Akıl Oyunları / Üç Heykel...

Murat Vardar

Uzman Üye
Uzman Üye
Kayıt
14 Ocak 2012
Mesaj
4.332
Tepki
1.051
İki komşu ülkenin hükümdarları, birbirleriyle savaşmaz ama her fırsatta birbirlerini zeka oyunlarıyla taciz ederlerdi...
Bu da, doğum günleri ve bayramlarda birbirlerine ilginç hediyeler göndererek karşıdakine zekâ
gösterisi yapma şeklinde olurdu.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı.
İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeliydi.
Aralarında tek bir fark olacak ama bu farkı sadece ve sadece ikisi
bilecekti. Günler ayları kovaladı, sonunda heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke
hükümdarına gönderildi. Heykellerle birlikte bir de mektup yollanmıştı. Şöyle diyordu heykelleri
yaptıran hükümdar: "Sevgili Dostum, doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel
birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O
heykeli bulunca bana da haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar, bu jeste önce çok sevindi ama sonra da sinirlendi. Komşu yine akıl almaz
bir bilmeceyle onu köşeye sıkıştırmıştı. Hemen heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel, gramına kadar
eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir
dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler ve aylar geçti. Her geçen günle birlikte hükümdarın sabrı taşıyordu ve maalesef bir türlü
cevabı bulamıyorlardı. Bütün ülke seferber olmuş ama bir çözüm üretilmemişti. Sonunda,
hükümdarın zindana attırdığı isyankar genç de bu durumu öğrenmişti. Genç çözümün kendisinde
olduğunu söyleyen bir haber uçurttu hükümdarına. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç,
hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi kalmayan hükümdar bu
gence de bir fırsat vermek istedi. Aylar geçip de komşu hükümdara sevinçli haberi yollayamamak
onu kahrediyordu.
Genç önce heykelleri saatlerce inceledi, sonra da çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci
heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel, kulaktan
girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor,
oradan öteye gitmiyordu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı, büyük bir
gururla yazdı:
"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından
çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen
insandır….’’
Bu mesajdan sonra düşünme sırası tekrar diğer hükümdara geçmişti….
İşte hikaye böyle.. Dersler de çeşitli…


Günümüzde de, sorunlar keşke böyle zeka oyunlarıyla çözülse. Kimse ölmeden, zekayla kazanılan
zaferler ve yenilgiler olsa…
Keşke iş hayatında da, rekabetin en azılısı bile kanlı olmak yerine, zeka kokan meydan okumalarla
yapılsa...
Keşke iş hayatında yöneticiler, çalışanlarının sesini duyabilse, onlara fırsat tanısa ve onların
fikirlerini yüreklendirse. Güvenilen kişiler soruna çare bulamazken, hiç umulmayan bir çalışan
soruna çözüm olabilir. Zira çözümün ve yaratıcılığın, nereden geleceği hiç belli olmaz
Keşke sadece konuşmak yerine, dinlemesini de bilebilsek. Karşısındakine değer verip onu dinlemeyi
bilen her zaman kazanmıştır.
Keşke, öyle bir yaşasak ki hiç ‘keşke’(miz)lerimiz olmasa…
 
Yukarı Alt