İlk aşkım...

danisman

Consultant
Kayıt
27 Nisan 2009
Mesaj
1.504
Tepki
30
Aşk konusunda yazmaya bayılıyorum, konu aşk olunca zihnim açılıyor ve tüm hücrelerimde yazmak adına ne kadar kelime varsa sağa sola koşuşturuyor. Aşk deyince aklıma “ilk aşkım” gelir.

Aşk deyince aklınıza neler geliyor? Ne düşünüyorsunuz? Aklınıza ilk gelen nedir? Sevgili mi? Hayat arkadaşı mı? Anneniz mi? Babanız mı? İlkokul aşkınız mı? Yoksa ömrünüz boyunca karşılıklı atışıp duracağınız bir baş belası mı?

Hangisi sizin için geçerli, bunu bilmiyorum elbette ama herkesin unutamadığı çok özel bir aşkı, saklıdır yüreğinde.

Cenneti görmedim, nasıl olsa görenler de yok yeryüzünde. Fakat herkesin gözünde cennet bir başka şekilde canlanır ve o canlandığı şekilde hayal edilir. Benim için o “cennete kavuşmak kadar” önemliydi, istiyordum.

Yaşım henüz küçüktü, ilkokul beşinci sınıftaydım ve okul yeni tatile girmişti. Gelecek yıl artık büyüyecek ve ortaokul sırlarındaki yerimi alacaktım. O döneme ait hatırladığım tek şey var, muhteşem bir güzellik ve yüreğimde ona karşı taşıdığım sevgi. İlk gördüğüm zaman, evet, bu kesinlikle benim olmalı ve ona sahip olmalıyım dedim.

Aileme konuyu ilk açtığım zaman, babamın gözündeki çaresizliği ve annemin gözlerini gözlerimden kaçırışını hiç unutamam. Ne de olsa, dar gelirli bir memur çocuğuydum ve iki kardeşim daha vardı ardımda. Benim sahip olmak istediğime, diğerleri de sahip olmak isterlerse, evdeki dengeyi nasıl sağlayacaklardı veya ay sonunu nasıl getireceklerdi, belki de tüm bunları düşünmüşlerdi.

O gece hayatımın ilk hayal kırıklığını yaşamış olmam ve isteğimin kibarca reddedilmesi, benim beklide, ilk psikolojik buhranları yaşamama neden olmuştu. Tüm dünya başıma yıkılmışçasına kötü şeyler hissediyordum, bir yol bulmalıydım aşkıma kavuşmak için. Sabah olmak bilmemiş ve ilk kez duvarların üzerime gelişlerine şahit olmuştum. Sonraları birçok kez bundan daha kötü gecelerim de olmadı değil, onları da zamanı geldiğinde paylaşırız.

Sabaha karşı uykusuzluktan olsa gerek derin bir uykuya dalmışım, annemin “kahvaltı hazır, uyan artık, demesiyle” kendime geldim, yüzümü yıkayıp, kahvaltı sofrasına oturdum. Önceki gece yaşananlar, sanki hiç yaşanmamış gibi davranıyordum, belli ki ailem de konunun unutulması taraftarıydı, yumurtaların tüm sarıları bana verilmişti. Kahvaltımı yaptıktan sonra bahçeye çıktım, bulunduğumuz yer küçük bir Anadolu kasabasıydı ve yapacak çok fazla bir şey yoktu.

Rutin oyunlarımız vardı arkadaşlarımızla, çelik çomak tarzında ve futbol, o elimizde taşırken yorulduğumuz, üzerinde kaç adet yama olduğu bile belli olmayan ama peşinden koşturup durduğumuz “ içli, dışlı” futbol topumuz, o dönemde böyle isimlendiriyorduk, futbol toplarını. Bazen de toplanır, kasabanın dışında yer alan “bostanlık” olarak isimlendirilen yere giderdik yürüyerek, aramızda birisi vardı yürümeyen ve “aşkımla beraber” en önden oraya varan.

Salih, kasabanın en varlıklı ailelerinden birisinin çocuğuydu ve benim aşık olduğum biriciğim, sadece onun yanındaydı. Güzeller güzeli “Pinokyo, bisiklet”

Salih, arada bir aşkımla buluşmama izin veriyor, fakat babasının kimseye vermemesi konusunda ki telkinlerini de kulak arkası yapamıyordu. Ne de olsa o güzelim “Pinokyo” ona aitti.

O gün bir karar vermiştim, benim de bir “Pinokyom” mutlaka olmalıydı. Ne yapmak gerektiği konusunda uzunca düşündüm ama yapabileceğim çok fazla bir şey olmadığına karar vererek, umutsuzluğa kapıldım.

Sonra, kasabanın meydanına doğru yürümeye başladım, birden dikkatimi karpuz kamyonu çekmişti, birisi yukarıdan karpuzları atıyor, aşağıda duran da alıp yere sıralıyordu. Evet, bunu ben de yapabilirdim, hemen çalışanların yanına koştum, bende çalışayım mı, dedim. Adam bir bana baktı, sonra yukarıdaki arkadaşına, bu çocuk da çalışayım diyor, çalışsın mı, dedi. O an oradaki adamın ağzından çıkacak kelime benim için öyle büyük bir önem taşıyordu ki, anlatamam, sanki mahkeme karşısındaydım, idam edilsin mi, yoksa affedilsin mi, diye bekleyen mahkumlar kadar heyecanlıydım.

Tamam, çalışsın, kararı çıktığında, dünyalar benim olmuştu. Hemen işe koyuldum, attıkları her karpuz beni öylesine sarsıyordu ki, fakat hiç umursamadan işime devam ettim, yaklaşık iki saat kadar sonra kamyon boşalmıştı. Ben de, deyim yerindeyse, üzerinden koca bir tır geçmiş kadar yorgun düşmüştüm.

Sonra, iş arkadaşlarım kendi aralarında konuşup, bana ne kadar vereceklerini kararlaştırdılar, işte, hayatımın ilk parasını çalışıp kazanmış ve avucuma almıştım. Tekrar ne zaman karpuz geleceğini sordum, ne zaman geleceği belli olmaz, sen arada bir bak, arabayı görürsen, gel hemen dediler. Onlarda, bende ki çalışma azmini keşfetmiş olmalıydılar, belki de bu hoşlarına gitmişti.

Yanlış hatırlamıyorsam, babamın bana verdiği, iki haftalık harçlığa eş değer bir paraydı kazandığım. Tüm yorgunluğum bir anda kaybolmuş, kuş kadar hafiflemiştim. artık her gün kontrol ediyor, karpuz kamyonlarını gördüğümde mutluluktan uçuyordum, benim bir işim vardı ve "aşkıma" kavuşmak için çok çalışmam gerekliydi. Fakat buradan kazandıklarımla aşkıma kavuşmak, çok da kolay değildi. Çünkü biricik aşkım, kazancıma göre oldukça pahalıydı ve benim daha çok kazanmam gerekiyordu.

Karpuz kamyonları her gün gelmiyor, fakat benim her gün mutlaka kazanmam gerekiyordu. Bu küçücük kasabada yapacak başka işler mutlaka olmalıydı. Sonra “kıraathaneler, kahveler” dikkatimi çekti. Çok güzel iş yapıyorlardı, boş olan köylüler vakit geçirmek için sürekli oralarda takılıyor, oyun oynuyorlardı. İş için gittiğimde yeni bir hayal kırıklığı yaşamıştım, yaşın küçük seni kahvede çalıştıramayız, demişlerdi. Akşam yatağımda uzanmış düşünürken, kasabanın çay bahçesi aklıma geldi.

Ertesi sabah erkenden kalktım ve doğruca parka gittim. Çay ocağında duran kişiye, çaycılık yapabileceğimi söyledim. Daha önce yaptın mı ki, diye sorulduğunda, hayatımın en önemli yalanını söylemek durumunda kaldım. Hiç yapmamış olamama rağmen cevabım, “evet” olmuştu. Biraz yüzüm kızarmış olsa da, aşkıma kavuşmak için söylemiştim bu yalanı. Kaldı ki, çay taşımanın nesi zordu ki, tamam dedi ve işe alındım.

Akşam saat on yediye kadar çalışacaktım, öyle anlaştık. Fakat bir sorun vardı, karpuz kamyonları geldiğinde nasıl gidecektim, patronuma bu konuyu da söylemem gerektiğine karar verdim. Patronum ilk önce kabul etmedi ama böyle ucuz fiyata çalışacak başka bir eleman bulamayacağını da düşünmüş olsa gerek, tamam, karpuz kamyonu geldiği zamanlar gidebilirsin, dedi. Bu beni çok mutlu etmişti, çünkü haftada iki üç gün çifte yevmiye kazanacaktım.

Yaklaşık on beş gün kadar çalışmış ve üstelik aileme de bu konuda hiçbir şey hissettirmemiştim. Sadece annem, bendeki o müthiş yorgunluğu, çok koşturmama ve top oynamama bağlıyor, o yönde nasihatler ediyordu. Oysa ben uzun zamandır top oynayamıyordum, çünkü aşkıma kavuşmak, top oynamaktan daha mühimdi. Kazandıklarımın bir kuruşunu bile harcamıyor, her gece gizlice sayıyordum.

Artık öyle bir hale gelmiştim ki, nerede iş varsa hemen koşturuyordum. Bir gün buğday boşaltan bir ihtiyar görmüştüm iş dönüşünde, ona da, çalışabilirim istersen dediğimde, az gülmemiş ve ne kadar vereceğim, diye sormuştu. Ben de ne verirsen ver, çalışırım demiştim. O buğday tozunun kaşıntısı, bana epeyce bir çile çektirmişti ama ihtiyar bana o güne kadar kazandığım en güzel parayı vermişti.

Yaklaşık bir ay dolduğunda ben gece gündüz çalışmaktan ayakta duramayacak duruma gelmiş ve yatağa düşmüştüm. Bir an evvel kalkmak ve çalışmak durumundaydım, üç günüm yatakta geçmişti, bu büyük bir kayıptı, belki yattığım günleri de para kazanarak geçirebilsem, aşkıma daha çabuk kavuşacaktım. Çünkü daha, çok eksiğim vardı aşkıma kavuşmak için. Paralarımı bir kez daha saymaya karar verdiğimde, annemin odaya girmesiyle deşifre olmuştum.

Anneme durumu anlattığımda gözleri dolmuş ve seninle gurur duyuyorum oğlum diye yanağımdan öpmüştü. Sonra akşam aile meclisi toplanmış ve bu durum konuşulmaya başlamıştı, babam önce çok kızmasına rağmen, sonra kucaklamış ve sen yat ve iyileş, şimdi paralarını da, bana borç ver olur mu, dedi. Ben de, çaresiz kabul etmek durumunda kaldım. Zaten rahatsız olduğum için olsa gerek, uyuyup kalmışım.

Annemin sesiyle uyandığım zaman saat kaçtı hatırlamıyorum, annemin sesiyle birlikte, bir de zil sesi duymuştum. İnanılır gibi değildi, bu aşkımın sesi miydi? Yoksa, ben artık hayal mi görmeye başlamıştım. Evet, bu aşkımın sesiydi, hemen fırladım yatağımdan ve kapının önünde, babamın ellerinin arasında “o güzelim kırmız rengiyle” aşkımı gördüm, babam ve aşkım bana gülümsüyorlardı.

Belkide dünyada yaşadığım, en mutlu anlardan birisiydi benim için, bir çırpıda kaptım babamın elinden ve aşkıma kavuştum.

Ne kadar dolaştığımı, daha doğrusu kasabayı kaç kez turladığımı hatırlamıyorum, fakat hatırladığım en önemli şey, arkamdan koşturan kasabalı çocukların, hayran bir şekilde beni takip etmeleriydi.

O yaz hafızamdan asla silinmedi, çünkü “inanmak ve başarmak” adına ilk adımımı atmış ve bunu başarmış olmakla da kendimi keşfetmiştim. İnandığın bir şey nasıl gerçeğe dönüşebilir, bunu bizzat yaşamıştım. Ben aşkıma kavuşmak için gerekeni yapmış ve çalışmış, sonunda da ona kavuşmuştum.

İnandığınız sürece, çocukta olsanız, yetişkinde olsanız, amaçlarınıza mutlaka ulaşırsınız. Siz sadece hayal edin, isteyin ve çalışın, gerisi zaten gerçekleşecektir…



Ozan Muhammet CANDAN
grafikerler.org
 
Yukarı Alt