yakamoz
Üye
- Kayıt
- 11 Haziran 2008
- Mesaj
- 130
- Tepki
- 0
Muş’ta görev yapıyordum. Her akşam karşı yoldan geçen ilkokul öğrencisi… Bir kız çocuğu, siyah önlüğü, beyaz kurdelesiyle. Sol omzunda asılı çantası… Sağ kol altında yaslandığı ağaçtan kol değneğiyle.
Aksaya aksaya gidiyor. Sadece sakat olan ayağından değil… Kendi büyüdüğü için kısa kalan koltuk değneğinin kalan kısalığını da ayağının aksaklığına ilave ederek. Yüzünde çocuksu masumiyetin verdiği gülümseme. Umurunda bile değil dünya…
Yüreğim burkuluyor. Bir parça buluyorum onda kendimden. Sorumlu hissediyorum kendimi… Hatta suçluluk hissediyorum, sağlam bacaklı olmaktan…
Çağırıyorum. Geliyor. Dik dur diyorum. Dikeliyor bir karış kısa kalan koltuk değneğinin yanında, özürlü ayağı da yarım havada. Ölçü alıyorum. Yarın akşam geçerken bana uğra diyorum. Uğrarım diyor gülerek.
Okul atölyesinde ölçüsüne uygun bir koltuk değneği yapıyorum. Muş’un karında buzunda kaymasın diye ucuna kauçuk ve çivi çakarak. Siyah vernikle de parlatıyorum, yeni bir şey kullanmanın hazzını yaşayacağını umarak.
Geliyor, at onu diyorum, eski değneğini göstererek… Şaşırıyor, ben onsuz ne yaparım diyerek… Bekletmeden yenisini veriyorum kolunun altına, sezdirmeden ölçüsünü kontrol ederek. Yürü diyorum, arkasından aksama olup olmadığına bakarak. Seviniyor, yüzünde gülücükler açarak. Teşekkür ediyor.
Akşamları geçerken onu izliyorum, yürümesini gözleyerek. Çocuklar hızlı büyüyorlar, değneğin kısa kalmasına aldırmayarak. Ara sıra gel diyorum… Ya boyunu ayarlıyorum değneğin ya da bir yenisini yapıyorum. Hep o çocuksu mutluluğunu görerek
Şimdi büyümüştür. Orta yaştadır. Kim bilir nerede, nasıl, ne yapıyor. Artık boyu ayarlanabilen değnekler var. Umarım mutludur.
Bu resmi görünce o aklıma geldi. Hala gitsem sanki o çocuğu okul yolunda göreceğimi düşleyerek… Belki de çoktan yenilerine nöbeti devretti.
Mehmetçiğin tüfeğiyle özdeşleşmiş koltuk değneği. İşte esas duruş… Ayağının çıkardığı her türlü engele rağmen… Yavrum günahın neydi… Neyin bedelini ödüyorsun. Suçun neydi… İnan ben de bilmiyorum.
Sadece seni anlamaya, anlatmaya çalışıyorum. Yeni bir koltuk değneği yapma misali…. Sordum kendime, onun adına cevaplayarak…
Sen nereden bileceksin içinde kopan fırtınayı?
Hiç değneğe mahkûm olmadın ki…
Farkında mısın, seni taşıyan ayakların seni dik tuttuğunun.
Yürüyememenin, koşamamanın aczini yaşadın mı hiç?
Hiç özendin mi çakı gibi duran o askerin heybetli duruşuna?…
“Keşke ben de!… bir de ayaklarım tutaydı” dedin mi hiç.
Top peşinde koşamamanın, arkadaşlarınla yarışamamanın eksikliğini
Asker olamamanın, o elbiseyi giyememenin,
Tüfek tutamamanın, selam verememenin ezikliğini…yaşadın mı hiç?..
Şu koltuk değneği… seni ayakta tutan, seni taşıyan…
Dostun mu düşmanın mı bilemediğin, karar veremediğin.
Keşke o heybetli askerin tüfeği olaydı… diye düşündün mü hiç?.
Anlamak istiyorsan gerçekten onu?
Bürünüver onun kimliğine, onun gibi düşün…
Kaybedersin kendini gerçekle hayal arasında,
Dalarsın, özürlü olduğunu bile unutarak,
Koşarsın, atlarsın, hatta gol bile atarsın…
Dimdik de yürürsün hem de aksamadan…
Özlemlerin unutturur acizliği, çaresizliği…
Özrün de kaybolur, atlet sanırsın kendini
Diğerlerinin ne diyeceğini umursamazsın.
Dikiliverdin mi, değneğinle…
O heybetli duruşu sergilercesine…
Görsünler… Aslında ben neymişim dercesine…
Keşke hayal ettiğin gibi olsa… yada hayallerin gerçek olsa…
Hiç uyanmasan, uyanıkken gördüğün rüyadan
Neden ben… diye anlamsızca sormasan kendine…
Sanki cevabı vermesi gereken senmişin gibi…
Aslında bir şey de istemiyorsun. Sadece anlayışlı olsunlar, biraz saygı göstersinler. Azıcık yardım etsinler, zorlaştırmasınlar, kolaylaştırsınlar.
Kimler mi? Sorunun cevabını vermesi gerekenler.
Kimler mi? Ben insanım diyenler.
Kimler mi? Ben de olabilirdim diyenler.
Kimler mi? Günah çıkarmak isteyenler.
Kimler mi? Yeni bir değnek yapmak isteyenler…ALINTIDIR.
Aksaya aksaya gidiyor. Sadece sakat olan ayağından değil… Kendi büyüdüğü için kısa kalan koltuk değneğinin kalan kısalığını da ayağının aksaklığına ilave ederek. Yüzünde çocuksu masumiyetin verdiği gülümseme. Umurunda bile değil dünya…
Yüreğim burkuluyor. Bir parça buluyorum onda kendimden. Sorumlu hissediyorum kendimi… Hatta suçluluk hissediyorum, sağlam bacaklı olmaktan…
Çağırıyorum. Geliyor. Dik dur diyorum. Dikeliyor bir karış kısa kalan koltuk değneğinin yanında, özürlü ayağı da yarım havada. Ölçü alıyorum. Yarın akşam geçerken bana uğra diyorum. Uğrarım diyor gülerek.
Okul atölyesinde ölçüsüne uygun bir koltuk değneği yapıyorum. Muş’un karında buzunda kaymasın diye ucuna kauçuk ve çivi çakarak. Siyah vernikle de parlatıyorum, yeni bir şey kullanmanın hazzını yaşayacağını umarak.
Geliyor, at onu diyorum, eski değneğini göstererek… Şaşırıyor, ben onsuz ne yaparım diyerek… Bekletmeden yenisini veriyorum kolunun altına, sezdirmeden ölçüsünü kontrol ederek. Yürü diyorum, arkasından aksama olup olmadığına bakarak. Seviniyor, yüzünde gülücükler açarak. Teşekkür ediyor.
Akşamları geçerken onu izliyorum, yürümesini gözleyerek. Çocuklar hızlı büyüyorlar, değneğin kısa kalmasına aldırmayarak. Ara sıra gel diyorum… Ya boyunu ayarlıyorum değneğin ya da bir yenisini yapıyorum. Hep o çocuksu mutluluğunu görerek
Şimdi büyümüştür. Orta yaştadır. Kim bilir nerede, nasıl, ne yapıyor. Artık boyu ayarlanabilen değnekler var. Umarım mutludur.
Bu resmi görünce o aklıma geldi. Hala gitsem sanki o çocuğu okul yolunda göreceğimi düşleyerek… Belki de çoktan yenilerine nöbeti devretti.
Mehmetçiğin tüfeğiyle özdeşleşmiş koltuk değneği. İşte esas duruş… Ayağının çıkardığı her türlü engele rağmen… Yavrum günahın neydi… Neyin bedelini ödüyorsun. Suçun neydi… İnan ben de bilmiyorum.
Sadece seni anlamaya, anlatmaya çalışıyorum. Yeni bir koltuk değneği yapma misali…. Sordum kendime, onun adına cevaplayarak…
Sen nereden bileceksin içinde kopan fırtınayı?
Hiç değneğe mahkûm olmadın ki…
Farkında mısın, seni taşıyan ayakların seni dik tuttuğunun.
Yürüyememenin, koşamamanın aczini yaşadın mı hiç?
Hiç özendin mi çakı gibi duran o askerin heybetli duruşuna?…
“Keşke ben de!… bir de ayaklarım tutaydı” dedin mi hiç.
Top peşinde koşamamanın, arkadaşlarınla yarışamamanın eksikliğini
Asker olamamanın, o elbiseyi giyememenin,
Tüfek tutamamanın, selam verememenin ezikliğini…yaşadın mı hiç?..
Şu koltuk değneği… seni ayakta tutan, seni taşıyan…
Dostun mu düşmanın mı bilemediğin, karar veremediğin.
Keşke o heybetli askerin tüfeği olaydı… diye düşündün mü hiç?.
Anlamak istiyorsan gerçekten onu?
Bürünüver onun kimliğine, onun gibi düşün…
Kaybedersin kendini gerçekle hayal arasında,
Dalarsın, özürlü olduğunu bile unutarak,
Koşarsın, atlarsın, hatta gol bile atarsın…
Dimdik de yürürsün hem de aksamadan…
Özlemlerin unutturur acizliği, çaresizliği…
Özrün de kaybolur, atlet sanırsın kendini
Diğerlerinin ne diyeceğini umursamazsın.
Dikiliverdin mi, değneğinle…
O heybetli duruşu sergilercesine…
Görsünler… Aslında ben neymişim dercesine…
Keşke hayal ettiğin gibi olsa… yada hayallerin gerçek olsa…
Hiç uyanmasan, uyanıkken gördüğün rüyadan
Neden ben… diye anlamsızca sormasan kendine…
Sanki cevabı vermesi gereken senmişin gibi…
Aslında bir şey de istemiyorsun. Sadece anlayışlı olsunlar, biraz saygı göstersinler. Azıcık yardım etsinler, zorlaştırmasınlar, kolaylaştırsınlar.
Kimler mi? Sorunun cevabını vermesi gerekenler.
Kimler mi? Ben insanım diyenler.
Kimler mi? Ben de olabilirdim diyenler.
Kimler mi? Günah çıkarmak isteyenler.
Kimler mi? Yeni bir değnek yapmak isteyenler…ALINTIDIR.