen cevaplar tasnif edilmeli, önem sırasına göre cevaplanmalı ve çözüm yolları araştırılmalıdır.

Mesela grafiker veya reklam ajansı niçin emir eri olmaktadır? İşsizlik mi buna neden olmaktadır? Güzel Sanatlar Fakültelerinin konuya ilgisizliğinin veya mac operatörü üretim fabrikaları olan özel grafik kurslarının bunda hiç mi payı yoktur?

Mesela sizin pek isabetle belirttiğiniz, işten anlayan kaliteli müşteri temsilcileri olsa, müşteriyi aydınlatsa, işten anlayan grafiker müşteriyi yönlendirebilse bu sorun bir parça çözülmez mi? Yani herşeyi işsizlikle açıklamak doğru mudur?

Mesela; taa 1970lerden beri mi ekonomik kriz vardır ve bu nedenle mi ajans 70, biz müşterinin emir eri değiliz demek zorunda kalmıştır? Sanmıyorum. Bu bir anlayış ve prensip meselesidir.

Leonardo Da Vinci'yi emir eri olarak gören PAPA ona kendi istediği resimleri çizdirmek istiyordu... O zaman da mı KRİZ vardı? Mikelanj papadan para geliyor diye, papanın her dediğini baş üstüne deyip yapıyor muydu?

Bu konu, KRİZ mi yoksa KERİZ mi konusuna doğru gidecek gibi...

Mecbur kalarak zorunlu olarak bir örnek vermek istiyorum, affınıza sığınıyorum. Ekonomik kriz ve açlık ne kadar büyük boyutlarda olursa olsun, bedenini ve ruhunu satmayan insanlar her zaman var ise, bu da herşeyin ekonomik krizle açıklanamayacağını göstermez mi?. Çöplükten yiyecek toplayan ama pasta yemek için namusunu satmayan insanlar yok mudur?

Yani para ÇOK ŞEYDİR ama HERŞEY DEĞİLDİR..

ŞİMDİ NE YAPMALIYIZ?

LÜTFEN BU KONUDA dediğiniz gibi ayrı yerde KONU AÇALIM. Kafası çalışanlarımız, site ve forum yöneticilerimiz GÜZEL ve ANLAMLI, isabetli SORULARLA soruşturmayı başlatabilirler mi?

Saygılar sunarım. (Bu arada Emine Hanım niye susuyor?)
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Serkan beyin şu sözleri tekrar tekrar okunmalıdır;


Piyasayı bu hale getirenler, ne yazıkki ajansları ve grafikerleride boyunlarını büker hale getirmişlerdir. En başta insanların kendi mesleklerine olan saygılarını yitirmelerine sebep olmuşlardır. İşte bu saygıyı yitirmeye başladığımız andan itibaren piyasa ajans ve grafiker bozması bir sürü vasıfsız kişinin tacizine uğramaya başlamıştır. Artık tecrübe, bilgi ve birikim değil, para konuşur olmuştur.

2 - İşte bu para var ya adama herşeyi yaptırır hale gelmiştir. Yanınıza müşteride oturtur, para uğruna yalanlardan söylenir, işçinin grafikerin hakkına tecavüzde edilir.



Bu kadar rekabetin olduğu, bizlerin emeklerini gözetmeyen bir kurumun olmadığı, gözünü para bürümüş ve meslekle alakası olmayan insanların gün geçtikçe türediği bir ortamda bizler her zaman emir eri oluruz, her zaman eziliriz.

Serkan beyin bu söylediklerini şikayet olarak alıp, çözümün ne olduğu tartışılmalıdır, bunu öneriyorum.

Buna en az 100 kişi yorum yazmalıdır.100 tane aklıbaşında grafiker yok mu burada?

Yoksa grafik eri, emir eri olmaktan kurtulamaz.


Saygılarımla.
 

esrar

Üye
Kayıt
1 Eylül 2008
Mesaj
7
Tepki
0
aktörü insan olan her durumun, değişik ortamlarda değişik kişiler arasında değişik sonuçlar doğuracağına inanıyorum. kimisi aç kaldığı halde ölmeyi göze alarak prensiplerini bozmaz, kimisi keyfi için her aklına geleni yapar, kimisi gerçekten gerektiğinde prensiplerinden taviz verir... vs.. bu değişkendir. ve prensiplerinden hiçbir zaman taviz vermeyen kişinin her zaman için en onurlu davranışı sergilediğini düşünmek de bence doğru değildir. bazen onur ve karakter gelişimi, geri adım atabilme olgunluğunda gizlidir. sözün özü, genellemelerle hareket etmek doğru değil.

bir de içinde yaşadığımız reel dünya var ki, herkese farklı farklı imkanlar sunan bir dünya. çevrenin ve doğru zamanda doğru yerde olmanın ne kadar önemli olduğunu söylememe gerek yok. buna da bizler iş ahlakı diyoruz. kimisi iş ahlakını belirli prensipler dahilinde oluşturur, kimisi için iş ahlakı yoktur, kar marjı vardır. bu da değişen bir durumdur. elemanının sigortasını tam ücret üzerinden yatırabilmek için müşterisini kaybetmemeye çalışan patron, bir de bu sebeple müşterisine emir eri gibi davranıyorsa, onurlu bir adamdır. bayram arafesinde işçilerinin işlerine son vermemek için, ya da iflas ettiğini açıklamadan önce işçilerine 3-4 ay daha zaman vermek için müşterisinin her isteğine katlanıyorsa patron, eli öpülesi adamdır. hareketin kendisi,ardındaki niyeti bilmediğimiz müddetçe bizlere hatlı yorum yaptırabilir. lütfen buna dikakt edelim.

bazı insanlar için para kazanmak çok önemlidir. sahip olduğu hayat standardını devam ettiremediğinde öleceğini düşünür bu kişiler. ve amaca giden her yol mübahtır diyerek, para kazanmak için her türlü yolu meşru görürler. olabilir. bu onların seçimidir. sanat yaptığını idda eden her sanatçı, bir ailevi sorumluluk altına girdiği anda, ya da gereklilikler kendi şahsının ötesine taştığı anda, sanatını paraya çevirmenin yolunu arar. aramalıdır da. armamasını onurlu bir davranış olarak düşünenler, insan olarak onurlu bir şekikde yaşamanın, sanatçı olarak onurlu bir şekilde yaşamaktan daha önemli olduğunu unutmasınlar lütfen. sanatını hangi şartlar altında paraya çevireceğini sanatçı bilir. sanatçı kabul eder. bu süreç elbette elzam olan zaman miktarı kadardır. yani 20 senedir operatörlük yapan birisi diyemez ki" şartlar bizi gelişimden uzak tuttu.. vs.". tamamen yalandır bu söz. ama şu bir gerçek. ani bir gereklilik durumunda, bir art director, 64 sayfa derginin mizanpajını yapmayı kabul edebilir bir operatör gibi. bu gerçektir ve yaşanabilir bir gerekllik durumudur. 3-5 ay yaşanabilir bu. fakat 10 sene yaşanmaz.

kişiler, uzun vadede, layık oldukları yerlerde çalışırlar diye düşünüyorum. sarfedilmiş bir emek, birgün mutlaka yerini bulacaktır. kişi, bireysel çaba ve gayretini azaltmadığı ve gedeften sapmadığı müddetçe, arzu ettiği şartlarda ve ortamda çalışacaktır. çünki herkes için çalışılabilecek ortamı sunan işyerleri mevcut. bu rıza ve sıra ile ilgili bir durum.

bireysel gelişme tamamlanmadan, sektörel gelişmeyi hedeflemek tamamen bir hayal. bireysel gelimenin tasdiki ise üniversiteler demek değildir. onurlu bir duruş, gelenekten ve gelecekten haberdar olan bir bakışacısı, doğru yerde söz söyleme ve susma olgunluğu, problem çıkarıcı değil, problem çözücü yaklaşımda bulunma büyüklüğü gibi özellikler ile bireysel gelişme sağlanabilir. ancak o zmaan sektörel ilerleme kaydedilebilir ki, birilerinin şu anda "hadi şu sektöre el atalım, birlik olalım" demesi, mevcut bireysel gelişim çerçevesinden bakıldığında tamamen bir facia oalcak gibidir.

selametle...
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
doğru yerde söz söyleme ve susma olgunluğu, problem çıkarıcı değil, problem çözücü yaklaşımda bulunma büyüklüğü gibi özellikler ile bireysel gelişme sağlanabilir. ancak o zmaan sektörel ilerleme kaydedilebilir ki, birilerinin şu anda "hadi şu sektöre el atalım, birlik olalım" demesi, mevcut bireysel gelişim çerçevesinden bakıldığında tamamen bir facia oalcak gibidir.

selametle...[/quote]
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Allah hepimiz için hayırlısını versin, selamet niyetleri iyi olanın üzerine olsun.

Esrar rumuzlu adını bilmediğim kardeşim;
Yeni üye olmuşsunuz, ayağınızın tozuyla hemen konumuza dahil olup fikir beyan etmişsiniz ne güzel. Herkes için hayırlı olsun.Fikirleriniz bizi facialardan korusun.

Yazdıklarınızın yüzde 90ına katılmamak mümkün değil. Elbette işçisinin nafakasını vermek için müşteri karşısında eğilen patronun niyeti eğer buysa çok kutsaldır.

Ve elbette yapıp ettiklerimizle yargılanmak bir yana niyetlerimizle de yargılanacağız.

Hatta bu, yazdığımız yazılar için de geçerli...

Buyurduğunuz gibi;
Evini geçindirmek için mac operatörlüğü yapmak zorunda kalan art direktör bu işi yaptığında müşterisinin emir eri oluyor diye kınanmamalı...

Yine buyurduğunuz gibi bu mac operatörlüğünü kaç sene devam ettirebilir bu art direktör? Bu tavizi yıllar boyu verebilir mi?

İşte konunun asıl can damarı budur, sanıyorum.

Ama konuyu alıp herkes layık olduğu sistemle yönetilir, bu art direktör de gelişimini sürdürebilseydi yıllar boyu mac operatörlüğü yapmazdı şeklinde düşünürsek zulme iştirak etmiş oluruz.

O zaman bu art direktörü o zulum karşısında bu hale getiren koşulları ve sistemi hiç sorgulamayalım.

Ama yazınızın en sonunda diyorsunuz ki;
BİRİLERİ ŞU ANDA "problem çözücü değil, problem çıkarıcı" amaçla ve "hadi şu sektöre el atalım" yaklaşımıyla işe başlarsa FACİA olur.

Bu "birileri" kimdir? Niçin "şu anda" olursa facia olur? Sonra mı olmalıdır?
Mevcut bireysel gelişim kimin bireysel gelişimidir? Mac operatörü ve grafikerlerlerin şu anki bireysel gelişimlerini BİRLİK olmaya yeterli olarak görmüyor musunuz? Yoksa "birilerinin" bireysel gelişimini mi yeterli görmüyorsunuz?

Kimlerin "problem çıkarıcı" olduğunu da çok merak ediyorum. Hak ve haklılık mücadelesini, faciaya götüren problem çıklarıcılar kimlerdir, bilmek istiyorum.

Sistemdeki kusurların giderilmesine işaret etmek "problem çıkarmak" mıdır, yoksa birilerinin tekerine çomak sokup onları rahatsız etmek midir?

Rumuzunuz gibi esrarlı ifadeleri bırakıp, daha açık ve net ifadeler kullanırsanız daha iyi anlaşılacağınızı düşünüyorum.

Birlik olmaktan korkanlar, bundan zarar görecek olanlar ancak böyle facia tellallığı yapabilirler.

Haksızlığa karşı gelmek facia olsaydı, dünyadaki bir çok peygamber zulme karşı gelmezdi. Bir çok siyaset ve bilim adamı doğru bildiği şeyler uğruna canını vermezdi...

"Doğru yerde söz söyleme" veya "doğru yerde susma olgunluğu" elbette olgun ve mütekamil (gelişmiş) kişilerin işidir.

Doğru yerde yanlış söz söyleyenler olsa olsa ya kafası karışık olanlardır, ya da art niyetli olanlardır.

Doğru yerde doğru söz söyleyenler; ezilmiş, hor kullanılmış, mesleklerinin ilke ve sınırlarını kaybetmiş grafik tasarımcılar için birlik olun önerisini bir facia gibi değerlendirmezler.

O zaman doktorlar, mühendisler, minibüsçüler gibi mesleklerin meslek birlikleri için de facia mı diyeceğiz? Onları kuranları da problem çıkarıcı diye mi niteliyeceğiz?

Evet yaptıklarımız kadar, yaptıklarımızı ne niyetle yaptığımız da önemli.
Ne kadarını hayır için, ne kadarını kendi EGOmuz için yaptığımız önemli. Kime ve neye hizmet ettiğimiz önemli.

Saygılarımı sunarım.Allah selamet versin.

Faruk Çağla.
 

esrar

Üye
Kayıt
1 Eylül 2008
Mesaj
7
Tepki
0
ben yazımdaki son paragrafı herhangi bir kişiye, gruba ya da olaya istinaden yazmadım, bunu samimiyetimle söylüyorum. toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve kültür deformasyonu içinde olduğumuzu ifade etmeyi amaçladım. internetin ve dijital medyanın hayatmıza girmesiyle, bireysel kalitemiz aşağıya düştü maalesef. sorunlar ve problemler karşısında mücadele edebilecek, bu mücadeleyi göze alabilecek ve dahası böyle bir mücadele için gerekli bilgi ve birikimi bünyesinde barındırabilecek kişiler yetişmedi son 15 yılda ve korkarım ki artık yetişemeyecek. bu sadece grafik tasarım sektörüyle ilgili değil, hemen hemen bütün sektörlerle ilgili bir durumdur. fakat eğer bir araya gelmek bir ranta gebe ise, emin olunuz orada insanları birarada görebilirsiniz. bakınız siyaset ve siyasetçilere, rant temeli ile hareket ediyorlar ve gerçekten ciddi yoğun bir hayata talip oluyorlar. devlet, memleket için mi? sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek iyi niyetli siyasetçileri bir kenara ayırıp, cumhur başkanlığının en büyük ünvanlı kadrolu elemanından,belediyelerdeki en küçük ünvanlı kadrolu memuruna kadar, herkesin karşılaştığı probleme kişisel fayda-zarar noktasından baktığını ifade etmeye çalışıyorum.

xxxxxxxxxxxxxx
Haksızlığa karşı gelmek facia olsaydı, dünyadaki bir çok peygamber zulme karşı gelmezdi. Bir çok siyaset ve bilim adamı doğru bildiği şeyler uğruna canını vermezdi...
xxxxxxxxxxxxxx

demişsiniz. doğrudur. peygamberler, siyasetçiler ve bilim adamlarını hedefleri doğrultusunda birbirlerinden ayırmakta fayda görüyorum. hepsinin harekete başlangıç noktası bir diğerinden farklı. sonuçta toplumla bir restleşme içine giriyorlar belki, fakat ben hiçbirsi ile kendi konumumu örtüştüremiyorum. bu sebeple onların zulme itiraz edişindeki muhtemel kutsal/onurlu tavır ile bizim mesleki sorunlarımıza itiraz edişimizdeki muhtemel yaygara ve kişisel tavırlar birbiri ile mukayese edilemez. onlar toplumun her kesimi, her bireyi için bir mücadele verirken, bizler olsa olsa kendi mesleki problemlerimizin telafisi için çaba sarfedeceğiz. sanırım tüm grafikerler toplanıp hakkarideki taşlık ve dağlık alanlarda mevcut tarlaların sulama sorunları üzerine bir çalışma başlatmayacağız. ya da güvercin sevenler derneği mensuplarının göç eden güvercin türlerini daha iyi gözlemlemek için talep ettikleri gözetleme kulesine destekvermek için pankart açıp gezmeyecekler. sırf kendi mutlulukları ve huzurları için, ve toplumun kanayan yaralarından sadece bir tanesi ve o da kendisini rahatsız ettiği için itiraz edecekler. burada ciddi bir fark var. fakat tabi ki itiraz edilmesin demek istemiyorum. fakat neyin ne için yapıldığını da gözden kaçırmamak lazım... hareketlerimizdeki sebep sonuç ilişkilerinin üzerinde düşünmeyi bıraktığımız günden beri, karanlıklardayız....

AB'ye giriş sürecinde memleket olarak hangi yırtık yerimizi yamalayacağımızı şaşırdık. ne yana bakılsa bir düzensizlik, bir gruplaşma, bir "zulum". ergenekon diye bir örgütlenmenin yıllarca cirit attığı bir devletin vergisini veren birer vatandaşıyız sadece. bu düzen içinde iyi niyetlerle de olsa, atılan her adım, muhakkak bir yere takılacaktır, takılmıştır, tarih bunu yazmaktadır... sıradan bir okulun mezunlar derneginin kurulmasında bile akla gelmedik sorunlar yaşayan bireyler; siyasi, dini ve etnik kimliklerinden dolayı fikirlerini tartışmaya bir türlü başlayamayan bireyler; kendi fikrini savunurken saldırı niyetiyle konuşan bireyler; başkasının savunmasını kendisine sıkılan kurşun gibi algılayan bireyler... oldukça -ki bu her daim olacak- menfaatsiz toplanmalar hep hüsran ile sonuçlanacaktır.

yetişen nesil içi boş ve birikimsiz olarak yetişiyor. yetişmiş olan son kuşak ise hayatın sillesini yedikleri, devrim, kıtlık, kargaşa, iç çatışma ve can pazarı gördükleri için daha kişisel ve anı kurtarmaya yönelik düşünceler ile hareket ediyor. bu zaten türkiyenin ve gelişen dünya ülkelerinin en büyük problemlerinden birisi. yaşanan zulme itiraz etmeyelim demiyorum. edelim elbette. ama insan önce kendi kapısının önünü halledecek, kendi evinin önünü süpürecek... bu manda daha bireysel eksiklerimizi ve kusurlarımızı gidermeden, toplumsal bir yarayı temizlemeye çalışırsak, sanırım o yarayı da kangren haline sokarız...

ve lütfen sözlerimi "meslek birliği" kavramından uzak tutalım, bu oluşumla ilgili olarak bir şey demeyi düşünmüyorum. ben sadece insanların bir araya gelmeleri ile ilgili "birlik" kavramını kullanıyorum... doktorlar, mühendisler, münübüsçüler meslek birlikleri meselesine girildiği anda ben susmayı tercih edeceğim...

selametle...
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Sayın Esrarlı Mim kardeşim,

Yine mektubunuzdaki bir çok ifadeye katılıyorum fakat yorum, sonuç ve analizlerinizin bazılarına katılmıyorum.

Sizin de geçmişte GMB yönetimindeki mektuplarınızda çok sık kullandığınız bir cümle vardı;

“Söylediğiniz her cümleye verilecek karşılıklarım vardır ama meseleyi uzatmamak için karşılık vermiyorum” derdiniz.

Ben bu tavırdan yana değilim, söylediğiniz her olumlu söze itiraz edecek kadar mantıksız biri değilim. Ama mantığıma uymayan bazı ifadelerinize üşenmeden cevap vereceğim. Mantığıma uyanlarını desteklediğimi ifade edeceğim.

Diyorsunuz ki;
toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve kültür deformasyonu içinde olduğumuzu ifade etmeyi amaçladım.

Evet, ben de aynı kanaatteyim. Toplumda genel bir cahillik ve kültürsüzlük hakimdir. Bu cehalet ortamı içinde; kültürlüler bir avuç azınlık kalmakta; kültürsüzlük ve cehalet adeta kutsanmakta, kültür ve bilgi cezalandırılmaktadır.

Bunun için şöyle bir manzume yazmıştım;

Bilenler nedense olamıyor mutlu,
Cahiller hem cesur hem umutlu.
Boş başaklar dik, dolu başaklar eğik…
Sanat, kültür dedik,
Ne hallere geldik.
Büyük başın derdi de büyük oluyor,
Bilgi; Türkiye’de adama yük oluyor!

Faruk Çağla 2006

Diyeceğim o ki; hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ifadesini unutmuş toplumlarda CEHALET yönetim kademelerinden tüm topluma yayılıyor, mikrop gibi bulaşıyor…

Veya tam tersi olarak işliyor, önce geniş yığınlar YILLARCA SİSTEMATİK OLARAK cahilleştiriliyor ve geniş halk yığınları cahilleştirildikten sonra içlerinden uygun olan birkaç cahil DARBEYLE ve ZORLA bir yerlere getiriliyor. Daha sonraki aşama ise, yıllar geçiyor, cahiller içlerinden en cahilini demokratik seçimler yoluyla gerçekten adaletli bir biçimde seçerek başa getiriliyor.

Cahillerden biri çıkıp da ya biz bu cahili niye seçtik diyemiyor.

Çünkü; CEHALET; İNSANIN GÖZÜNÜ KÖR etmekte, MANTIĞINI İŞLEMEZ hale getirmekte ve ADALET DUYGUSUNU ZALİMLE işbirliği eder hale getirmektedir.

En’am suresi; 50 no.lu ayet der ki;
sor onlara; “körle gören bir olur mu? Hala düşünmüyor musunuz?”

Aynen; hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? gibi.

İşte kör ile görmeyen bir edilmiştir, bilenle bilmeyen bir edilmiştir. Ayakların baş, başların ayak edilmesi hadisesi budur.

Bu bağlamda; grafik tasarım mesleğinde bilgisayar operatörleri ise grafik tasarımcı ile bir edilmiştir.

İşte bunu görmeyen göz, KÖR, duymayan kulak SAĞIR, adalet duygusu ise ZULÜM ile bir edilmiştir.

Adı grafiker sitesi olan bütün sitelerin üyelerinin yüzde 9O’ı bilgisayar operatörüdür. Ama bunlar kendilerine grafiker der. Öyle büyük bir yanılgı yayılmıştır ki; tasarım bilmeyene grafiker, tasarım bilene tasarımcı grafiker denir diye saçma sapan bir anlayış yerleşmiştir.

A’raf suresi (7/39 sure No.198-199) “Onları hidayete çağırsanız duymazlar, Onların sana baktıklarını sanırsın. Oysa ki onlar GÖRMEZLER. Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir.” Demektedir.

Şimdi ben Faruk Çağla olarak grafikerlerin bunları anladığını sanıyordum…Onlara iyi ve güzeli anlatmaya çalıştım… Ama cehaletten yüz çevirmenin zamanı geldiğine inanıyorum.

Bazen tebliğ etme, teklif etme, açıklama veya ikna etme yollarının çok demokratik ve mantıklı olduğuna inanırız ve yılmadan, usanmadan, bıkmadan doğru bildiklerimizi ısrarla anlatırız. Ama ıslah ve iflah olmak istemeyenler bizleri takmaz, “ne diyo lan bu ” der, “kendini ne sanıyon lan” der.

Sizi elinde silahla soymaya gelen, elinde bıçakla gırtlağınızı kesmeye gelen birini tatlı dille ve mantığınızla ikna etmeyi hiç düşünür müsünüz?

Haklı olmanız yetmiyor, gücünüz varsa mücadele edeceksiniz, gücünüz yoksa yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır deyip, sıvışmanın yolunu arayacaksınız.

Bunlar yoksa ya ruhunuzu, ya cüzdanınızı ya da ikisini birden teslim edeceksiniz.

Cehaletinin farkında olmayanlar mantıktan, bilimden, ilimden irfandan, medeniyetten, kültürden ne anlar? Kendini doğru yola davet edenleri bile katletmez mi? Hz. İsa’yı çarmıha germediler mi? Hallac-ı Mansur’u, Pir Sultan Abdal’ı, Galile’yi ne yaptılar?

Pir Sultan Abdal’ı taşlayanlar içindeki dostu ona bir gül atmış. İlle de dostun attığı gül yareler beni… dememiş miydi? İşte dost bildikleri tarafından vurulmak çok ama çok kötü…

Bana zarar verenlere karşı tarafsız olmak adına zulme ortak olmalar karşısında bir sıradan beşer olarak sabrım kalmadı. Ben bana dostluk sözleri verdikten sonra, benim düşmanlarımdan korkanlara birlik olamam.

Ben korkuya veya güce tapanlara değil, hakka ve adalete tapanlarla birlik olmayı tercih ederim.

Bakınız HUD suresi(11-52/ 29) ne diyor;
“hem ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allahtandır (…) Ama sizin cehalete batmış bir toplum olduğunuzu görüyorum”

Evet, sayın Esrar dostum, cehalete batmış toplumlar kendileri için bedelsiz hizmet edenleri de ürkütürler, kaçırırlar veya takdir etmezler.Ben Grafikerlerin birlik olması için gece gündüz yazılar yazdım. Olmayacak kişilerin, olmayacak sorularını ciddiye alarak cevaplar yazdım.
Sonunda nur topu gibi kişisel sürtüşmeler doğdu diyenler, çalının etrafını dolaş diyenler oldu. Ama o çalının dikenleri onlara da battı.

Yani zulme karşı birlik olmayanları o zulüm eninde sonunda mazlum eder. Zalimin zulmünden Hakka sığınmaktan başka, zalimle hak yolu için mücadele etmekten başka yol yoktur.

Tarafsız kalamazsınız. Atatürk ne demiş? Bi taraf olan bertaraf olur. (Tarafsız olan yok olur)…

Esrar bey, ilim irfan, bilim ve sanat elbet marifettir. Marifet ise iltifata tabidir, iltifat görmeyen marifet zayiidir gibi bir sözümüz vardır.

İltifat görmeyen marifet elbet iltifat göreceği yere göçer. Peygamberlerin hicreti de böyledir. Bilim adamların beyin göçü yaparak ülke değiştirmeleri de böyledir. Grafiker ve art direktörlerin daha iyi koşullardaki iş yerlerine geçişleri de bir manada böyledir.

Cenap Şahabettin’in bir sözü vardır; hak etmeyene hak ettiğinden fazla değer verirsen, kendi değerinden kaybedersin.

Herkesin bildiği bir atasözü vardır; Müslüman pazarında salyangoz satılmaz.
Bir Arap atasözü de aynı şeyi söyler; şalgam pazarında mücevher satılmaz.

Grafikerler ne olduğunu bilip, ona göre davranmazlarsa ezilirler, sömürülürler.
Sen seni bil sen seni, yoksa tokatlarlar enseni.

Sen ilim dersin hoca,
Var git gerekse bin hacca..
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır?

Grafiker, grafikerin ne olduğunu bilmezse, yanlış grafikerlik gelir oturur. Bir daha da kalkmaz. Tıpkı sahte peygamberlik gibi.

Diyorsunuz ki; . internetin ve dijital medyanın hayatımıza girmesiyle, bireysel kalitemiz aşağıya düştü maalesef. sorunlar ve problemler karşısında mücadele edebilecek, bu mücadeleyi göze alabilecek ve dahası böyle bir mücadele için gerekli bilgi ve birikimi bünyesinde barındırabilecek kişiler yetişmedi son 15 yılda ve korkarım ki artık yetişemeyecek.

Esrar bey; yarısına katılıyorum, yarısına katılmıyorum. İnternetin hayatımıza girmesiyle birey kalitemiz düşmedi. İnternet özgürlüktür, her türlü kısıtlamaya, bilginin gizlenmesine karşı çözümdür. Bilgiye ve öğrenmeye erişmekte hız ve çeşitlilik gelmiştir. İnternet peyda olduktan sonra okula gitmeye bile gerek kalmamıştır bana göre. Açık öğretim dersleri bile televizyondan yapılacağına internetten yapılmalıdır.

Ama buyurduğunuz gibi, insan kalitemizin düştüğü, internet nedeniyle değil, internetten çoook önce planlanan sinsi ve hain uyutma projelerinin bir ürünüdür. Kısaca dokunup geçeyim; 1960, 1971 ve 1980 askeri darbe veya muhtıraları hep bu konularla ilintilidir.

Buyurduğunuz “mücadeleyi göze alabilecek ve dahası böyle bir mücadele için gerekli bilgi ve birikimi” olan kişilerin yetişmesiinternet ile ENGELLENMEMİŞTİR. İnternetin Türkiye’ye girişinden çok önce tezgahlanmış mankurt etme yöntemleriyle bu iş başarılmıştır. (mankurt etme bahsi Cengiz Aytmatov’un çok üzerinde durduğu bir nevi beyin boşaltma ve yerine yeni beyin yerleştirme metodur ki, batı kültürü bunma Brain Washing-Beyin Yıkama der).

Siz hadiseyi ve sonucu görmüşsünüz, tespitiniz yerindedir ama sebebi konusunda yanılmaktasınız bana göre.

Zaten bu sebepledir ki; kültürsüz müşteri, kültürsüz reklamcı veya matbaacı, kültürsüz grafiker üçlüsü doğmakta ve ortaya grafik tasarım olmayan ACAYİP şeyler çıkmaktadır.

İşte bu cehalete karşı çıkmayanlar 2 aylık kurlarda grafiker yetiştirildiğine inananlardır, ve bu cahiller ittifakından RANT sağlayanlardır.

Bu cehalete karşı çıkanları ise RANT peşinde olmakla suçlarlar ki kendi RANTlarını koruyabilsinler.

Şimdi konunun akışı beni sizinle RANT konusunda buluşturdu.

Diyorsunuz ki;
“. fakat eğer bir araya gelmek bir ranta gebe ise, emin olunuz orada insanları bir arada görebilirsiniz. bakınız siyaset ve siyasetçilere, rant temeli ile hareket ediyorlar ve gerçekten ciddi yoğun bir hayata talip oluyorlar. devlet, memleket için mi?”

Yüzde doksan beş katılıyorum Esrar bey… Yüzde yüz değil, bakınız neden?

Önce RANT nedir? Rant; adı belli olmayan, isimlendirilmemiş gelir demektir. Yani vergisi ödenmemiş veya sınıflandırılmayan gelir anlamına da kullanılmaktadır. Bir çeşit kira bedeli gibi ama masraflar çıktıktan sonra elde edilen kâr gibi değil. Sanki emek çekmeden kolayca elde edilen gelir gibi bir şey…

Şimdi insanların ÇIKAR ve MENFAAT için bir araya gelmeleri suç mudur? Yani işçilerin çıkarlarını, menfaatlerini korumak için birleşmeleri, işverenlerin ticaret adamlarının ticaret odaları kurmaları, meslek odaları kurmaları KÖTÜ bir şey midir?

Burada rant var mıdır? RANT daha çok suç olmayan fakat adaletli de olmayan HAKSIZ KAZANÇ anlamında kullanılmaktadır.

Hani 30 tane dairesi olup da, hiç çalışmadan kira paraları ile geçinip, gelirinin bir kısmını da faize verenlere rantiye derler ya, işte Esrar bey, siz; insanlar HAKSIZ KAZANÇ PEŞİNDE KOŞARAK BİR ARAYA GELİYORLAR demek istiyorsunuz. Kolay yoldan gelir varsa hemen birleşiyorlar, ama HAYIRLI BİR İŞ İÇİN BİR ARAYA GELMEK istemiyorlar, bu kadar YOZLAŞTILAR diyorsunuz değil mi?

Evet doğru, ama bunu İNTERNET yaptı derseniz, bu YANLIŞ işte.
Bunu yukarıda arz ettiğim gibi; toplumun koyunlaşmasından, aptallaşmasından, bana neci olmasından fayda görenler beyin yıkayıcılar, mankurt ediciler yaptı. Hani dış ve içteki şer güçler dediğimiz var ya, onlar yaptı.

Atatürk’ün gençliğe hitabesindeki dahili ve harici bedhahlar dediği kimseler yaptı. İnternet iyidir, esrar bey. Bazılarını sanal alemde klavye delikanlısı da yapsa internet iyidir.

Toplumun bana ne’ci olduğuna veya yozlaştığına katılıyorum. Mesela yolda bir adam diğerini herkesin gözü önünde bıçaklasa ve kaçıp gitse… Polis gelip oradaki kalabalığa sorsa “katili gördünüz mü?”… Kalabalık hep bir ağızdan “valla görmedik şimdi geldik” diyorsa, bu durum o toplumdaki ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ GÖSTERİR.

Almanyada otomobilinden yola izmarit atan adamı arkadan gelen sürücü hemen polise ihbar eder, bizde adam sokağı mendil gibi kullanır, neredeyse tuvalet gibi kullanacaktır kimse b işi demez.

Yoksa tarafsız olmak bu demek değildir. Bu korkaklıktır, menfaat gelmeyecek şeylere Allah rızası için yardım etmeme bencilliğidir, zulme ortak olmaktır.

Yarın katili görmek istemeyen, sokağa tükürenleri görmek istemeyen bu kişileri de birisi öldürse katili cezasız kalacak demektir.

Bu kişiler artık devleti de memleketi de, milleti de, ahlakı da, görgüyü de, günahı da, sevabı da, insanlığı da düşünmez hale gelmiş veya getirilmişlerdir.

İşte bunu internet yapmamıştır. İnsanlar üzerinde uygulanan yıldırma, sindirme, korkutma, bilgisizleştirme, CAHİLLEŞTİRME, özünden ve değerlerinden kopartma faaliyetleri sonucunda sürüdeki bir mandanın aslan tarafından öldürülmesine kayıtsız kalan diğer mandalar gibi olaya öylece bakmakta dayanışma ve birlik duygularını hiç düşünmemektedir.

Tren geçmekte, öküz öylece bakmaktadır.Su akar, bizimki bakar.

Hadi bazı uyanıklar tıpkı çakallar veya sırtlanlar gibi haksız kazanç veya rant peşinde koştukları için birleşebilmektedir. Ama bazıları en doğal yaşama hakları için bile MENFAAT ve ÇIKARLARININ nerede OLDUĞUNU bilemeyecek hale getirilmiş, adeta sığırlaştırılmış, koyunlaştırılmış ve sürü haline getirilmişlerdir.

Bunların gören gözleri KÖR edilmiştir. Duyan kulakları SAĞIR edilmiştir. Onlara laf işlemez.

İşte Bakara suresi(2/92-18); “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler”
Bakara suresi, (2/92-171; “O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şey işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemez onlar”

İşte bu akıllarını işletemeyenler kendilerinin haklarını savunanları bile kolayca feda ederler, satarlar veya arkadan vururlar.

En’am suresi (6/55-104) “ Gerçek şu ki Rabbinizden size gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararına… Ben sizin üzerinize bekçi değilim.”

Sayın Esrar bey; dinde zorlama yoktur… Adam olmamakta ısrar edenlere ne haliniz varsa görün denmiştir. Ama sorumlusu sizsiniz demiştir.

Bu nedenle bizlerin görevi bir aydın olarak, tecrübeli kişi olarak; doğru bildiklerimizi açıklamak, yanlışları düzeltmeye çalışmaktır. Ama bu çabalarımıza destek verileceğine köstek olunursa ve tarafsızlık adına bize zarar verilecek tutumlar içine girilirse ne haliniz varsa görün deme hakkımız doğacaktır.

Çünkü dediğiniz gibi insanlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya onu sokan yılan, beni sokmazsa yalan mantığı ile katillere, zalimlere, saldırganlara, haksızlara kayıtsız kalırsa onların bizim ışığımıza ihtiyaçları yok demektir. Onların gönül gözleri bile kördür.

Esrar bey, diyorsunuz ki;
“herkesin karşılaştığı probleme kişisel fayda-zarar noktasından baktığını ifade etmeye çalışıyorum”

Evet; onlar her olaya benim ne çıkarım var? Çıkarım yoksa bulaşmayayım mantığı ile yaklaşmaktadır. Ben buna aynen katılıyorum, ama tekrar ediyorum, bunu internet yapmadı, internetten çok önce uygulamaya konulan aptallaştırma politikaları yaptı.

Sonuç konusunda hem fikirim. Sebep konusunda aynı görüşü paylaşmıyorum. Kaldı ki bu ; interneti zararlı göstermeye yönelik bir tespittir ve DOĞRU DEĞİLDİR.

İnternet bir vasıtadır. Tıpkı otomobil gibi. Siz bir otomobile binip bir yerden bir yere de gidersiniz, gıcık olduğunuz bir kişiyi kasıtlı olarak da ezebilirsiniz. Siz ezdiniz diye otomobil bir suç aleti olamaz. Dünyadaki milyonlarca kişi otomobili düşmanlarını sıkıştırıp ezmek için değil, bir yerden bir yere gitmek için kullanılır.

Esrar bey; yine yarısına katılıp diğer yarısına katılmadığım bir ifadeniz var;
“bu sebeple onların zulme itiraz edişindeki muhtemel kutsal/onurlu tavır ile bizim mesleki sorunlarımıza itiraz edişimizdeki muhtemel yaygara ve kişisel tavırlar birbiri ile mukayese edilemez.”

Ben grafikerlerin meslek sorunlarını ifade ederken YAYGARA filan koparmıyorum. Yaygara koparıp onu bunu tehdit edip, dişini geçirebildiğini KORKUTANLAR var, bunları bilirsiniz, ben onlardan değilim. Bu tiplerden korkup tarafsız kalmak adı altında onlara hizmet edenler de var.

Ama elbette peygamberlerin verdiği kutsal mücadele ile meslek hakları için bizim verdiğimiz beşeri veya ekonomik mücadele aynı uhrevi ve aynı kutsallık değerinde değildir.

Kimse de peygamberlik iddiasında değildir. Aramızda böyle bir manyak da yoktur. Ama insanlığa hizmet edecek ilim adamları doğrudan cennete gider sözünü de ben söylemedim. Halka hizmet eden hakka hizmet eder sözünü de ben uydurmadım.

(Bu arada fazla uzatmadan ve yanlış anlaşılmadan hemen belirteyim ki; Bu site siyaset meydanı ve inanç meydanı değil, grafik meydanıdır. Sizin ahlaksal çürümeyi konu alan yazılarınız üzerine belki biraz da Ramazan ayının etkisiyle dinden referans verme zorunluluğum doğmuştur, okuyuculardan ve yöneticilerden özür dilerim. Ama konu; eninde sonunda grafikerlerin birleşmesi ve zulme karşı durması noktasında yoğunlaşacağı için grafikerlerin de hak yolunda haklılıklarını savunma hakları vardır diyorum. )

Yani kısaca, insana ve insanlığın hayırına iş yapan herkesin yaptığı hayır oranında bir mübarek işe katkısı olduğunu da inkar edemezsiniz. Hayır için toplumsal ve ekonomik çarpıklıkları düzeltmek için hizmet verenlere de bu adam ya rant için bunu yapıyor veya bu manyağın peygamberlik iddiası var diyemezsiniz.

Zaten siz de rant peşinde koşmadan sadece hayır için Allah rızası için çalışma yapan kalmadı diyorsunuz.

Siz bu sitede rant için mi yazıyorsunuz? Ben ne için günlerimi, saatlerimi veriyorum bu siteye? Yoksa peygamberlik iddiası için mi? Her meslek odası başkanı rant peşlinde mi koşar, yoksa peygamberlik iddiasında mı bulunur?

Biz bu sitede niye yazıyoruz? Grafikerler Meslek Birliğinin kurulmasını engelleyenlerin ekmeğine yağ sürülsün diye mi?

Grafikerler Meslek Birliğini baltalayanlar grafikerler için hayırlı bir iş mi yapmışlardır?

Birkaç deniz yıldızını kumdan kurtarıp denize kavuşturalım diye yazıyoruz.

Deniz yıldızı kumun üzerinde kalıp, güneş tarafından kurutulup ölmeyi tercih ediyorsa yapacak bir şeyimiz yok.

Ama grafikerlerin mesleki haklarının bilincine varmaları için mücadele etmeyi de küçümsemeyi kabul edemem.

Diyorsunuz ki;
“onların (peygamber veya bilim adamlarının veya siyasetçilerin) zulme itiraz edişindeki muhtemel kutsal/onurlu tavır ile bizim mesleki sorunlarımıza itiraz edişimizdeki muhtemel yaygara ve kişisel tavırlar birbiri ile mukayese edilemez. Onlar toplumun her kesimi, her bireyi için bir mücadele verirken, bizler olsa olsa kendi mesleki problemlerimizin telafisi için çaba sarf edeceğiz.”

Esrar bey; siz meslek hakları için mücadele eden meslek liderlerini bu ifadenizle küçümsüyorsunuz. Her meslek hakkı savunucusu o mesleğin daha ilerlemesi için katkıda bulununca, başka bir meslek lideri de kendi mesleğinin haklarını ilerletir… Domino taşı gibi birbirini itekler.Sonuçta çeşitli parçalar ve öbekler halinde ilerlemiş ve koşulları iyileştirilmiş meslek grupları giderek top yekun olarak toplumun genelindeki bir iyileştirme haline gelecek, bu da uygarlığın gelişmesi demektir.

Ama siz boyacılar mesleği iyileştirilirse bundan duvarcılar zarar görür. Dolayısıyla boyacı mesleğindeki ilerleme bir bilim adamının bir hastalığa çare bulması gibi tüm toplumu etkilemez, sadece boyacıların yararına olur derseniz, buna gülerim ancak…

Niye gülerim? Çünkü tabiat olaylarındaki gelişimin başka şeyleri zincirleme etkilediğini bilmiyorsunuz demektir. Eğer boyacılık sektöründeki gelişme daha az kimyasal içerikli boyanın kullanılması yönünde ise, bu da tek tek insanların sağlığını olumlu yönde etkileyecektir ve bilim adamların hastalık için ayıracağı zamanı azaltacak demektir.

Ama siz boyacılar rant peşinde koşuyor derseniz zaten o meslek birliği değil kişisel rant birliğidir. Bu ihtimal ve bu tehlike sahte peygamberde de vardır, kötü politikacıda da vardır, kötü bilim adamında da vardır. Tarikat görüntüsü altında ticaret, devlet memuru görüntüsü altında menfaat şebekeleri her zaman vardır.

Zaten bu amaçla ilk mektubumuzda insanlar niyetleriyle de yargılanırlar demiştik. Bu nedenle her bilgisayar kullananı grafiker, her sakallıyı da hoca sanmamak gerek.

Kısaca “mesleki problemlerimizin telafisi için çaba sarf etmeyi” bir zaaf olarak değil, bir onurlu çaba olarak görüyorum, eğer meslek üyelerinin menfaati yerine kendi kişisel rantımız için çalışmıyorsak.

Esrar bey o kadar derin konulara değinmiş ve doğrularla yanlışları o kadar ustalıkla harman etmişsiniz ki, her bir satırınıza ancak bir sayfa ile cevap verilebilir.

Diyorsunuz ki;
“. sırf kendi mutlulukları ve huzurları için, ve toplumun kanayan yaralarından sadece bir tanesi ve o da kendisini rahatsız ettiği için itiraz edecekler.”

Ne kusur var bunda? Toplumun kanayan yaralarından bir tanesinin kanaması durdurulursa bunda ne fenalık var? Mesela kekeme bir yurttaş, kekemelerle dalga geçildiğine çok sinir olsa ve bu durum da kendisini çok rahatsız etse, tüm kekemeleri bu konuda örgütlemeye kalksa, ve ellerinde kekeleyen pankartlarla ke-ke-me- hak-la-rı-nı- ko-ru-ya-lım sloganlarıyla yürüseler, içlerinden bir tane kekeme çıkıp bu sloganı ben buldum, bunun telif hakkı bana aittir, bu yü-rü-yü-şü dur-dur-un deyip mahkeme açsa siz bu yürüyüşü örgütleyen lidere sırf kendi kişisel rahatsızlığı için bu harekete girişti der misiniz? Yoksa bu oluşumu baltalayanı mı eleştirirsiniz?

Yoksa tarafsız mı kalırsınız? Bu kekeme haklarını koruma girişimi başarılı olsaydı, millet konuşma zorluğu çekenlerin sorunlarıyla daha yakından ilgilenseydi fena mı olurdu, böyle şeyleri niye küçümsüyorsunuz?

Yoksa kekemelerin kendilerinden daha zor düzelecek olan dilsizler için yürümelerini daha ULVİ ve KUTSAL mı buluyorsunuz? Yani kendim için bir şey istiyorsam namerdim, diyecek ve kendisi için değil toplumun diğer sorunları için gösteri yapacak. Kendi sorunu için yaparsa size göre iyi değil… Bu mu mantık?

Kekemelerin sırf kendilerini rahatsız eden şeyleri düzeltmesi yerine kendilerinden vaz geçip kulağına işitme cihazı takan sağırlar için yürüyüşe geçmelerini mi daha ONUR’lu buluyorsunuz? İnsanların veya grupların “sırf kendi mutlulukları ve huzurları için,” eylem yapmalarını değil de başka grupların mutluluğu için eylem yapmalarını daha ulvi ve mübarek mi buluyorsunuz?

Peki bu yaklaşım, herkesten peygamber görevi beklemek değil mi? Peygamberler bile acı çekmeyen topluluklardan gelip acı çekenle yol göstermemişler, bizzat acı çekenler içinden ortaya çıkmışlardır. Sizin mantığınıza göre peygamberler de sırf kendi toplulukları ve cemaatleri için mücadele vermişlerdir… Haşa ! O mücadele tabiatta her olayın diğer olayı etkilemesi prensibine göre önce o kavimde sonra o ülkede, sonra o kıtada ve daha sonra tüm dünyada yayılmıştır.

Almanya’daki bir makine mühendisinin kızının adını vererek ürettiği Mercedes marka otomobil, tüm dünyaya yayılmıştır. Şimdi bu adamın kızının adını verdiği arabaya binmem mi demeliyiz? Arabanın adı TOPLUM olsaydı binerim mi diyeceğiz?

Kendinden vaz geçmek, başkasını düşünmek erdem midir? Ama bu sizin herkes kendi kapısının önünü süpürsün prensibinizle çelişmiyor mu? Hem bunu söylüyorsunuz, hem de sonra herkes komşunun kapısını süpürürse daha iyi olur diyorsunuz.

Görüyorsunuz değil mi, sizi ikna etmek için ne kadar yoruluyorum. Şimdi bu uzun satırları kaç kişi sıkılmadan okuyor acaba?

Diyeceğim o ki, Türkiye’de Grafikerlerin Hakkını Savunma Kurumu olsa, ben grafikerim diyen birisi mesai saatleri dışında 2 saatten fazla çalıştırılmasa, çalışınca da fazla mesai hakkını alsa… Kimse ona bilip bilmeden şunu yap, bunu yap diye emir vermese, onu tasarımcı gibi görse ve saygı duysa…

2 aylık kurs bitiren genç, 5-6 yıllık grafiker abisinin veya ablasının ekmeğine göz dikmese, kimin usta kimin çırak olduğu belli olsa. Bunlar sınavlarla belli olup belgelerle tescil edilse…

Grafikerlerin sanatçı oldukları, yaptıklarının sanat eseri olduğu kabul edilse… Mesleğin onuru, şerefi ve haysiyeti daha yükseklere taşınsa…

Bundan sırf Faruk Çağla mı memnun olur, yoksa tüm grafikerler mi?

Elbette kendini grafiker diye pazarlayıp, cahil patronlara ve cahil müşterilere yutturan yeteneksizler memnun olmaz… Peki bu BOZUK sistemin böyle gitmesinden kim memnun, gerçek grafikerler mi, yoksa grafiker müsveddeleri mi?

Şimdi devam ediyorum, diyorsunuz ki;
“hareketlerimizdeki sebep sonuç ilişkilerinin üzerinde düşünmeyi bıraktığımız günden beri, karanlıklardayız”

Ben ne diyorum? Yaptıklarımızı ne niyetle (ne amaçla, ne sebeple) yaptığımız için de yargılanırız.

Yine ne diyorum, Esrar bey kardeşim sonuç tahliline katılıyorum ama sebep tespitine katılmıyorum diyorum.

Sebep sonuç ilişkisini incelemeden kanaat meydana çıkarsa YANLIŞ OLUR. Senin yanlış sebeplerden doğru sonuç çıkarmana katılmıyorum. Şu satırları okuyan kardeşlerimize yanlış mesaj vermeyelim diyorum.

Bakınız şu sözlerinizle de ümitsizlik yayıyorsunuz;
“. bu düzen içinde iyi niyetlerle de olsa, atılan her adım, muhakkak bir yere takılacaktır,”

Mesela nereye takılıyor, örnek veriyorsunuz;
“siyasi, dini ve etnik kimliklerinden dolayı fikirlerini tartışmaya bir türlü başlayamayan bireyler; kendi fikrini savunurken saldırı niyetiyle konuşan bireyler; başkasının savunmasını kendisine sıkılan kurşun gibi algılayan bireyler... oldukça -ki bu her daim olacak- menfaatsiz toplanmalar hep hüsran ile sonuçlanacaktır.

O kadar çok şeyi sıralıyorsunuz ki, işte bunlara cevap vermek yine bir sayfa alacak.
A) Siyasi-dinsel-etnik kimlik ayrılıkları; bir kere bunu internet yaratmadı.

Türkiye vatandaşı bir türlü birey ve yurttaş olamadı, hemşerim memleket nere deyip durdu. Denek ki sorun CEHALET… Dinsel kimlik de yine aynı.

Ben Müslümanlaşmak yerine Araplaşıyoruz diyorum, kızıyorlar. Arabın entarisini giyip dolaşsam en iyi Müslüman Faruk bey diyecekler, yine CEHALET. Çünkü kimse üstünlüğün TAKVA’da olduğunu ya bilmiyor, ya unutturulmuş.

Etnik farklılık, al işte böl yönet taktiği. Bir türlü tek vücut haline gelemiyoruz. İstanbul’da İstanbul Türkçesi ile konuşan bir tek kişi kalmamış. Hepsi yöresel lehçe ile konuşuyor. EĞİTİM iflas etmiş.

B)Savunmayı kurşun sıkma gibi ele almak; İşte bu da uygar olmama.. Tartışma kültürünün olmaması, sebep EĞİTİMSİZLİK…

C)Bu her zaman olacak diyorsunuz, demek bu EĞİTİMSİZLİK ve HOŞGÖRÜSÜZLÜK devamlı olacak ve düzelmeyecek. İşte burada da UMUTSUZLUK yayıyorsunuz.

D)Menfaatsiz toplanmalar hep hüsran ile sonuçlanacak; Şimdi bu MENFAATSİZ kelimesi nerden çıktı.?

İnsanlar ya GAYRIMEŞRU bir RANT için MENFAAT gözeterek toplanırlar… Mesela Ressamlar Birliği kurulurken ressam haklarını korumak diye yola çıkarlar ama birkaç ressam yöneticinin resimlerini sattırmaktan başka amaçları yoktur. Veya adam belediyenin fen işleri kurulunun başına geçer, tüm kurulu da menfaat şebekesi elemanlarından oluşturur… tüm kaldırım ihalelerini tanıdıklarına verir aradan komisyon alırlar bölüşürler. Bunun adına yolsuzlukta menfaat birliği denir ve epey menfaat sahibi olurlar.

Menfaatsiz birlik, birlik olmaz. Menfaatsiz dayanışma; dayanışma olmaz. Şimdi kanarya sevenler derneğinin bile en güzel kanarya sesini dinlemek gibi bir MENFAATLERİ vardır.

Grafikerlerin menfaatlerini savunmak için de bir birlik kurulur. Kendi menfaatlerini grafikerlerin menfaati önünde tutanlar, bu birliğe ihanet ederler ve dağılmasına neden olurlar.

Bu birliğin dağılmasını seyredenler, (ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAYANLAR) bu birlikten bir fayda, bir yarar, bir menfaat beklemeyenlerdir. Ben bu birlik için tek kelime etmem artık diyenlerdir.

Menfaat iki türlü olur; USULÜNE UYGUN MENFAAT (çıkar-yarar), USÜLSÜZ (haksız) MENFAAT (çıkar-yarar)…

Eğer Grafikerlerin Haklarını Koruyan Kurum, grafikerlere bir FAYDA, bir ÇIKAR, bir MENFAAT sağlamıyorsa… Yöneticilerine sağlıyordur. Ama bu kuruluş amaçlarına aykırı bir menfaat demektir. Usulsüz bir menfaattir. Ama menfaatsiz birlik olmaz, menfaatsiz mücadele olmaz.

Menfaatinin nerede olduğunu hayvanlar bile bilir. Çakal çakalla, kurt kurtla gezer. Birlik olmayanda dirlik de olmaz.

Sürüden ayrılan grafikeri kurt kapar. Ama koyun sürüsü grafiker olursa da kurtları koyun sanır. Koyunların bile çobanı vardır…

Menfaatini bilemeyenlere, kiminle ittifak ve dayanışma içine gireceklerini bilemeyene, yönünü ve amacını idrak edemeyenlere, kimiz safında yer alacağına karar veremeyenlere LUMPEN denir.

Bu kelime Fransızcadır ve menfaatinin nerede olduğunu bilemeyen kitlelere söylenir. Türkçeden Avrupa dillerine geçmiş BAŞIBOZUK kelimesi vardır. Başı bozuk olan gövde nereye gideceğini bilemez. Bir de SERSERİ vardır. Serseri mayın gibi derler. Serseri kurşun derler. Nereden geldiği nereye gittiği belli olmayan… Serseri gibi dolaşma buralarda derler Farsça “ser” baş demektir. Serhoş, başı hoş demektir.

Demek ki ne yapacağı belli olmayan, amacını ve menfaatini bilemeyen kişiler EN TEHLİKELİ kişilerdir.

BU kişiler bu gün sizden yana olur, yarın kandırılıp karşı tarafın safına geçebilirler. Bu yüzer gezer kişi ve topluluklar daima belli çevrelerce korunurlar, cahil bırakılırlar ve her an kullanılmak üzere hazır tutulurlar.

Eğer bir toplantı dağılıyorsa, eğer bir birlik bozuluyorsa, inanın çıkarının ve menfaatinin nerede olduğunu bilemeyenler yüzündendir. Grafikerler Meslek Birliğini dağıtmak isteyenler kadar, başkanlarını yalnız bırakan bedavacılar da sorumludur.

Bir milletin parçalanması da, bir ailenin dağılması da bu yüzdendir…

Amaçsız topluluklar sürü gibidir, oradan oraya koşar durur. Eğer bireyler menfaatlerinin nerede olduğunu bilirlerse, başlarındaki lider yok edilse bile yerine hemen yenisini bulabilirler. Ama menfaatini bilemeyen sürüler, çoban olmayınca dağılırlar…

İşte bu nedenle de hiç bilenle bilmeyen bir olur mu denmiştir.. Bu şablon birçok yere cuk oturmaktadır. BİLMEK çok ÖNEMLİDİR, BİLMEK CAHELATİ YENMEK demektir.
Ancak CAHİL OLMAYANLAR menfaatlerini bilirler.

O halde cahil grafikerle cahil olmayan grafiker arasında menfaatlerini bilme yönünde elbet farklar olacaktır.

Bu nedenle GRAFİKER KÜLTÜRLÜ OLMALIDIR diye TEKRAR EDİP DURUYORUZ.
Kültürsüz grafiker, sadece bilgisayar işçisidir ve grafikerin emri altında çalışacak olan bilgisayar operatörüdür.

Diyorsunuz ki;
“ama insan önce kendi kapısının önünü halledecek, kendi evinin önünü süpürecek... bu manada daha bireysel eksiklerimizi ve kusurlarımızı gidermeden, toplumsal bir yarayı temizlemeye çalışırsak, sanırım o yarayı da kangren haline sokarız...“

Yani öyle örnekler veriyorsunuz ki lise öğrencisin kompozisyon ödevi gibi. Yukarıda açıkladım, hem herkes evinin önünü süpürsün hem de komşununkini…

Ben de size biri yapar, biri bozar, küp suyunu çeker azar azar desem ne anlarsınız?

Ya ben kapımın önünü süpürüyorum, öteki süpürüyor, beriki süpürüyor, çöpler yığılıyor kimse gelip almıyor diyorum. Ya da o kadar çok pislik var ki süpürmekle baş edemiyoruz diyorum.

Sen onları boş ver, kapını süpür, millet ne yaparsa yapsın, değiştirmeye önce kendinden başla demek istiyorsunuz .

Sonra da kendin için çalışırsan olmaz asıl başkası için çalış diyorsunuz. Biz de anlamadık kimin için ne yapalım? Mesela grafiker kişi önce kendi maaşını artırıp, sonra patronun gözüne girip kendi durumunu iyileştirmeden grafiker hakları için mücadele etmesin mi yani?

Önce kendi kusurlarını düzelt sonra toplumunkini düzelt demek bizi uçsuz bucaksız bir idealizme götürür, siz bunun farkında değilsiniz.

Eğer sen bir doktorsan, ve yara temizlemekten anlıyorsan, bu konudaki eğitimin, tecrüben yeterliyse gelip o yarayı temizlersin ve kangren de olmaz. Yok eğer yara temizlemek için 2 tane tıp fakültesi diploması, ordinaryüs profesörlük diploması filan bekliyorsan…. Asıl o yara o zaman kangren olur…

Eğer kastınız kendini önce kendini adam et , sonra başkalarını adam etmek için birlik falan kur diyorsanız, iş başka… Bu durumda bana laf sokmuş olursunuz, b öyle bir kastınız yoktur, umarım…

O zaman ben de aynen sizin ilk başlardaki sözünüzle cevap veririm, “toplumsal olarak ciddi bir yozlaşma ve kültür deformasyonu içindeyiz” derim… ve sizin deyiminizle “insanlar nerede menfaatleri olduğunu bilemiyorlar” derim…

Daha da ileri giderim; insanlar cahil ve lümpen hale getirilmiş, çünkü EĞİTİMSİZLER… Bunlarla birlik mirlik olmaz… Önce tüm insanlar eğitilecek sonra birlik olunacak derim.

Derim de zaten kimse insanları eğitmiyor ki. Cahil kalsın, sürü gibi oradan oraya savrulsun istiyor… Eğitmek isteyen biziz…

İnsanlar eğitilmiş olsa, cehalet kalkmış olsa birliğe ne gerek kalır?
İnsanların hepsi dindar olsaydı, dine ne gerek vardı?

Hz.. Muhammed ben ahlaksızları ahlaklı hale sokmak için geldim demiyor… Ben eksik olan ahlakı tamamlamaya geldim diyor. Yani benden öncekiler tuğlaları koydular, son tuğlayı da ben koyup duvarı bitirmeye için geldim diyor…

Kimse önceki peygamberlerden son tuğlayı koymasını beklemedi. Binlerce yıl içinde ihtiyaçlar doğrultusunda adım adım gelişme oldu.

Bu bakımdan düşüncelerinizi daha berraklaştırmanızı dilerim.

Şimdi sizden son alıntı;
“sözlerimi "meslek birliği" kavramından uzak tutalım, bu oluşumla ilgili olarak bir şey demeyi düşünmüyorum. ben sadece insanların bir araya gelmeleri ile ilgili "birlik" kavramını kullanıyorum... Doktorlar, mühendisler, minibüsçüler meslek birlikleri meselesine girildiği anda ben susmayı tercih edeceğim...”

Neden meslek birliklerine karşı bu kadar tepkilisiniz? Meslek birliği deyince niye susmayı tercih ediyorsunuz? Bunu anlamış değilim.

Grafikerler elbet meslek birliklerini kuracaklardır ve kurmalıdır. Bu kepazelik, bu başı bozukluk böyle devam edemez.

Kendine art direktör diyenlerin yaptığı çalışmaları izleyen 15 yaşındaki oğlum, “baba bak bu kompozisyonda uyumsuzluk var. Adam jeepi çölden almış, mavi deniz kenarına koymuş. Jeepin üstünde çöl kumları ve güneşin kızıl turuncu yansımaları var, oysa deniz kenarının mavi ve yeşil yansımaları olması gerekirdi” diyor. Ayrı yerlerden birleştirme olduğu anlaşılıyor diyor. Resim eğitimi almayınca art direktörlük bu kadar oluyor işte.

Bana yardımcı grafiker bir kız sormuştu, Faruk bey, siz art direktörlük kağıdını nerden aldınız diye. Böyle bir kağıdı kimse vermiyor diyemedim. Geveleyip durdum.

Her isteyen kendini art direktör ilan ederse… Her bilgisayar kullanan kendine grafik tasarımcı derse… 2 aylık kurslardan grafiker yetiştirildiği iddia edilirse… Sonra birlik falan olmaz, birlik lafından ürkenler durumun böyle gitmesinden rahatsız olmayanlardır.

1993-95 yıllarında bir art direktörün maaşı 10-12 milyarken bu gün 2,5 milyara inmişse… BU gün 400 milyona grafikerlik yaptığını iddia eden kişiler varsa…

Freehand, photoshop, corel, adobe kursları verenlerin bir tek tasarım yapmadıkları halde kendilerini grafik tasarımcı olarak ilan etmelerine kimse ses çıkarmıyorsa…

Matbaadaki bilgisayar operatörünün yanına oturan müşteri o çocuğu emir eri gibi kullanıp tasarım yaptırdığını sanıyorsa…

Devlet buna seyirci kalıyorsa…

Buna dur demek isteyenler, engelleniyor, sahipsiz bırakılıyor ve susturuluyorsa…
Siz elbette susacaksınız… Konuşmak için bu mesleğin kahrını çekmek gerek… Konuşmak için inanç gerek, yürek gerek… Zulme ortak olmamak gerek.

Bir gün gelecek zulmün karşısında susanlar ve susmayanlar saflara ayrılacak. Kim kapısının önünü temizlemiş, kim gelmiş o kapıyı pisletmiş belli olacak… Kim süpürgeyi tutan eli kırmış belli olacak. Kim kendi kapısını temizlemeden komşusunun kapısına yönelip temizlik yerine pisletmiş, göreceğiz.Kim kendi kapıyla birlikte 5 kapıyı da süpürmüş onu da göreceğiz.

Yeter ki Allah zaman versin, Grafikerler Birliği elbet kurulacak…!!!

Ve bunu da ben kuracağım, Kendim için değil oğlum gibi gençler için kuracağım. Ama dediğiniz gibi doktorlar için değil, matbaacılar için değil, öz be öz grafikerler için kuracağım.

Allahın selamı üzerinize olsun. Allah, hak ve adalet yolundan ayırmasın. Allah görmeyen gönül gözlerini açsın, mühürlü kalplerin mührünü çözsün.

Grafikerler artık uyanık olsun.

Allah bizleri doğrularla birlikte yalanları (yanlışları) savunmaktan korusun.
(Düşmanı düşman diye görürsünüz, ama dost kılıklı düşmanlar en tehlikelisidir)
(Çölde giden yılandan otların içinde uyuyanı daha tehlikelidir… Yılanla çuvala giren sokulmayı göze alır)

Faruk Çağla
(grafiker idim, esrarınızın büyüsüyle imam da ettiniz, hoca da ettiniz ya beni ramazan gününde Esrar bey)
 

esrar

Üye
Kayıt
1 Eylül 2008
Mesaj
7
Tepki
0
Faruk bey,

cevabınız için teşekkürler. evet, her cümleniz için verecek bir cevabım var, fakat uzamasın diye yine vermeyeceğim. fakat söylemeden geçemeyeceğim bazı durumlar da var.

öncelikle, bir kişinin yazdığı metinden cümleler seçip alarak cevap vermek üslubu bence hataya sebebiyet verebilecek bir tarz. genele ait manadan çıkartıp, cümleleri siz sadece kelime manasına indirdiğinizde, ve öncesi ve sonrası ile ilişkisini kestiğinizde, hataya düşersiniz... size yapacağım itirazların genel sebebi, bu alıntı mantığı yüzünden cümlenin bütünde taşıdığı manayı görememeniz sebebi iledir ki; işte bu açıklamamdan sonra sözü uatarak itiraz etmeyeceğim. fakat lütfen, cümleyi alıntılayarak değil, fikri ortaya koyarak eleştiri yapalım. cümlelerin öncesi ve sonrası çok ama çok önemlidir. bu konuya özellikle ayetlerden alıntı yaparken de hassasiyet gösterelim. tek tek alıntıladığınız ayetlerin öncesi ve sonrasıyla ilgili bilgi vermeyeceğim, fakat bunu gözden kaçırmayınız. bektaşiler gibi, ayetin sadece "namaza yaklaşmayın" kısmını söyler, başındaki "şarhoşken" ile birleştirip "şarhoşken namaza yaklaşmayın" demezseniz, hataya düşersiniz. ayet mealleri ile hareket edilmez. fikir ve mana o meallerin tevsirindedir. işte bu yüzden mümkün mertebe ayetlerden alıntı yapmayalım, yaparsak da yorumlamayalım... yoksa kişileri hataya sürükleyebilirsiniz. ve bu tartışmalar kısır bir münakaşaya döner. (bu cümleyi de alıntılayarak tartışma ile münakaşa arasındaki farkları açıklamaya çalışırsanız, tam da bahsettiğim hayata düşersiniz. elbette ki bence hata olan bir durum, siz doğal karşılıyorsanız, devam edebilirsiniz.)

internetin bizlere maliyeti konusunda fikrimi değiştirmedi yazdıklarınız. çünki ben kültürel dibe vuruşun tek sebebi olduğunu idda etmedim, sadece ciddi bir sebebinin de internet olduğunu vurgulamaya çalıştım. hiçbir kültürel durumun tek bir sebebi yoktur ve olamaz. fakat etkili ve kritik olanları diye bir ayrım olabilir ancak. şimdi, evet, bizlerin beyinlerini yıkamak içn uzun zamana yayılmış sistemeatik bir eylem olarak düşünebiliriz yaşadıklarımızı. fakat toplumsal hafızamızı en çok deşen, kurcalayan; birey olarak bizim içimizi en çok boşaltan internettir. internetin kendisi, duruduğu yerde bir eylem yapmamıştır elbet, aynı duran bir silahın duruduk yerde ateş almayacağı gibi. düzdün kullanılırsa fayda sağlar demeye getiriyorsunuz, elbette doğru bir söz. fakat ya kullanılmazsa? insanlar nükleer santrallere neden itiraz ediyorlar, atom bombasına neden diş biliyorlar, silahsız bir dünya neden istiyorlar... düzgün kullanılmazsa diye... bugün dünya genelinde internetin %80'lik içeriği sadece ve tamamen porno ve kumar/bahis siteleridir. geri kalan %20 lik kısımı da, bannerlar ve linkler ile yine kişiyi o alana çekmeye çalışmaktadır. peki hiç mi "öğrenilebilir" bir şey yok internette, elbette var. bunu inkar edemem. ama 12-13 yaşladındaki bir yavrucuk o siteden 4-5 adım ilerisine giderse linkler ile, muhtemelen kendisini ya bir porno sitesinde ya bir bir ücretsiz mp3 verdiğini idda eden trojan dolu sitelerde(ki bunların bannerleri ve linkleri genelde pornoya çıkar), ya da içeriğini kimin yazdığı belli olmayan, ve yalan yanlış bilgilerle dolu farklı sitelere denk gelecektir. ve evet, bu varsayımım bir sayımdan ibaret olduğu için siz yine itiraz edebilirsiniz. ama müsadenizle, ben kızımı mümkün mertebe internetten uzak tutacağım. ona bilgiyi kitaptan okumayı, unuttuğunu kitap araştırarak hatırlamayı öğretmek istiyorum. ona monitörden bir dünya değil, en kötü ihtimalle pencereden bir dünya tanıtmak istiyorum. sabah uyandığında önce bilgisayarı değil, önce odasının penceresini açsın istiyorum. google'a girip başını yazarak mısranın sonuna ulaşmak, kimin yazığına ulaşmak, yazanın seceresine ulaşmak eğer medeniyetse, benim kızım bir müddet cahil yetişsin; google'dan önce sözlük kullanmayı öğrensin, klavyeden önce kağıda yazmayı öğrensin, klasör olutşruma ve silme eylemlerinden önce, ilgili yazıların kağıtlarını bir araya geitirip istiflemeyi, destelemeyi, düzenli olmayı öğrensin. odasının ve eşyalarının, sağ tuş yapıp "ada göre yerleştir" komutuyla düzenlenemeyeceğini öğrensin. bilgisayar olyunları yerine evde ve bahçede oynanabilecek oyunları öğrensin ve gerekiyorsa oyunlar icad etsin. sindy bebek fotoğraflarını klasörleyip saklayarak arşiv oluşturacağına, ayşe bebeğini dizlerine koyup sallamayı öğrensin, ona kıyafet dikmeyi öğrensin... evet ben, mümkün olduğu müddetçe (ki ortalama 13-15 yaşlarına kadardır) kızını internet ve cep telefonu teknolojilerinden uzak tutmaya niyet etmiş yobaz ve gerici cahil bir babayım. laf aramızda bununla da gruru duyuyorum. hazır bilgi insan gelişimine vurulan en büyük darbedir. ve bu güne kadar bize yapılanların hiçbirisi bu derece bizim beynimizi boşaltmamızı sağlamadıysa, bunun tek sebebi, yapılanların hiçbirisinin bizleri hazırcılığa bu denli alıştırmamış olmasıdır. son hamleleri ile başardılar diyorum yani, önceki hamlelerini inkar etmiyorum.

çelişkili olduğumu söylemişsiniz. alıntılayarak, paragrafın üstünde "var", altında ise "yok" kelimelerini kullandıysam, bu çelişki olmuyordur. fikrî bazda bakarsanız metne, inanın bir çelişki göremeyeceksiniz.

birlik ile ilgili söz söylemeyip susacağımı daha önceden söylediğim için, burada çok detaya in(e)miyorum.

ilginize,fikrinize ve emeğinize teşekkür ederim...
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Değerli kardeşim Esrar;
Kısa kısa madde halinde cevap vereceğim.

Öncelikle medeni üslubun, tartışma edebin için çok ama çok teşekkür ederim.
Şimdi;
1- Alıntı yapmaya karşısın; kelime değil cümle değil, paragraf alıyorum. Cümlenin önü ve arkası ile birlikte alıyorum, hiç bir şeyi kesmiyorum; diyorsun ki; fakat bunu gözden kaçırmayınız. bektaşiler gibi, ayetin sadece "namaza yaklaşmayın" kısmını söyler, başındaki "şarhoşken" ile birleştirip "şarhoşken namaza yaklaşmayın" demezseniz, hataya düşersiniz. ayet mealleri ile hareket edilmez. fikir ve mana o meallerin tevsirindedir. işte bu yüzden mümkün mertebe ayetlerden alıntı yapmayalım, yaparsak da yorumlamayalım... yoksa kişileri hataya sürükleyebilirsiniz. ve bu tartışmalar kısır bir münakaşaya döner.
a)Şİmdi; Ayeti ayet olarak, hadisi hadis olarak alırsak, cümlenin içinden işimize gelen paragrafları alır, işimize gelmeyenleri atarsak AHLAKSIZLIK yaparız. Bir fikri desteklemek için bir ayetten alıntı yapacaksak 5 sayfalık Kur'an sayfasını yazmak zorunda değiliz. Ben asla sarhoşken namaza yaklaşmayınız cümlesini Bektaşi gibi işime gelmeyen yanını kırparak namaza yaklaşmayınız şeklinde vermedim.

Alıntı yaptığımız ayeti ya da hadisi ruhuna uymayan bir konuya kaynak ve dayanak, delil veya karine, sebep ya da örnek diye gösterdiğimiz durumlarda... eğer bir uyuşmazlık olursa bu zaten sırıtır bu bir, biri çıkar bu kötü niyetli alıntıdır der ve ispat eder.

Ama sizinkisi gibi ispatlamadan konuşursa, sadece suyu bulandırmış olur. Bektaşiler böyle yapıyor, Faruk da böyle yapıyor manası çıkar ki, ima yoluyla haksızlık etmek, haksız benzerlik kurmak olur. Buna itiraz ediyorum.Çamıur at izi kalsın, bu demektir işte.

-Sizin tevsir dediğiniz, aslı tefsir olan şey; fasıl ve mufassal köklerinden gelir ve ayrıntılı (kapsamlı) açıklama bilimi demektir... Biz her ayetten örnek vermek için tefsir yapmak durumunda değiliz. Ayete uygun durum budur deriz, itirazınız varsa hayır uygun olanı budur dersiniz.

-Münakaşa kelimesini kullanıyorsunuz da, niçin münazara kelimesini kullanmıyorsunuz? Türkçedeki tartışma kelimesinin arapçadaki karşılığı 2 tanedir. Biri kavgaya varacak kadar ileri gideninidir ki buna münakaşa denir, biri de daha ölçülü ve seviyeli olanıdır ki buna da münazara denir. Ben münazarayı tercih ederim.
2-Diyorsunuz ki;
evet, bizlerin beyinlerini yıkamak içn uzun zamana yayılmış sistemeatik bir eylem olarak düşünebiliriz yaşadıklarımızı. fakat toplumsal hafızamızı en çok deşen, kurcalayan; birey olarak bizim içimizi en çok boşaltan internettir.
Diyorum ki;

-Uzun zamana yayılmış sistematik bir kültürsüzleştirme ve aptal etme sürecini yaşıyoruz. Ama internet özgürlük getirmiştir. İnternet olmasaydı yüksek duvarlar arkasında tutsak ve bilgisiz kalırdık. Bana göre televizyonlar çok daha zararlıdır. Eskiden kitaplar toplatılırdı ve yakılırdı, şimdi de siteler yasaklanıyor ama başka serverlardan ulaşılıyor. Inrnet yasakları kıran, özgürlükleri sağlayan bir açılımdır. Bunu denemek için 1 ay interneti kullanmayın, bana hak verirsiniz.

-Benim oğlum da 15 yaşında dilediği siteye giriyor, dilediği filmi indiriyor. Sapık da olmuyor. Mayasını sağlam tutmuşsanız , eğitiminin temelini iyi vermişseniz kontrollü ve bilinçli kullanıcıysa bi şi olmaz.

-Kızınız internet de kullansın, kağıt kalem de... Benim oğlum internette web sayfası da yapıyor, ortalık da süpürüyor, çamaşır da asıyor. Niçin? Annesiz büyüyor. Sizin kızınıza da annesi öğretirse yapar. Sofrayı toplamak istemeyip annesine yardım etmek istemeyen ama chat yapan kızlar biliyorum, burada suç internette değil, o kızın anne veya babasındadır.

-Sabah pencereyi açmak vs. gibi olaylar elbet önemli. MODERNİTE NATURALİTEYİ öldürüyor bu doğrudur ! Eskiden otobüs beklerdik, şimdi otomobilimiz var, yol yürümüyoruz, spor yapmıyoruz, doğal hayatı özler olduk ama, bu modernitenin kötü kullanımıdır. Urfada Oxford vardı da İbo gidip okumadı mı sözü ne kadar da doğrudur. Her mahallede yüzme havuzu açsaydık 2-3 altın madalya da bizim olurdu, hepsini Amerikalı süpürüp götürmezdi. Yani bunun da sebebi internet değil...

-Sizin mantığınızı GRAFİKERLERE UYARLAYACAĞIM. Bilgisayar çıktıı MERTLİK BOZULDU. ESkiden ne güzeldi, bileği olan, eli çizim yapan iyi grafiker oluyordu. Şİmdi Bilgisayar çıktı herkes kullandı, meslek ayağa düştü... Eeee devam edelim; eskiden analog fotoğraf makinesi zamanında usta reklam fotoğrafçıları vardı. Şimdi dijital makine çıktı, önüne gelen fotoğrafçı oldu... Yani? Ben bilgisayara karşıyım arkadaş, doğallığı öldürdü...Bunu mu diyelim?

-Yoksa tasarım yapamayıp bilgisayar kullananlara grafiker diyenlere, iyi fotoğraf çekemeyip sadece şansa deklanşöre basıp boş atıp dolu tutanlara fotoğrafçı diyen kişilere mi kızalım, piyasayı bu kadar denetimsiz bırakan MESLEK ERBABINA ve USTALARA mı KIZALIM, DEVLETE mi ÜNİVERSİTELERE mi KIZALIM; yoksa AÇILKTAN ve MECBURİYETTEN PAZARCI olacağına GRAFİKER veya FOTOĞRAFÇI olmuş GARİBANLARA mı FIRÇA ATALIM: GAribanlara yüklenmek işimize geliyor .

-Kusur TEKNOLOJİDE değil, ZİHNİYETTEDİR dostum. Son model BMW ile içkili vaziyette halkın arasına dalan ve 4 kişiyi öldüren kişide midir suç, BMW de mi? Yoksa o magandayı eğitmeyen eğitim kurumlarında mı, ona ehliyet veren zihniyette mi?

ŞİMDİ SIKI DURUN SÖYLÜYORUM; trafik polisi sadece sen devlete olan borcunu ödedin mi diye senin evraklarına bakarsa, araban kullanılabilir durumda mı diye 2 senede bir arabanı MUAYENE EDERSE ve senin sürücülüğünü periyodik aralıklarla KONTROL etmezse.. bu TRAFİK KAZALARI olur.

Grafik ustaları veya meslek kurumları, bir grafiker ister 2 aylık kurs bitirsin ister 4 yıllık fakülte; belli zaman aralıklarıyla bu grafikerin meslek durumlarını kontrol etmezse bu GRAFİK kazaları da olur.

Yani kim mac operatörü kim art direktör belli olmaz Esrar beyciğim.... Kİm sarhoş kim ayık belli olmadığı gibi. Burada suç içkide değildir. Grafikte de makinede değil.

Suç bilgisizliktedir kardeşim, cehalettedir.

Bak, hiç bilenle bilmiyen bir olur mu, sözü buraya cuk oturdu. Bütün kitabı indirtme bana. Tefsir alimi yaptırtma beni. Kelam da bir bilimdir. Kelime de oradan gelir bilirsin, kelime yazan araca da kalem derler...(Şükür ki klavye demiyorlar)

Eli görmeyen, yazıyı kalem yazdı sanıyor... Tasarımı da klavye yapıyor, mouse yapıyor, bilgisayar yapıyor sanıyor garibim, mac operatörünü de grafiker sanıyor zavallı... Her direksiyondakini şoför sanması gibi. Onun için her sabah yollarda TRAFİK kazası oluyor, onun için bir çok tasarımda GRAFİK KAZASI oluyor.

Allah akıl fikir versin. Allah kazadan beladan korusun, Trafik canavarından da, grafik canavarından da...

Kal sağlıcakla, yanaklarından öperim.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Bu müşterimle bir veya bir buçuk yıldan beri tanışıyordum. Ama bana türlü tasarım işi vermemişti. Bir defa lüks bir kahve içim salonuna çağırdı, bir fincan kahveye 20 milyon falan ödedi. Yanında eşi de vardı. Eşim diye tanıştırmadı, bayanın adını söyledi. Hanım arkadaşı sandım.

Bir ürün katalogu yaptıracakmış. Sayfa başına tasarım fiyatı aldı. O gece epey konuştuk.
Reklamcılık bilgilerimi aktardım, çizgi altı iş nedir, çizgi üstü iş nedir bunları anlattım. Ajans tasarımı nedir, matbaa tasarımı nedir. Bunları anlattım.

Adanalı şivesiyle ve tüccar üslubuyla;
“Abi senin gonuştuhlarını anlamayom ya, gulturünle beni eziyon valla.” diyordu.

“Gıymatlı fikirlerinden istifade edek, seni reklam danışmanız mı ne yapah ya…” diyordu.

Dışarıdan baksan en pahalı giysileri giyiyor, en pahalı kahve salonlarında yüksek sosyete ile kahve içiyor ama anadolu esnafı gibi konuşuyordu.

Metal fabrikaları, un fabrikaları, gıda ve içecek fabrikaları olduğunu sonradan öğrendim.

Neyse, aradan 10-15 gün geçti. Oğlu ve hanımıyla bizim eve geldi. Bayanın eşi olduğunu ve düzenli bir aileye sahip olduğunu o zaman öğrendim. bu Anadolu fabrikatörü abimizin, bir oğlu Amerika’da, bir kızı da İngiltere’de okuyormuş,. Ben kendisini fabrikatör sanıyordum.

Bu arada hanımı benim kediyi görünce, çığlık atarak koltukların tepesine çıktı oturdu. Kediden çok korkarmış. Kediyi öteki odaya kapadık, bütün gece miyavlayıp durdu. Oysa hanıma “kedi seni koklasın, kokunu hafızasına alsın, minderine gider yatar, kobra yılanı değil bu,” dediysek de anlatamadık. Kadının çığlıkları dinmiyordu.

Kediyi odaya kapatınca bu kez kedinin çığlıkları dinmedi. Ben bu toplantıdan zevk almadım.

Bir taraftan kadının ya da adamın anlattıklarını dinlemeye çalışıyor, bir tarafta 5 yıldır elimde büyüyen kedimin yalvarışlarını duymamaya çalışıyordum.

Neyse, esas fabrikatörün bayan olduğunu, Adanalı abimizin bu fabrikatör aileye damat olarak girdiğini, üretime de reklama da bayanın baktığını, damat abimizin bu yüzden reklam toplantılarına hanımını da getirdiğini, esas karar verici yetkilinin hanım ablamız olduğumu kedimizin ağlamaları sırasında öğrendik.

Derken konu, Açıkhava reklamcılığına ve tabelacılığa geldi. Bayan dedi ki, fazla pahalı olmayan bir duvar reklamı vermek istiyorum, şöööyle bir binanın yan ducarına, şöyle 10-15 metre filan. Kaça çıkar bu?

Dedim ki, digital baskı olarak çok çıkmaz, metrekaresi 6 dolardan bastırırız, 100 metrekare olsa 600 dolar eder. Hadi duvara germesi filan hepsi 1000 dolar olsun, minimum buradan başlar.

Ama esas maliyeti duvar kirası tutar, dedim. BU reklama elverişli apartman duvarları önceden tespit edilmiştir ve çok pahalıdır dedim.

Olsun ben de ucuz semtlerde ara sokaklarda bir duvar bulurum, ona vinil baskı kaplatırım” dedi.

O zamanlar 14 yaşındaki oğlum dedi ki, “ama abla kenar mahallede senin reklamını kim görecek, reklam çok görülen yerlere yapılır” dedi.

Bayan dedi ki;
“olsun ben öyle istiyorum”

Vay be dedim, Allah bu damat abimize sabır versin, para için nelere katlanıyor?

Neyse oğlum ve ben baktık ki, bu aile karı-koca reklamı yalamış yutmuş. Her şeyi bizden daha iyi biliyor. Gözünü sevdiğimin parası dedim, ne biçim konuşturuyor adamı…

Neyse kazasız belasız evimizden gittiler. Benim kedi de ağlaya ağlaya öteki odada uyuyup kalmış.

Oğlumla ben birbirimize dedik ki, bunlardan bize müşteri olmaz, aile dostu da olmaz. Boşuna zaman geçirmeyelim, onlar Çukurovadaki pamuk tüccarlarıyla veya maden ocakları sahipleriyle oturup ben bunu istiyorum, ben şunu yaptırıyorum, ben bunu alıyorum gibi derin felsefi muhabbetlere dalsınlar. Biz de grafikerler niçin eziliyor diye kafamızı yoralım.

Sonra öğrendik ki; 64 sayfalık tasarımı ürün fotoğraflarını çektirdiği fotoğrafçıya vermiş 64 sayfanın her sayfası bir öncekinin kopyası. Fotoğrafçı da tutmuş grafiker, işi yaptırmış.Aslında bir sayfa tasarım yapmışlar 64 sayfaya kopyalamışlar. Her sayfaya da iyi bir rakam tasarım parası almışlar.

Sağolsun beni arkadaş grubunun mail listesine dahil etmiş olan bu damat abimiz; 1 yıl boyunca bana ve tüm mail grubundaki dostlarına güzel sözler, ilginç power point gösterileri , ünlü şairlerden hoş şiirler vs gibi şeyler forward ederek KÜLTÜR ve SANAT etkinlikleri yapıyordu.

Veya bu eylemlerini kültür-sanat etkinliği sanıyor ve mutlu oluyordu.

Bir gün oğlumun benim için yaptığı web sitesini yenilediğimizi söyledim ona. Yeni web sitemi görüp beğenmiş. Hanımına da söylemiş. Hanımı, “Faruk beye yakışan bir web sitesi olmuş “ demiş.

İstesek filanca şarap markasının web sitesi gibi ödül almış ve mükemmel bir web sitesi yapabileceğimizi söyleyince, Şarap firmasının sitesine baktı ve beni telefonla aradı. “Sahi Şarap firması gibi yapabilen mi ağbi” dedi bana. Daha iyisini bile yaparım deyince, gaça yapıyon deyiverdi. Kaç ürün var dedim.50-60 dedi. Neyse, olması gereken fiyatın çok ama çok altında bir fiyat söyledim, ona bile itiraz etti. Kurbanlık koç pazarlığı yaptı… O fiyatı da kırdı… Sonra işi bize verdi, hemen kaparomuzu verdi. Ev kiramızı o kaparo ile verebildik.

Çok ucuz fiyat verdik oğlum dedim, oğluma. Baba pahalı verirsek iş kaçıyor, ucuz versek bize yazık oluyor. Nedir bunun ortası? dedi. Oğlum bunun ortası ya marka olup, istediğin fiyatı çekeceksin, ya da marka olamazsan bu kahrı çekeceksin dedim.

Neyse işe başladık, 50-60 tane olan ürün sayısı 90-100 oldu. İşçiliğimiz ve emeğimiz yarım kat daha arttı. Bir de İngilizce kısmını da sokuşturdu bize, bu kez emek bir buçuk kat arttı.

Derken bayi listesi ve ürün teknik listesini de sokuşturdu…1 ay sürecek site 3 ay sürdü.
Ama ortaya gerçekten mükemmel bir iş çıktı.

Bu arada işin ortasında müdahale etti, şarap firması stilinden başka bir stile döndürdü, açılan butonları. Gerekçesi şu; “Ağbi bizim müşteriler sabırsızdır, geriye dön okuna basmazlar, sen bütün menüleri gözükecek şekilde ayarla ki geriye gitmeden hepsini görsünler.”

O zaman prestij formatındaki site satış ve pazarlama formatına döndü. Kısaca 1,5-2 misli olan işçiliğimiz 4 misline filan çıktı. Çok küçük bir miktar ilave para istedim. Hemen verdi. Demek ki bu siteyi çok ucuza kapattığını biliyordu. Resmen ölmüş eşek arıyordu ve bulmuştu.

Neyse site bitti.
Yeni işler beklerken, bir bloknot işi getirdi. Yahu dedim, bunu bana getirme, bana kampanya getir de seni grubunda bir numara yapayım. Bu bloknotu ver matbaadaki grafikere logoyu şöyle koysun, olur.

Sen reklamcıya ne yapacağını söyleme. Sen matbaa grafikerinin yanına oturup art direktörlük etmeye bayılıyorsun. Sen işçiliğe para ödemeye alışmışsın, esas reklam fikir kısmındadır.

Sen kafandaki fikri matbaa grafikerine uygulatmaya alışmışsın.

Hadi yazsana bana 1-2 tane basın ilanı metni… Hadi bulsana bana reklam kampanyası konsepti. Bunlar zor değil mi? Ama şu resmi buraya koy, burayı da şu renk yap demek hoşuna gidiyor değil mi? dedim.

Tamam ağbi, bana kampanya yap o zaman dedi.

Bak damat abi dedim, kampanya yap demekle olmaz. Gazetelerin ilan sayfalarının fiyatlarını alacaksın… Reklam için ayırdığın bütçe ile karşılaştıracaksın. Araba almaya gidiyorsan, ev alacaksan kaç paralık araba, kaç paralık ev alacağını bileceksin.

Bu nedenle reklam ajansları reklam verene ; reklam bütçeniz ne kadar diye sorarlar. Buna herkes kızar ama, emlakçı da kaç paraya kadar ev arıyorsun der.

Önce bir reklam bütçeni saptayacaksın, o bütçeye göre hangi günler, hangi sayfada, hangi ölçüde ilan vereceğini ayarlayacağız. Buna medya satın almak ve medya planı yapmak denir.

Ondan sonra seninle oturup anlaşma yapacağız ve kampanyaya kademe kademe başlayacağız, bir savaş yapar gibi harp planımızı adım adım uygulayacağız. Bazı gün büyük bir sayfa, bazı günler çeyrek sayfa ilan vereceğiz, tıpkı top atışı veya tank saldırısı gibi olacak dedim.

Tamam abi bir bütçe ayarlayayım sana dönerim dedi.

Bu arada yine bana çeşitli güzel sözler, çeşitli güzel reklamlar yollayıp durdu.

15 gün sonra mail attım.”Reklam bütçeni planladın mı?”

Gelen cevap “güzel bir reklam fikri buldun mu?”

Verdiğim cevap;”sen paradan haber ver, bende fikir çook !”

Damat efendi bedava mezar bulsa girecek…10 gün ses çıkmadı, damattan tık yok.
Derken ATWS (Ali Taran Work Shop) firmasının artık homeoffice türü çalışacağını ve Ali Taran’ın elemanlarının Ali Taranın iş yerinde değil, her elemanın kendi evinde çalışacağına dair bir haber yolladı bana.

Yani tüm çalışanlar artık işyerine gelmeyecek, ve herkes evinden çalışıp tasarımları, metinleri vs.yi patrona yollayacakmış.

Zaten bunu hep düşünürdüm, artık okula gitmenin bile gereksiz olduğunu eğitimin internet kanalıyla yapılması gerektiğini, okula kalem defter yerine lap-toplarla gidilmesini düşünürdüm, ama korkumdan ancak çok yakınlarıma açılırdım. (sevgili ESRAR rumuzlu üyemiz duymasın!)

Damat bey, bu haberi yollayınca bana; bu adam kampanya fiyatı araştıracağına bunları yolluyor, kampanya filan yaptıramaz bu adam, ancak matbaa işleri bastırır diye düşündüm ve şu maili yazdım;

“Ali Taran’a sordun mu kampanyayı kaça yapıyor?”

Amacım, “beni matbaa grafikerleriyle karşılaştırma, ciddi reklamcılarla karşılaştır”, demekti.

Hemen cevap verdi;
Ağbi, Ali Taran kampanyayı bana bedavaya yapıyor”

Hani sen de bedava yap, demenin kurnazcası…Ya, içimde, sen kimsin ki sana Ali Taran gibi bir dev reklamcı bedavaya kampanya yapsın dedim, kimi kandırıyor bu Anadolu kurnazı dedim, ve oturup şu şiiri yazdım;

Ali Taran demek ki bedavaya iş yapıyor,
Demek Dubaide bedavaya kalıyor.

Anladım ki bu yüzden ofis kirası vermiyor.
Home ofisin garipleri bedavaya tepiniyor..

Hava yiyor bunlar, su içiyor.
Bedava çalışarak kendinden geçiyor.

Reklamcılıkta bedava fikir..Otelde bedava oda...
Sende de herhalde bedava un, yağ, baklava...

Amerika istemez çocuklardan para,
Amerikada okumak zaten bedava.

Olamadık bedavadan bir damat,
Tut da damatlığından dama at.

Bedavadan kim kime ne veriyor?
Hanımlara sor, onlar biliyor.

Eminim Ali Taran da iyi şiirler yazar...
İnsanlar fazla paradan azar.

Bulunmuyor bile bedava mezar,
Maşallah aklına değmesin nazar.

Yine ölmüş eşek bulmuşsun, tebrik ederim.
Ama eşek bir kere ölür, dikkatini çekerim.

Bedava yaşıyoruz artık bedava...
Bak bu şiir de bedavadır, anlayana...

Faruk Çağla (2008)

Bu şiirden sonra garibim altta kalmayacak ya; o da bir şiir yollamış, ama kendi şiiri değil elbet. Kendisi asker mektubu yaz desen ortasında tıkanır, daha ne yazayım diye ona buna sorar, çırpınır.

Can Yücel’den bir şiir yollamış.

Ben de şu cevabı yazdım;

Abi,
Demek Can Yücel bu şiiri sana bedava yazmış ha?
Sende ne hikmet vardır ki, bütün sanatçılar, reklamcılar sana bedava hizmet ediyor abi?

Faruk Çağla
(Bedava Fikir Verilir)

Ondan şu karşılık geldi;
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

“Ağabey bunun bedava oldugunu nasıl anladın gerçekten hayret. Bana bugüne kadar kimse bedava hizmet vermedi.
Bulursam bedava hizmet veren niçin almayayım?

Bedava fikrin varsa da alalım. Aziz mübarek günlerde sevap işlemiş olursun.

Size kolay gelsin, Dersler başladı mı?”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Dersler dediği, üniversitedeki yeni görevim, bir üniversite beni sonunda ders verecek nitelikte buldu da, öğrencilere iletişim grafiğini anlat dedi, onu soruyor.

Bir de ramazanda bedava fikir ver, sevaba gir diyor… Kurnaza bak kurnaza… Yüzsüzlük bu kadar olur ha… Din ile iman ile kandıracak beni. Ne tüccar ha !

Cevabım şu oldu;

“Üniversite fikirlerime para ödüyor abi...

Şiirin bedava olduğunu nasıl mı anladım?
Senin fikire değil de işçiliğe para ödediğini bildiğimden abi...

Gelişmiş toplumlar fikire para öder kalkınır. Gelişmiş firmalar da böyle kalkınır, yanlış mı abi?

Dersler 22 sinde başlıyor.

Anlaşılan o ki, ilk dersi sana vermek gerekiyor, damat bey kardeşim (bak Ali Taran bile bu dersi bedava vermez, kıymetini bil);

"Bana bugüne kadar kimse bedava hizmet vermedi."
diyorsun damat bey. Ali Taran bedava verecekmiş işte. Sen dememiş miydin?
Bundan iyi fırsat olur mu, aman kaçırma. Ama niye bedava imiş, onu da sorgula...

Bedava sirke baldan tatlıdır, onu biliyorum. Bedava günahımı versem alacaksın derler.
Ama bir de bedava bomba olsun da içimde patlasın diyenler vardır. Bir de bedava kazık bulsam üstüne otururum diyenler vardır. Acısı sonra çıkar.

Bedavanın faydası kadar zararı da olabilir.

Biz ne kadar birbirimize takılsak boş. Bu sistemde haklı olan değil güçlü olan konuşur. Türkiye gibi toplumlarda güç bilgiye sahip olanın elinde değildir.

Bu ülkede zihniyet değişmedikçe fikire değil işçiliğe para ödenir, Türkiyede fikir para etmez... Bu düşüncemden vaz geçmem. Reklamcılar Derneği bile BU fikrin ucuzu yokmu diye ilanlar vererek fikir denilen şeyi ucuza kapatmak isteyenlerle dalgasını geçmişti.

Kısaca Türkiyede Ali Taran gibi bir reklam dehası senin işini bedava yapacaksa ve karşılık olarak senden hiç bir şey UMMUYOR ve BEKLENTİSİ yoksa buna şaşırmamak elde değil. Ama sonra, fikir bedava, uygulama parayla demesin... Fikre para ödemeyip, işçiliğe para ödeyen zihniyetler bu tuzağa kolay düşer. Terzi dikişe para almıyorsa acısını kumaştan çıkartır...

Ayrıca; elbette ucuz mal veya hizmet bulursan alacaksın. Bu ticaretin kuralıdır. Ama benim vereceğim bedava fikirle kimsenin servet yapmasına izin veremem. Kimse bana bedava fabrikadan hisse vermiyor...

İşin ticari ve kültürel boyutu budur, bir de dini boyutu vardır. O da şudur;

Zekat ve sadaka yoksuldan alınmaz, zenginden alınır.
Zekat ve sadakayı ihtiyaç sahibi olmayan kişi ihtiyaç sahibi olana verir. Sevap böyle oluşur, fakir zengine sadaka verirse dinimizde bu sevap değil, ahmaklık veya sömürüdür. Alan zengin de günaha girer. Seni günaha sokmamayım.

Eğer Ali Taran gibi servetim olsaydı, belki o zaman "fikirlerimi sadaka" niyetine dağıtırdım. İhtiyaç sahibi olan zavallı "öksüz oğlu öksüzler" mübarek günde istifade etsinler diye.

İyi ramazanlar dilerim.

Faruk Çağla
(İhtiyaç sahiplerine SEVABINA bedava kültür dersleri verilir)

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Bir yaşlı grafikerin anılarını okudunuz.( Öksüz oğlu, damat beyin holdinginin adıdır)

Ben sadece bu siteye yazmıyorum. Bir de böyle seçkin ve kültürlü müşterilerime yazıyorum.

Efendim?
Elbette BEDAVA tabii ki…
 

Eray Usta

Üye
Kayıt
31 Ağustos 2008
Mesaj
4
Tepki
0
Bir yaşlı grafikerden anılar serisini dikkatle okudum ve beğendim gerçekten. Eleştirilecek pek fazla bir yön yok haklı yada haksızda yok. Ama bana kalırsa şu bir gerçek ki parayı veren düdüğü çalamaz bence! Kendi yöntemimi anlatıyım "kroyum ama para bende tipinde ki kahramanımız" var yazı dizimizde aynı onun gibi bir adam geldi benden tasarım istedi tasarladım götürdüm oturdu yanıma şunu şöyle bunu böyle yap demeye başladı bitirene kadar bekledim sonra da ben başladım anlatmaya o rengi değiştirirsek şu görseller bozulucak o resmi küçültürsek bilmeyen için anlaşılmaz olucak falan diye. Adam sağolsun dinledi yok dedi sen benim dediklerimi yap öyle olsun. Alacağım parada öyle hatrı sayılır bir parada değil bende en sonunda dedim ki "Eğer bu işi bana yaptıracaksan bu olucak, yok eğer bu olmayacaksa dışarda bir sürü bu işe emek veren var onlara gidebilirsin"

Sonuç olarak benim yaptığım tasarımla kaldı ve o tasarımla 4 müşterim daha oldu. Yani işin aslı ben ne kadar paraya aç olsamda ev geçindiriyor olsamda emeğimle oynatmam.. Ayrıca yazı dizisi için teşekkürler Faruk bey
 
Yukarı Alt