Bizim köyün otobüsü...

danisman

Consultant
Kayıt
27 Nisan 2009
Mesaj
1.504
Tepki
30
Hey gidi günler dediğiniz olur mu hiç? Ben çoğu zaman derim, eskileri hatırlamaktan hoşlanan bir yanım var sanırım veya insanlar yaşlandıkça eskiye özlem duyuyor. Siteye eklenmiş olan bir otobüs resmi gördüm, bir anda eskilere gitti düşüncelerim. Kapadım gözlerimi, hatırladım, çocukluk yıllarımdaki unutulmaz yolculukları.

Her yolculuğumuz ayrı bir maceraydı, hepsi unutulmazlar olarak kayda geçmiş hafızamda, gördüğüm o resimle, uzayıp gittim o yıllara…

Bizim köyünde eski bir otobüsü vardı, hurda, kırık dökük, içerisi leş gibi sigaraya kokan, camları sararmış, koltukları yıpranmış, yıpranmış bile az gelir aslında, otuz kişilik olan otobüse, dolardık elli atmış kişi, saat sabahın altısı, herkes mutlaka bir şeyler götürürdü şehre, deyim yerindeyse balık istifi olurduk.

Kimisi tavukları atardı bagaja, kimisi horozlarını, kimisi kazlarını, kimisi mevsimine göre meyve sebze, otobüs değil, sanki göç arabasıydı. Yani, yolcular sadece kendilerini değil, umutlarını da taşırlardı bagajlarda, ekmek umutlarını.

Yolculuklar çok uzun sürmezdi ama sohbetler karışırdı o kötü havanın içine tüm samimiyetiyle. Beklide en güzel yanı buydu yolculuklarımızın. O otobüsle yapılan yolculuklarda, kimin düğünü var, kimin hastası var, kimin oğlu askere gidecek, kim nerede, ne yapıyor, her şeyi duyar öğrenirdiniz. Otobüsün en önüne oturmayı çok severdim, arabaların plakalarına bakar, ezberlerdim, küçük olduğumdan, her yere sığıyordum zaten, bir de kış aylarında, içeride olan motorun üst kısmı, laf aramızda, en sıcak yerdi.

Otobüsün gürültüsü, patırtısı, hastaların öksürmesi, tıksırması hiç eksik olmayan başlıca yol azıklarımızdandı. Şoför bazen bağırır arka tarafa “yavaş konuşun ağalar, burada duymuyos birbirimizi” diye. En çok da bu hoşuma giderdi, düşünsenize, içeride ki ses düzeyini, en arkadakilerin konuşması, en öndekilere kadar geliyor, üstelik öndekiler biri birini anlayamıyor.

Olmazsa olmazlardan birisi de, otobüsün sürekli çalan radyosuydu. İlk yola çıkıldığında sabah haberlerini verirdi TRT radyosu, sonra o güzelim türküler geçidi başlardı ki, arkalarda aşk acısı çeken gençler dalar giderlerdi. Karadır kaşların, ferman yazdırır...

Şimdilerde bazen, açarım yine TRT’yi, tazelerim o günleri, hala aynı türküleri çalıyorlar sağ olsunlar.

Kış aylarında, yarı sigara dumanı, yarı kalabalıktan mıdır, nedir, sıcacık olurdu otobüsümüzün içi, dışarıdaki zemheri hiç etkilemezdi insanı, beklide bu sıcaklık insanların saflığından ve kalplerinin temizliğinden kaynaklanıyordu. Gerçi, yaz aylarında tam tersi, cehennem sıcağı gibi olurdu içerisi, bir de yanınızda soğan, sarımsak yiyen varsa, işkenceye dönerdi yolculuğunuz ama her şeye rağmen güzeldi o yıllar.

Beklide güzellik gerçekten yokluktan kaynaklanıyordu. Şimdilerde sanal yokluklar oluşturuluyor, hani, dünya çapında krizler, vesaireler, eskiden gerçekten yokluk vardı, kimse numaradan yokluk içinde görünmeye çalışmazdı. Dürüstlük sanırım o yıllarda kaldı, ikiyüzlü insanlar barınamazlardı insanların içinde, deşifre olurlardı ve kimse tarafından sevilmezlerdi.

Memleket sevdası vardı insanların içinde, bir günlüğüne gidilen şehirden dönüşte, yolcuların köye olan özlemi, gözlerinden anlaşılırdı, zaten bir yorgunluk çökerdi tüm yolcuların omzuna, sağa sola koşuşturmaktan. Dönüşte, sohbet seslerinde azalma olurdu biraz. Yine çalardı radyomuz en güzel, en yanık, en içten türküleri.

Yeni kıyafet alanlarımı ararsınız, yeni kasket alanları, yeni fistanlık kumaş alanları, yeni bir şeyler, mutlaka alırdı köye dönenler. Birde her yolcunun aldığı “somun, çarşı ekmeği” olmazsa, olmazlardandı dönüş yolculuklarında. Türüm, türüm kokardı o somun ekmekler, ya da bize öyle geliyordu, evlerin sofralarına sanki et gelmiş kadar renk katardı o kuru ekmekler.
Bazen kalırdı ekmekler ve ertesi sabah kızartılırdı kuzine sobaların böğürlerinde, üzerine çalınırdı tereyağları bir de demli çay, kahvaltının en hasıydı sanırım.

Şimdilerde, önümüzde her şey oluyor ama ne tadı var, ne tuzu, o güzelim lezzeti bulmak ne mümkün. Sanırım ne varsa eski günlerde var, o zamanki insanlarda var, aslında, hava aynı hava, su, aynı su, insanlarda aynı toprağın insanı ama bir tuhaflık var bu zamanda. Zaman mı tuhaf, bizler mi tuhaflaştık, tanınmaz olduk, anlamak mümkün değil.

Yine köyümüzün var bir otobüsü, konforlu, rahat, kaliteli ve teknoloji harikası, geçemlerde köyümüze gittiğimde, onunla gittim şehre, fakat eski tadı yoktu yolculuğun, kimse kimseyle konuşmuyordu, ben de konuşmadım kimseyle, zaten şoförde dönüp arkaya bağırmadı “yavaş konuşun ağalar, burada duymuyos birbirimizi” diye, radyoda türküler değil, dımtıs, dımtıs çalıyordu bir şeyler…

Sonra, neden böyle olduk, neden böyleyiz diye düşünmekten de alamadım kendimi. Teknoloji ve bilimin ilerlemesi, bizlere ne kazandırıyor, neleri çalıp gidiyor, sordum kendime, cevaplarım, beni bile tatmin etmedi…

Hey gidi günler, hey…


Yeniden görüşmek üzere, hoşça kalın…

Ozan Muhammet CANDAN
Grafikerler. Org
 

yakan

Üye
Kayıt
15 Haziran 2009
Mesaj
232
Tepki
0
Yazınızı büyük bir keyifle okudum,kendi ilçeme gidip geldim bir an olsun, ilçemize gelen köylüler geldi gözümün önüne.Bizimde dükkanımız vardı .Pazar alışverişine gelen köylüler genelde deterjan almak için uğrardılar bizim dükkana, onlara göre bütün deterjanlar " Tursil" di. Aşağı "Tursil" yukarı "Tursil". Bayılırdım köylülerin "Hele ordan bi tursil ver" demelerine.

Elinize sağlık Ozan Muhammet Bey.Yazının son kısmında anlattıklarınız çağımızın hastalığı maalesef
 

danisman

Consultant
Kayıt
27 Nisan 2009
Mesaj
1.504
Tepki
30
@yakan


Çok doğru Sayın Yakan, teşekkür ederim beğendiğiniz ve okuduğunuz için...
 
Yukarı Alt