Hat Sanatı

Yasemin Ertosun

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
21 Haziran 2009
Mesaj
768
Tepki
39
HAT SANATININ KISA TARİHİ

Sanat iç dünyamızı ses, renk, çizgi ve sekil içinde, madde planına aksettiren bizde hayranlık uyandıran eser ve hareketlerdir. Sanat, ruh güzelliğinin maddesel olarak ortaya çıkan eserlerdir. Sanat eserlerini içinden çıktığı kültür ve inanç çevreleri etkiler. Bu sebeple uluslar ve dinler kendilerine özgü sanatlar oluştururlar.

Hat lügatte uzun ve doğru yol; mastar olarak yazı yazmak anlamlarına gelir. Çoğul olarak genellikle hutût seklinde kullanılır. Batıda ise hüsn-i hat (güzel yazı) karşılığında calligraphy kelimesi kullanılmaktadır. Güzel yazma, genellikle estetik kurallara bağlı kalarak ölçülü yazma sanatıdır.

Arap Alfabesinin İslamiyet’in doğuşu yıllarındaki durumuna baktığımızda İbrani yazısına benzediğini görürüz. Müslümanlar kutsal kitaplarını daha güzel yazabilmek için yazının sekli üzerinde önemle durmuslardır5.Araplar İslam’ın ilk yıllarında ma’kılî denen harflerin hepsi düz, hendesi olarak yazılan yazı kullanılıyordu. Ma’kılî yazı dik ve köseli olmasından dolayı sonraları yazması daha kolay olan Kûfî yazısı dogmustur.

Abbasiler devrinde yetişen en meşhur hattat, vezir İbn-i Mukle İslam yazısının önemli ıslahatçılarındandır. İbn-i Mukle Kûfî’den sülüs ve neshe geçme dönemini baslatmıstır. Bu dönemden sonra daha kolay ve çabuk yazıldığı için kûfî’ yazının yerine nesih yazı çeşidi geçmiştir. Fakat kûfî kitabe yazısı olarak kullanılmaya devam etmiştir.

X. yy.’da _bn-i Mukle kûfî’yi ta’dil ederek muhakkak, sülüs, nesih, tevki, reyhani, rik’a adında altı çeşit yazı gelistirdi. Bu yazılara “aklâm-ı sitte” ya da “Ses kalem” de denilir.

İbn-i Mukle’den bir asır sonra gelen İbn-i Bevvab yazı şekillerini birleştirerek daha da güzelleştirmiş ve mükemmel bir duruma getirmistir1.

Yakut el-Mustasımi XIII yy. ortalarında kalemi eğri olarak kesmiş nesih, sülüs ve celî yazılara yeni bir nefes vermiş, günümüz yazısının oluşmasında önemli bir asama kaydetmiştir. Amasyalı olan Yâkût, aklâm-ı sitte denilen yazı çeşitlerinin bütün kural ve özelliklerini ortaya koyarak Türk yazı sanatının temellerini atmıştır.

Şeyh Hamdullah (1433-1480) geliştirdiği yeni anlayış, Yakut ekolünün estetik anlayışına yaptığı ilaveler sonucunda daha sonra kendi ismiyle anılacak olan Şeyh ekolünün kurucusu olmuştur. Böylece. Yakut’un hükmünü ortadan kaldırmış, Şeyh Hamdullah’la hat sanatında klasizm başlatmıştır.

Türk hat sanatının önemli isimlerinden birisi de Ahmed Karahisarî (1470-1556) dır. Kendine has bir yazı üslûbu vardır fakat takipçisi olmamıstır14. Bu dönemden sonra klasik ölçü, sekil, biçim ve değerlerine kavuşan hat sanatının daha da gelişmesini sağlayan zirve isimleri yetişmiştir: Hafız Osman (1642-1698) İkinci Şeyh olarak da isimlendirilir15. Mustafa Râkım (1757-1826) tuğraya son seklini veren ve celi sülüs yazıda yeni anlayışlar getiren bir hattattır. Yine onun takipçisi ve celî sülüs yazıda mükemmele ulasan Sami Efendi (1838- 1912) hat sanatı tarihinde önemli isimlerden biridir.

Arap Yazısı

Arap yazısının, biri İslâm’dan önce, diğeri İslâm’dan sonra olmak üzere iki evresi bulunmaktadır. Başlangıcı kesin olarak bilinmeyen birinci evre – Miladî 512 senesine ait Zebed, 568 senesine ait Harran ve Suriye’de 600 yılında yazıldığı tahmin edilen Ümmü’l Cemal kitabelerine göre- İslâm’dan önceki birinci yüzyıla rastlamakta ve bir asır doldurmaktadır. İkinci evre, Hicrî yılın başından bugüne kadar geçen 1425 senelik bir devri ihtiva etmektedir ki, bu devir bazı karanlık kısımlar istisna edilirse oldukça malum ve mazbuttur.

Arap Yazısının Kökeni

Bu konudaki bilgiler bir hayli karışıktır. Bir kısım tarihçiler bu yazının ilk defa Arap yarımadasının güneyindeki Himyerliler’in dik ve köşeli yazısından zuhur etmiş olduğunu; bazısı, kuzeydeki Nabat’lıların yuvarlak yazısından doğmuş olduğunun kesin olarak anlaşıldığını; bazısı, her ikisinden doğmuş olduğunu; bazısı başka bir kök yazıdan olmasının muhtemel bulunduğunu; bazısı, Himyerliler’in Müsned veya Hatt-ı Satrancîli denilen dik ve köşeli yazısından alınan ve Fırat’ın sağında bulunan bu günkü Necef kasabasının bulunduğu yerde bir zamanlar hükümet merkezi olan Hire Araplarının kullandıkları Hatt-ı Hirî denilen dik ve köşeli yazıyla bağlantılı olarak, Enbar’da Mürre oğlu Meramir tarafından ilk defa ortaya konulduğunu, adına da İslam’dan önce Araplar arsında Ma’kılî denildiğini söylemiştir. Bütün bunlar bir araya getirilirse, çok muhtemeldir ki, Ma’k ılî yazı, V. yüzyılın birinci yarısı ortalarında Enbar’da ortaya çıktıktan sonra, Zebed ve Harranlılar, Enbar veya Hire’lilerden Ma’kılî’yi öğrenip, bundan o vakte kadar yazdıkları Nabat yazısından mülhem olarak, dik köşeli ve yuvarlak şekillerdeki Arap yazısını bulmuş ve o görülen kitabeleri bunlarla yazmış; Hicazlılar da, denildiği gibi yuvarlak yazıyı bunlardan öğrenmiş olabilirler. Bu ihtimal yukarıdaki rivayetlere uyduğu gibi, aksini gösteren sıhhatli bir rivayet de şimdiye kadar ileri sürülmüş değildir. Aksine olarak İslâmiyet’in doğuşu sıralarında bu iki yazının Mekke’de bilindiği, Ma’kılî’ye Hicazî, yuvarlak yazıya da Şamî denildiği kaydolunmaktadır .

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan kazıların ve bulunan malzemenin bolluğu neticesinde elde edilen son verilere göre, Arap yazısının kökeni Aramî asıllı Nabati yazısına dayanmaktadır. Arap asıllı olan Nabati kavmi M.Ö. IV. asıra kadar çöllerde dolaştıktan sonra nihayet Filistin’in güneyine yerleşmiş ve Petra şehrini kendilerine merkez yapmışlardır. Bugün bize kalan bina harabeleri ile taşlar üzerine yazılan kitabelerden, ileri bir medeniyete sahip oldukları anlaşılan Nabatî’lerin M.Ö. VI. yüzyıla ait kitabelerindeki yazıların, Hz. Peygamberin doğumundan önceki devreye ait Arapça kitabelerdeki yazılara yakın oluşu, Arap yazısının Nabatî Yazısından meydana geldiğini göstermektedir. Kısaca pek yavaş bir surette gelişen Nabatî Yazısının sadeleşmesi, ancak VI. yüzyıl içerisinde vuku bulmuş; Araplar da bu sadeleşmiş harfleri alarak kullanmaya başlamışlar ve zamanla geliştirmişlerdir.

Nabatî kitabelerindeki yazılar, dikkatle tetkik edilince bunlarda Arap Yazısının ilkel şekillerinin mevcut olduğu ve harflerinin hem köşeli, hem yuvarlak bir karaktere sahip bulunduğu ve Arap Yazısı istikametinde geliştiği görülür.

Alfabelerin aslı kabul edilen Fenike yazısı Mısır yazısından 22 harfin alınmasıyla ortaya çıkarılmıştır. O zaman dünya ticaretine hâkim olan Fenikeliler, ticarî mü nasebet ler i net icesinde yaz ılar ını Doğu ve Bat ı’d a yer leş miş milletlere ya ymış lardır. Batı’da Latin alfabesi, Doğu’da İbranî ve Ârâmî yazıları bu münasebetlerin ürünüdür.

Arap yazısının başlangıcı ve ne suretle yayıldığı konusunda farklı görüşler vardır. Bazı âlimler meseleyi hadislerin ışığ ında açıkla yarak yaz ının vahye dayand ığ ını (tevkifî) savunurlar. Bazı müelliflerin verdikleri bilgiler ise farklı olmakla beraber Arap yazısının Güney ve Kuzey Arabistan’da bulunan Arap devletlerinin kullandıkları yazıların, özellikle Nabatî yazının tesiriyle ortaya çıktığını göstermektedir. Bu konuya açıklık getiren ve daha tatminkâr bir sonuca ulaştıran ise müsteşriklerin eski Arap kitabeleri üzerinde yaptıkları araştırmalardır.

Bir diğer bilgiye göre Adnan b. Üded’in hükümdarlığı zamanında, Tasm kabilesinden Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes ve Kareşet isimli altı kişi harfleri ilk defa ortaya çıkarıp birleştirmişlerdir. Bunlar yazıyı icat etmiş, isimlerinde olmayan “sehhaz” harflerini bulduklarında isimlerine katarak bunlara noktalı harfler demişlerdir. Daha sonra yazı Enbâr’a, oradan da Hîre’ye geçerek Araplar arasında yayılmıştır. Bu altı kişi ve Tay kabilesinden üç kişinin Arap yazısının mucitleri olmadığı bilinmektedir. Fakat bu şahısların Nabatî asıllı yazının Arap yazısına geçiş safhasında önemli rol oynamış isimler olabileceği düşünülmektedir. İslâm bilginlerinin bu farklı rivayetleri, bizi yazının Enbâr’dan Hîre’ye oradan da Dûmetülcendel yoluyla Hicaz’a geçerek yayıldığı neticesine götürmektedir. G. J. Klehr (ö. 1724) ve Theodore Nöldeke (ö. 1865) başta olmak üzere bazı müsteşriklerin bu konuda bilinen en eski Arap kitabelerine dayanarak verdikleri bilgiler bizi aydınlatmakta ve daha tatminkâr bir sonuca ulaştırmaktadır. Bu kitabelerden milâttan sonra 250 yılına ait Ürdün’ün doğusunda Ümmülcimâl’de bulunmuş bir mezar taşı ile 328 senesine ait Nemâre’de İmru-ülkays’ın türbesi üzerinde bulunan Arapça kitabe bizi Arap yazısının başlangıcı hakkında aydınlatmakta ve bu konudaki şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Bu en eski Arap kitabeleri Arâmî yazıdan doğmuş olan Nabatî hatla yazılmıştır. Milâttan sonra 512 tarihli, Halep’in güney doğusunda Zebed’de ve 568 tarihli Dımışk’ın güneyinde Harran’da bir mabedin kapı sövesinde bu-lunmuş kitabelerle yine milâttan sonra VI. yüzyıla ait Ümmülcimâl’de bulunan diğer bir belge de gelişmiş Nabatî hatla yazılmıştır. Bu kitabeler üzerinde yapılan incelemelerde, Câhiliye devri Arap yazısı ile harflerin şekil ve düzeni bakımından bitişik Nabatî yazısının yakınlıkları tesbit edilmiş Arap yazısının Nabatî yazısından doğduğu, ve onun gelişmiş bir devamı olduğu kanaatine varılmıştır.

Buraya kadar gerek İslâm âlimlerinin gerekse müsteşriklerin verdikleri bilgiler Arap yazısının Nabati yazıdan geliştirilmiş olduğunu, Nabatî yazının da Arâmi yazı çağından Fenike yazısına bağlandığını ortaya koymaktadır. Bazı İslâm bilginleri Câhiliye dönemi Arap yazısına “el-cezm” adını vermişlerdir. Sözlükte “kırılıp ayrılma, kopma” mânasına gelen Nabatî asıllı olan cezm, Hîre’de geometrik, düzenli, dik ve yatay çizgi-lerin hâkim olduğu yeni bir üslûp kazanmıştır. Harflerin düzenlenişi düz vuruşlar, kırılmış çubuğa benzer. Nabatî yazısında görülen bu değişiklik muhtemelen Tay kabilesinden Belâzüri’nin Arap yazısının mucidi olarak kabul ettiği Mürâmir b. Mürre, Amir b. Gedere ve Eşlem b. Sidre tarafından yapılmıştır. Bu üç kişi Nabatî yazısında yaptıkları bu yeniliklerle beraber Süryânîce alfabeyi Arap diline adapte etmişlerdir. İslâmiyet’ten önce Araplar arasında cezm’den başka ticarî işlerde, mektuplarda veya süratle yazılması gereken günlük işlerde yine Nabatî yazıdan kaynaklanan yuvarlak, yumuşak ve ortaları delikli olmaya meyilli (takvir) harfleriyle, Kuzey Arabistan menşeli meşk hattının kullanıldığı bilinmektedir. Bu nesih yazıya benzer bir hattır. 250 yılına ait Ümmülcimâl ve 328′e ait Nemâre kitabelerinde el-meşk yazısının karakterleri görülür.

Arap Elifba’sı

Bilindiği üzere Elifba üzerine kurulan yazıların hepsi de temelde Fenike Elifbasına dayanır. Bu elifba ebced ( ebced, hevaz, hattı, kelemen, sahhız, keraşet) tertibinde gösterilen yirmi iki harften ibarettir. Keldanî’ler bunları alarak İbrani yazısının aslını icad etmişlerdir. Asurîler de bunu zamanla Süryani şekline dönüştürmüşlerdir. Araplar da Elifbalarını bunlardan almışlar fakat alırken Keldanîler’deki Farsça –kaf, cim ve pa- harflerini (dillerinde olmadığı için) cim, sad ve bâ harflerine çevirmişlerdir. Dillerinde olup da Keldanî’lerde bulunmayan – je, ha, zel, sad, zı, ğayın- gibi sesleri de, üzerlerine ayırt edici birer çizgi veya nokta koyarak kullanmışlardır. Yalnız Araplara mahsus olduğu söylenilen ve Lamelif denilen ve hareke (vokal) kabul etmeyen sakin elif için de miladî VI. asırda bugünkü şeklini almışlar, fakat bunu Elifba’ya tek bir harf olarak koymuşlardır. Nihayet yedi harfin ilavesiyle, Arap Elifbası Ebced tertibi üzere 29 harften oluşmuştur.

Arap Elifbasının (alfabesinin) bugünkü tanıdığımız düzene ne vakit sokulmuş olduğu hakkında kesin bir şey bilinmemektedir. Fakat X. asırdan sonra olması kuvvetle muhtemeldir.

Arap Yazısının İslam’a İntikali

Birinci safhasında ilkel ve basit bir halde bulunan Arap yazısı, İslâm’a intikal ettiği zaman – ki bu intikal İslâm’ın doğuşu ile başlar – Hicaz’da Ma’kılî (dik ve köşeli), ve Şamî (yuvarlak) olarak iki şekilde kullanılıyordu. Peygamberimize bağlı olan Müslümanlar, yeni İslâm aleminin ilk yazı yazanları idiler ve sayıları yirmiyi geçmemektedir.

Kur’ân yazmakta resmen rol almaya başlayan İslâm yazısı Ma’kılî idi, yuvarlağımsı yazı çok bozuk bir halde olduğundan resmî bir yer işgal etmemekteydi. Ancak halk arasında resmi olmayan yazışmalarda kullanılmaktaydı. Bu şu demektir ki; İslâm’da yazı daha başlangıçta ilmî haysiyetiyle değil, sanat haysiyetiyle birlikte ele alınmış ve Ma’kılî yazı buna diğerinden daha müsait görülmüştür.
 

Yasemin Ertosun

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
21 Haziran 2009
Mesaj
768
Tepki
39
Hüsn-i Hat

Yazıyı Sanat Seviyesine Yükselten Etkenler
İslâm’ın doğuşuyla beraber dünya ölçüsünde yeni medenî bir düzenin esasları belirmeye başlamıştır. İlahî kaynaktan insanlığa ulaşan mesajda ilim ve ona vasıta olan yazının, sosyal gelişme için gerekliliği vurgulanmış, bilgisizlik ise her türlü geriliğin sebebi olarak gösterilmiştir.
Zamanla İslâm dininin öğretilmesi, vahyin yazılması, korunması ve yayılmasına duyulan ihtiyaç yazının önemini daha da artırmıştır. Hicrî I ve II. yüzyıllarda yazı bir taraftan şekil ve imlâ yönü ile, diğer taraftan da sanat yazısı seviyesine yükselmiş, İslâm sanatlarının en önemli dallarından biri haline gelmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’i Allah’ın sözüne yakışır bir güzellikte yazma heyecanı, gayret ve titizliği, “Güzel şeyler güzel kaplara konur” anlayışı, yazının sanat yazısı (hüsn- î hat) seviyesine yükselmesine sebep olmuştur. Kur’an’ın mânası ve lafzı gibi, yazısı da kutsal bir karaktere sahiptir. Bu durum İslâm yazılarından ayrılmayan bir özelliktir. Hatta bazı İslâm bilginleri Kur’an’ın lafzı ve mânası gibi, yazısının da ilâhî vahye dayandığını ileri sürmüşlerdir. Müslüman sanatkârlar bu anlayışla, bir ibadet coşkusu ve disiplini içinde Kur’an nüshalarını yazarak çoğaltmışlar, ilâhi mesajın gönüllere sanat yoluyla iletilmesine vasıta olmuşlardır.
Kur’an’ın hedeflerinden biri de insanoğlunun gönül gözünü açarak maddî ve manevî güzellik karşısındaki hassasiyetini, fıtrî olan sanat kabiliyetini geliştirip yön vermektir. Yeryüzünde kullanılan yazılar arasında sanat yazısı olarak gelişmeye müsait, belki de en zengin yazı Arap yazısıdır. Mûsiki ve resim gibi yazı da insanî ve dinî duyguları ifadeye muktedir bir sanattır. Yazıda dik hatlar ritmi, yatay çizgiler devamlılığı ve dengeyi sağlar. İncelerek biten harfler, eğriler, nağmelerdeki pes ve tiz sesler gibi insan ruhunda içli ve ulvîduygular uyandırır.

Milletlerin sanat gelenek ve zevkleri yazı estetiğini etkilediği gibi sanatkârın şahsiyeti de yazıya bir hususiyet kazandırır. İslâm öncesi Göktürk ve Uygur Türklerinde kitabe ve kitap yazılarının gelişmiş olduğu bilinir. Bu durum eski kültür ve sanat geleneğine dayanarak, Türkler Müslüman olduktan sonra da İslâm yazı üslûplarının en önemli gelişim merhalelerini gerçekleştiren hattatlar yetiştirerek, bu sahadaki zevk ve kabiliyetlerini göstermişler, İslâm yazılarının estetik değer kazanmasında tarihî rol oynamışlardır (Serin,1999:19).

Yazıda Ahenk

Hat sanatının kazandığı estetik kıymetleri açıklamadan önce, güzellik kavramı üzerinde durmak gerekir. Antikite’den beri estetikçiler sanatta güzelliğin kaynağı, mahiyeti ve boyutları hakkında çeşitli teoriler geliştirmişler ve güzelliği organik ve maddi güzellikler, renk, şekil, ses ve hareketlerin güzelliği; fikrî ve manevî güzellikler olmak üzere çeşitli sınıflara ayırmışlardır. Ayrıca güzelliği daha iyi anlamak ve açıklamak için güzelin latif, yüce, hoş, mükemmel, faydalı, hakikat ve ahenk gibi diğer estetik değerlerle mukayesesi yapılmıştır. Netice olarak güzel-liğin bu değerlerle karıştırılmaması görüşü savunulmuş ve; güzel bize kendisinden beklediğimiz şeyleri veren değil, bizi her lahza, kendisine çeken, hayrete düşüren, ruhumuzu kaplayan bizde ezelî hatıralar uyandıran şeydir. Estetik duygular ise, güzeli hatırlatan ve hazırlayan unsurlardır. Bu sebeple mahiyeti bakımından bunlar güzelden farklıdır, diyerek güzel idesiyle estetik unsurların farklı şeyler olduğu ifade edilmiştir.
Ayrıca bazı estetikçiler ahengi “Çoklukta birlik nizamı, parçayla bütün arasında tam bir denge, renk, ses veya şekiller arasında uygunluk” diye tarif etmişlerdir. Bu tanımlara göre sanat güzellik, güzellik de âhenktir. Ahenk ise parçaların bütün içinde nisbet ve dengesinden doğar. Bu armoni mûsikide ritim ve seslerin, resimde renk ve çizgilerin, mimaride eserin bütünü içindeki unsurlarının birlik ve uygunluğundan ibarettir. Diğer sanatlarda olduğu gibi İslâm yazılarında güzellik de fiziki ve mânevi ahengin neticesidir.
Hat, göze hitap eden bir sanattır, iç âhenginde (derûnî ahenk) İslâm tefekkür, iman ve heyecanı hâkimdir. Asaletini, karakterini, estetiğini, milletlerin zevkleriyle beraber İslâm dininden alır. Kur’ân ve kitaba verilen önem yazı, tezhip ve cilt sanatlarının gelişmesine yol açmıştır. Bu sebeple hat sanatının en güzel örnekleri Kur’ân-ı Kerîm, hadis ve hikmetli sözlerin yazıldığı kıtalar ve yazı albümleridir.
İlâhî bilgiler ve hikemî sözler, beliğ ifadelerde yazıyla vücut bulur; işitilen, görülen ve kalben hissedilen bir safhaya ulaşır. En güzel şekillerde, hep aynı kaynaktan su gibi akan, Allah’ın, resulünün ve velîlerin insanlığa duyurmak istediği mânalar, yüksek hakikatler yüz gösterir. Harf ve lâfızlar ilâhî bir mesajla kaynaşır, bütünleşir, kutsî bir karakter kazanır.
Güzel yazı, Mushaf, kitap ve murakka’lardan başka, devlet teşkilâtında, mimarîde, kitabe, kubbe ve kuşak yazılarında, mezar taşlarında, ahşap ve maden işlerinde, kumaş, çini, tuğla ve dekorasyonlarda da dinî hislerle yazılmış ve işlenmiştir. Böylece hat, içtimaî hayatın her aşamasında kendini göstermiş, hem güzellikle ülfet edilmesine hem de ifade ettiği mâna itibariyle hayati bir düstur kazanılmasına vasıta olmuştur.
Yazıda fizikî ahenk tenasüp ve terkip kavramlarıyla ifade edilir. Tenasüp kalem kalınlığına göre; harf bünyelerinin en ve boyları ile, incelik ve kalınlıkları arasındaki uygunluktur. Harflerin diğer harflerle ve kelime içinde birbiriyle uyumu ve yakışmasıdır.
Hat sanatının repertuarı harf şekilleri ve bu harflerin kelimenin başında, ortasında ve sonunda aldığı şekiller ve bunların bağlantılarıdır. Bugün kullanılan on kadar yazı çeşidi olduğu düşünülürse, hat sanatının ne kadar geniş bir şekil zenginliğine ulaştığı görülür. Birer plastik ifade elemanı olan harfler, kelimeler, eğriler ve kıvrımlar kesin matematik ölçülere bağlıdır. Hattat çeşitli yazı üslûplarının bu kesin ritim ve âhengine kendi benliğini de katarak hoşa giden yeni biçimler oluşturur.
Harflerin diğer harflerle olan nisbeti, aralıkları, çekilişleri, bitişmelerindeki eğrilerin incelik ve kalınlıklarındaki uyum, kelimelerin satır nizamındaki duruşları, oturuşları, satıra o lan meyilleri, cereyanı, dik hat lardaki rit im, okutma, mühmel, süs işaretleri ve sayfaların düzeni gibi hususlar yazının maddî ahengini ve güzelliğini meydana getirir. Eğer yazının satıra oturuşunda nisbetsizlik söz konusu ise ve çekilişler bozuksa yazı ahenksizdir. Ahenkten yoksun yazılar ise sanat değerine sahip değildir.

İstif, Kompozisyon
Harf ve kelimelerin düzenli bir şekilde birleşmesi mânasına gelen terkip levha, kitâbe ve cami yazılarında kullanılan celî sülüs ve sülüs kompozisyonlarda aranan önemli bir sanat unsurudur. Hattatların iradî ve şuurlu olarak uzun müddet denemelerden sonra meydana getirdikleri eserler, istif halinde olanlardır. Bir ressamın veya bir şairin eserini tamamlamak için uzun müddet çalışması gibi, bir hattatın da yepyeni ve orijinal bir terkip oluşturabilmesi için pek çok kompozisyon denemesine, dikkatli tashihlere ihtiyacı vardır.
Celî sülüs istifler ekseriya aşağıdan yukarı doğru iki üç kat dikdörtgen, dairevî veya beyzî vb. bir satıhta harf ve kelimelerin göze hoş gelecek bir şekilde düzenlenmesidir. Yalnız terkip, harf ve kelimelerin rastgele bir araya getirilmesi, üst üste yığılması veya çizmek, taklit etmek suretiyle resmedilmesi olmayıp, hattatın estetik kaidelere ve teşrifata uygun bir şekilde ustalıkla kalemini yürütmesidir. Eğer kompozisyon, metnin okunuş sırasına göre harf ve kelimeler düzenli bir şekilde, aşağıdan yukarı doğru, usule uygun olarak yapılmışsa “teşrifatlı” veya “teşrifatı yerinde”; harf ve kelimelerin yerleri değişmiş, öne alınmış veya geriye bırakılmışsa “teşrifatı bozuk” denir, teşrifatsız yazıların okunma güçlüğüne karşılık teşrifatlı istiflerin okunması daha kolaydır. Türk hattatları bilhassa âyet ve hadislerin okunuşunda bir hataya sebebiyet vermemek için teşrifata hassasiyetle riayet etmişlerdir. Kompozisyonlarda Allah kelimesinin üste gelmesine dikkat edilir. Şayet metin Allah kelimesiyle başlıyorsa, terkip hürmeten yukarıdan aşağıya doğru yapılır. Celî kompozisyonlarda daima bir merkez vardır. Bu merkez etrafında çizgi ve kütleler, hiçbir yerinde eksiklik, taşkınlık olmayacak şekilde örülerek, kaynaşarak, organik bir bütünlük, birlik kazanır ve küplü, çanaklı harfler, keşideler, okutma ve mühmel işaretleri tam bir denge halinde dağılır. Harfleri sınırlayan çizgi ne kadar temiz, keskin, akıcı, canlı, yazı ne kadar metin yazılmışsa sanat eseri de o derece mükemmel olur. Çizgi kudretini, keskinliğini nerede kaybederse, orada kopya ve beceriksizlik ortaya çıkar.
 

Yasemin Ertosun

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
21 Haziran 2009
Mesaj
768
Tepki
39
Kullanılan Malzemeler

Kalem
Hat sanatında yazma aleti olarak ince yazılar için kamış kalem, biraz iri hatlar için bambu ya da kargı kalemi, daha da celî yazılar içinse, tahtadan yapılma ağaç kalemler kullanılır. Kamış, koparıldığı esnada yazmaya elverişli olmayıp, bir müddet tezek, hayvan gübresi altında bekletilir, pişip sertleşmesi sağlandıktan sonra kullanıma hazır hale gelir. İyi kalem, ne çok sert, ne çok yumuşak, ne çok kalın, ne çok incedir. Eğri, yassı ve dalgalı da olmayıp, tabii bir sertliği vardır. İnce, uzun ve düzgün bir silindir biçimindedir. Boğum araları en az bir karış kadardır. Sert bir zemine 15-20 cm. yükseklikten bırakıldığı zaman çevik, genç ve dinç bir ses çıkarır. Sağlam olmayan çatlak bir kamışın çıkardığı ses ise kısık ve boğuktur. Madenî uçlu kalemlerin kullanımı da söz konusu olabilir. Ancak, bunlar kamıştan mamul kalemler kadar tabii olmadığı gibi yazım esnasındaki kalem ve el hareketlerine de yatkın olmayıp, yazıya güzellik katmaya elverişli değildir. Mushaf-ı Şerif’lerin yazımında ise, açılışından sonra uzun süre ucunun bozulmaması sebebiyle Cava Kalemi tercih edilmiştir.

Kalemtraş
Kamış kalemlerin usulüne uygun açılmasında kullanılan saplı bir bıçak çeşididir. Tığ adı verilen su verilmiş çelikten mamul kesici kısmından başka, fildişi, kemik, boynuz veya benzeri bir nesneden yapılma uzunca bir sapı bir de bu iki kısmı birbirine perçinleyen çelikten pirazvanası vardır. Kesici kısmın aldığı şekle göre söğüt yaprağı, selvi, cam kırığı ve küt gibi adlarla anılan çeşitleri vardır.

Makta
Kamış kalem ucunun, üzerinde kesildiği ve çatlatıldığı bir alet olup, kemik, boynuz, fildişi, bağa ve benzeri maddelerden yapılırdı. Kalemin gövdesinin yatırıldığı yere ise kalem yuvası denir.

Kamış kalemin açılışı
Kamışın boğumu kalemtraşla alındıktan sonra kalem uç kısmı kalemi açandan yana olmak üzere sol elin avucu içine yatırılır ve kalemin açılan kısmı uzunca bir badem görüntüsü verinceye kadar iki yandan kesilir ve yontulur. Kamış yeterince sert değilse, biraz daha tok bir badem şekli tercih edilir. Kalemin gövdesinden ucuna doğru incelerek uzayan kısmına dil, uç kısmına ise ağız denir. Ağzı dilinden daha enli açılan kaleme de çakşırlı kalem adı verilir. Daha sonra kalemin ağzı makta’ üzerine yatırılarak ya da elde dikine çatlatılır. Buna şakk etmek tabir olunur. Sonra da yine makta üzerinde kalemin ucu yazılacak yazının gerektirdiği meyil gözetilerek kesilir. Bu işleme de katt etmek veya kat’ denir. Kalem ağzının yazana yakın tarafı ünsi, diğer tarafı da vahşî adıyla adlandırılır.

Kağıt boyama ve âhar
Eski hattatlar Hind âbâdisi, Buhara, Alikurna, Hataî ve Japon kâğıdı gibi değişik kâğıtlar kullanırlardı. Bunların en iyisi ilki olup, Hindistan’ın Devletâbad şehrinde îmal edilirdi. İtalya’daki Elikome (livomo) limanından getirilen o yüzden Ali Kurna diye adlandırılan Avrupa kâğıtları ise genellikle filigranlı olurdu. Boyama işleminde genellikle nebatattan yararlanılırdı. Suda kaynatılan nebat cinsi bir tekneye boşaltıldıktan sonra kağıtlar bu tekneye batırılıp çıkartılır ve kurutulur. Bu muamele, renkli suyun sünger veya pamukla kâğıt üzerine sürülmesi şeklinde de yapılabilir.

Çay, kağıda cinsine göre nohudî ya da krem rengi verir. Cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu yeşile kaçan limon sarısı, soğan kabuğu da yoz sarı bir renk sağlar. Farklı nebat cinsleriyle farklı renkler, aynı nebat cinsinin farklı dozajları ile de farklı tonlar elde edilir.

Aharlama, kâğıdın boyanmasından sonra üzerine yazılacak yazıların bir yanlışlık ihtimaline karşı kolayca silinip düzeltilmesini sağlayan, mürekkeple kâğıt zemin arasında koruyucu bir tabaka oluşturma ameliyesidir. Yumurta, nişasta ve gomalak aharı gibi çeşitleri vardır.
Âhar, yazının ve kâğıdın cinsine göre yapılır. Mushaf yazmak için hazırlanan kâğıtların her iki tarafına da ince bir âhar çekilir. Çok tashih ve emek isteyen celî yazıların kâğıtlarının yalnız bir tarafı birkaç kat kuvvetlice âharlanır, Üzerine bir defa âhar sürülmüş kâğıda tek âharlı iki defa veya daha fazla âhar sürülmüş kâğıda da çift âharlı (çiftâlî) kâğıt adı verilir. Hususiyle nesta’lik kıtalar için hazırlanan kâğıtların âharlanmasına daha da ihtimam gösterilmelidir. Bu sebeple kâğıdın âharlanması hat sanatında ayrı bir hüner ve ustalık ister. Geçen yüzyılda kâğıtların sol alt köşelerinde basılı soğuk damgalarından tanıdığımız Kadri, Seyyid Ahmed, Hasan, Remzi, Memduh meşhur kâğıt âharcılarındandır

Derin bir kase içinde 3-4 yumurtanın akı, kibrit kutusu büyüklüğünde bir şap parçası ile 10 dakika kadar bir çırpılarak tamamen köpük haline getirilir. Bir 10 dakika daha çırpılırsa köpüğün bir kısmı sıvılaşır. Bu sıvı bir süre dinlen dirildikten sonra ince bir bezden süzülerek ayrı bir kaba alınır. Sünger, pamuk veya uygun bir fırça yardımı ile aharlanacak kağıdın zeminine bir-iki ya da üç kat sürülür. Ve kağıt serin bir yerde kurumaya bırakılır. Aharın fazlaca kaim olması, kuruyunca çatlamasına sebep olabilir.

Nişasta âharının yapımında buğday nişastası kullanılır, önce soğuk suda ezilen nişastaya sonra bir miktar jelatinle kaynar su ilâve edilir. İyice piştikten sonra süzülür ve kâğıt üzerine süngerle sürülür. Nişasta âharı üzerine bir kat da yumurta âharı çekilirse daha güzel olur.

Gomalakın ispirtoda eritilip gaz bezine sarılmış pamukla kağıda sürülmesiyle de Gomalak Aharı yapılır.

Mühreleme
Mühreleme, aharlanan kâğıtların parlatılmasına yönelik bir nevi ütüleme işlemidir. Aharlandıktan sonra gölgelik ve nemli bir yerde kurumaya terk edilen kağıtlar üzerinde mührenin rahatça kaymasını sağlamak üzere kuru sabuna sürülmüş bir çuha parçası gezdirilir. Daha sonra da çakmak taşından ya da camdan mamul mühre, kağıda tazyik edilerek bir ileri bir geri hareket ile muhtelif istikametlerde sürülür. Parlamanın sağlanmasıyla bu işlem biterse de, kağıtlar bu safhada hemen kullanılmayarak üst üste konur, üzerine de bir ağırlık bırakılır. Bir sene kadar böylece bekletilen kağıtlar kullanıma hazır demektir.

Kağıt Makası
Kâğıt, kumaş gibi ince şeyleri kesmeye mahsus ortadan bir vida ile bağlı iki bıçaktan meydana gelen kesme aletidir. Kâğıt makası, mum makası, terzi makası, oya makası gibi çeşitleri ve farklı şekilleri vardır. Bunlar içinde kâğıt makasları hat sanatına verilen önem sebebiyle özenle yapılır, sanat değeri taşırdı. Bir yazı takımında kalemtıraş, makta’ yanında mutlaka kâğıt makası da bulunurdu. Büyük tabakalar halinde imal edilen kâğıtları istenilen kıtada düzgün kesebilmek için kâğıt makas kullanılırdı. Ustaları Türk olan makaslar İstanbul ve Sivas gibi merkezlerde yapılırdı. Nâdiren Bosna ve Prizren’de de güzel ve zarif işlenen makaslara tesadüf edilirdi. Kâğıt makaslar çelikten, zarif ve uzun gövdeli, içi oluklu, ağızları bir birine uyumlu olurdu. Ekseriya gövde ve sapları altın kakma, mine kaplamalı yapılırdı. Sapları yaylı, açılır kapanır, içine giripte yuvarlak bir şiş gibi olanları da vardı. Saplarında iki parmağın geçip tutması için halkalı kısımları, Allah’ı hatırlatmak için sülüs hatla “ya fettâh” veya çifte “Ali” şeklinde yazı ile yapılır, bazan makası yapan sanatkârın adı oymak suretiyle yazılırdı.

Mıstar
Mistar Kâğıda satır çizmeye yarayan bir alettir. Üzerinde sıra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan ibarettir ki, yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yardımıyla üzerine bastırılarak kabartma çizgiler meydana getirilir. Böylece sayfalar arasındaki satır düzen ve ahengi sağlanmış olur.

Mürekkep
Hat sanatında mürekkep denince ilk akla gelen, isten yapılma siyah mürekkeptir. Kırmızı, sarı ve diğer renklerde de mürekkep yapılmıştır. Çeşitli terkip ve tarifler içinde merhum Necmeddin Okyay’ın siyah is mürekkebi tarifi şöyledir: “Süzülmüş ve bekletilmiş boza kıvamındaki zamk mahlülü havana konup, içine azar azar is atarak tokmak yardımıyla zamka yedirilir. İs havalandığı için birden atmayıp yavaş yavaş karıştırılır ve tokmakla dövülmeye başlanır. Arada koyuldukça su ilâve edilerek daima boza kıvamı muhafaza edilir. Mürekkebin kalitesi, isin iyice ezilip zamkın içinde hallolmasına bağlıdır. Bu da günlerce döğmekle sağlanır (100 ile 500 bin tokmak arası)..”

Mürekkep yapımında kullanılan is; bezir yağı, bal mumu, neft yağı ve son zamanlarda da gazyağından elde edilirdi.

Likaa
Mürekkep sıvı şekliyle kalemin istifadesine sunulmaz, önce Lika adı verilen bir tutam kadar, su ile yıkanmış ham ipeğe emdirilir daha sonra kullanılır. İçinde lika olmaksızın hokkaya daldırılan kalemin ucunda mürekkep fazlaca toplanır. Kalemin kağıda teması anında bu mürekkep birden zemine yığılacağından, yazılan harfin başlangıç kısmı lüzumundan fazlaca kalın ve kaba bir görünüm arz edecek, dolaysıyla da yazının güzelliğini bozacaktır. Likanın sağladığı bir başka fayda da, hokkanın ağız kısmının aşağı bakması halinde bile mürekkebin dökülmemesidir.

Hokka, kalemdan ve divit
Mürekkep, lika adını verdiğimiz ham ipeğe emdirilmiş şekilde Hokka içersinde muhafaza edilir. Hokkalar genellikle madenî, bazen de cam veya sırlı topraktan mamul olup genişliği derinliğinden büyük olur.

Kalemlerin içinde saklandığı çoğu zaman silindir şeklindeki bazen kutu şeklinde de olur. mahfazaya Kalemdan veya Kubur denmektedir. Kalemdan ile hokkanın birbirine monte edilmiş şekline de Divit adı verilir.

Kaynak: Sema Onat & tezhipnedir.wordpress.com & kalemguzeli.org
 
Yukarı Alt