inanyilmaz
Üye
- Kayıt
- 20 Mart 2009
- Mesaj
- 2
- Tepki
- 1
Tekrar merhaba,
Son tartışmaların dışında kalmaya çalışarak, yazılarda geçen hukuki meseleler hakkında fikir yürütmeye çalışacağım.
** Hukukumuzda insanların örgütlenmesi konusunda geniş bir yelpazenin varlığından söz edebiliriz, dernek, vakıf, oda, meslek birliği, sendika, siyasal parti..vs elbette legal olanlardan söz ediyoruz zira illegal olusumlar olabileceği gibi de facto yapılar da bulunmaktadır - en somut örneği yazıştığımız bu öbektir-
Bu yapıları temelde, kuruluşu ve faaliyeti belli bir otoritenin onay/iznine tabi örgütlenmeler ve serbest örgütlenmeler diye ayırabiliriz. Bu çerçeveden bakıldığında tartışmaya konu edilen oda ve meslek birliği maalesef izne tabi yapılar arasındadır. Bunun temelinde ise hizmetin "kamusal" niteliği ile bu yapıların gerek üyeleri gerekse dış dünya için normlar koyabilen bir anlamda genel iktidarı paylaşan nitelikleri öne çıkmaktadır. Örneğin faaliyet için odaya kayıt zorunluluğu, faaliyetin esaslarının ve mensubun niteliklerinin önceden belirlenmiş olması ve mutlaka merkezi iktidar ile denetim ve izin ilişkisi içerisinde bir ilişkinin tasarlanmış olması gibi. Nitekim barolar, tabipler birliği, esnaf odaları vb kuruluş kanunlarnda bu kuruluşların kamu kurumu niteliğinde meslek odası olduğu açıkça belirtilmektedir.
--Tıpkı tabipler, avukatlar gibi bir birliğe sahip olabilmeniz için Bakanlar Kurulu önerisiyle meclisten bir kuruluş kanunu geçirmeyi başarmanız gerekecek olup, bunun için epey bir fiziki ve siyasi güce gereksiniminiz olduğunu düşünüyorum (var mı yok mu bilemem). Fikir ve sanat eseri kanunu kapsamındaki meslek birliği ise diğer pek çok şartın yanısıra, Kültür Bakanlığının izni ile (bkz 5846 sayılı yasa md. 42) kurulabilecektir.
** Kültür Bakanlığı kapsamındaki meslek birliği ile ilgili hemen bir notu belirtmeliyim ki, hukukumuzda hukuki normlar bir pramit dizgesine benzetilir, bugün için bir sıralama yaparsak, en üstte paralel olarak anayasa/uluslararası sözleşme, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge, sirküler... vs gibi giden gerek yasama ve gerekse kamu idarelerinin paralel düzenlemelerini görürüz. Mantığın şu şekilde işlediği varsayılmaktadır, anayasa hükmünü somutlamak için meclis iradesi ile yasa yapılır, yasaların nasıl uygulanması gerektiğini genel nitelikte açıklamak için yasaya uygun tüzük, somut bir alan veya konuyu aydınlatmak için yönetmelik... vs gibi giden bir diziliştir, sistematik. Tüzük denen şey de objektif bir hukuk normu olup, fikir eseri olarak değerlendirilemeyeceği gibi, zaten tüzüğün nasıl olması gerektiği bizatihi ilgili kamu kurumu tarafından hazırlanıp yayınlanır (bkz Kültür bakanlığı sitesindeki meslek birliği tüzüğü), elbette bu tüzükle bağdaştığı sürece eklemeler yapmak imkanı vardır ancak kurallar ve temel bütün nitelikler kamu otoritelerince zaten belirlenmiştir.
--Grafikerlerin yasa gereğince (md.4/6) meslek birliği kurabileceği tatışmasız olup, 60 a yakın kurucu niteliği taşıyan (bu da tüzükte düzenlenmiştir) kişinin başvurusu ile bu süreci başlatabilirsiniz.
"Allah kimseyi mahkemeye düşürmesin" kapsamında bişeyler söylemek gerekirse, özel hukuk diye tarif ettiğimiz, tazminat, boşanma, miras vs gibi konularda birisi mahkemeye başvurup dava açmadığı sürece hiç bir mahkeme hiç bir davaya kendiliğinden bakmaz yani davacısız dava olmaz. Hukuki bir talep hakkınız olduğuna ya da haksızlığa uğradığınıza inanıyorsanız mahkemeye gidersiniz ve mahkemenin de sizin bu inancınızı paylaşmasını istersiniz, ancak süreç içinde artık bu inancınızı kaybetmişseniz ya da dile getirilmesini artık anlamlı bulmuyorsanız davayı bırakma yolunu seçersiniz, avukatlar genel olarak kazanma ihtimali kalmayan davaları feragat, vazgeçme, müraccata bırakma gibi yollar ile terkederler. Memleketin bütün otobüs durakları gibi bütün mahkemeleri de vatandaşın her zaman hizmetinde olup, bazı şartları (süre, biraz para/harç) yerine getirdiğiniz sürece her zaman herkese dava açabilirsiniz. Ülkemizde avukatla temsil zorunluluğu olmamakla birlikte, bizler bir avukattan yardım alınmasını çoğu zaman hayati buluruz.
Ancak konu özgürlükler ve ceza hukuku olunca, öncelikle iddialarınızın kalitesi ve dayandığınız deliller ile savcılığı ikna etmeniz birinci şarttır. Ardından savcılığın zihninde suçla ilgili ciddi bir şüphe uyanınca bir ceza davasından söz edilebilir. Bu durum cinayet davasında da, hakaret davasında da aynı mahiyettedir. Memleketimizde adalet süreci ile ilgili bütün yakınmalar maalesef haklı ve gerçektir. Bu nedenle avukatlar çoğunlukla insanlara mahkeme dışı anlaşmaları önermektedir. Bırakın avukatları son yasal düzenlemeler ışığında (uzlaşma düzenlemeleri) yasa koyucu meclis bile insanlara daha az mahkemeye gitmeyi önermiş olmaktadır.
Yine de siz siz olun konu hukuk oldukça en azından avukatın görüşünü alın, yoksa "Allah sizi mahkemeye düşürmüş" olabilir.
Son tartışmaların dışında kalmaya çalışarak, yazılarda geçen hukuki meseleler hakkında fikir yürütmeye çalışacağım.
** Hukukumuzda insanların örgütlenmesi konusunda geniş bir yelpazenin varlığından söz edebiliriz, dernek, vakıf, oda, meslek birliği, sendika, siyasal parti..vs elbette legal olanlardan söz ediyoruz zira illegal olusumlar olabileceği gibi de facto yapılar da bulunmaktadır - en somut örneği yazıştığımız bu öbektir-
Bu yapıları temelde, kuruluşu ve faaliyeti belli bir otoritenin onay/iznine tabi örgütlenmeler ve serbest örgütlenmeler diye ayırabiliriz. Bu çerçeveden bakıldığında tartışmaya konu edilen oda ve meslek birliği maalesef izne tabi yapılar arasındadır. Bunun temelinde ise hizmetin "kamusal" niteliği ile bu yapıların gerek üyeleri gerekse dış dünya için normlar koyabilen bir anlamda genel iktidarı paylaşan nitelikleri öne çıkmaktadır. Örneğin faaliyet için odaya kayıt zorunluluğu, faaliyetin esaslarının ve mensubun niteliklerinin önceden belirlenmiş olması ve mutlaka merkezi iktidar ile denetim ve izin ilişkisi içerisinde bir ilişkinin tasarlanmış olması gibi. Nitekim barolar, tabipler birliği, esnaf odaları vb kuruluş kanunlarnda bu kuruluşların kamu kurumu niteliğinde meslek odası olduğu açıkça belirtilmektedir.
--Tıpkı tabipler, avukatlar gibi bir birliğe sahip olabilmeniz için Bakanlar Kurulu önerisiyle meclisten bir kuruluş kanunu geçirmeyi başarmanız gerekecek olup, bunun için epey bir fiziki ve siyasi güce gereksiniminiz olduğunu düşünüyorum (var mı yok mu bilemem). Fikir ve sanat eseri kanunu kapsamındaki meslek birliği ise diğer pek çok şartın yanısıra, Kültür Bakanlığının izni ile (bkz 5846 sayılı yasa md. 42) kurulabilecektir.
** Kültür Bakanlığı kapsamındaki meslek birliği ile ilgili hemen bir notu belirtmeliyim ki, hukukumuzda hukuki normlar bir pramit dizgesine benzetilir, bugün için bir sıralama yaparsak, en üstte paralel olarak anayasa/uluslararası sözleşme, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge, sirküler... vs gibi giden gerek yasama ve gerekse kamu idarelerinin paralel düzenlemelerini görürüz. Mantığın şu şekilde işlediği varsayılmaktadır, anayasa hükmünü somutlamak için meclis iradesi ile yasa yapılır, yasaların nasıl uygulanması gerektiğini genel nitelikte açıklamak için yasaya uygun tüzük, somut bir alan veya konuyu aydınlatmak için yönetmelik... vs gibi giden bir diziliştir, sistematik. Tüzük denen şey de objektif bir hukuk normu olup, fikir eseri olarak değerlendirilemeyeceği gibi, zaten tüzüğün nasıl olması gerektiği bizatihi ilgili kamu kurumu tarafından hazırlanıp yayınlanır (bkz Kültür bakanlığı sitesindeki meslek birliği tüzüğü), elbette bu tüzükle bağdaştığı sürece eklemeler yapmak imkanı vardır ancak kurallar ve temel bütün nitelikler kamu otoritelerince zaten belirlenmiştir.
--Grafikerlerin yasa gereğince (md.4/6) meslek birliği kurabileceği tatışmasız olup, 60 a yakın kurucu niteliği taşıyan (bu da tüzükte düzenlenmiştir) kişinin başvurusu ile bu süreci başlatabilirsiniz.
"Allah kimseyi mahkemeye düşürmesin" kapsamında bişeyler söylemek gerekirse, özel hukuk diye tarif ettiğimiz, tazminat, boşanma, miras vs gibi konularda birisi mahkemeye başvurup dava açmadığı sürece hiç bir mahkeme hiç bir davaya kendiliğinden bakmaz yani davacısız dava olmaz. Hukuki bir talep hakkınız olduğuna ya da haksızlığa uğradığınıza inanıyorsanız mahkemeye gidersiniz ve mahkemenin de sizin bu inancınızı paylaşmasını istersiniz, ancak süreç içinde artık bu inancınızı kaybetmişseniz ya da dile getirilmesini artık anlamlı bulmuyorsanız davayı bırakma yolunu seçersiniz, avukatlar genel olarak kazanma ihtimali kalmayan davaları feragat, vazgeçme, müraccata bırakma gibi yollar ile terkederler. Memleketin bütün otobüs durakları gibi bütün mahkemeleri de vatandaşın her zaman hizmetinde olup, bazı şartları (süre, biraz para/harç) yerine getirdiğiniz sürece her zaman herkese dava açabilirsiniz. Ülkemizde avukatla temsil zorunluluğu olmamakla birlikte, bizler bir avukattan yardım alınmasını çoğu zaman hayati buluruz.
Ancak konu özgürlükler ve ceza hukuku olunca, öncelikle iddialarınızın kalitesi ve dayandığınız deliller ile savcılığı ikna etmeniz birinci şarttır. Ardından savcılığın zihninde suçla ilgili ciddi bir şüphe uyanınca bir ceza davasından söz edilebilir. Bu durum cinayet davasında da, hakaret davasında da aynı mahiyettedir. Memleketimizde adalet süreci ile ilgili bütün yakınmalar maalesef haklı ve gerçektir. Bu nedenle avukatlar çoğunlukla insanlara mahkeme dışı anlaşmaları önermektedir. Bırakın avukatları son yasal düzenlemeler ışığında (uzlaşma düzenlemeleri) yasa koyucu meclis bile insanlara daha az mahkemeye gitmeyi önermiş olmaktadır.
Yine de siz siz olun konu hukuk oldukça en azından avukatın görüşünü alın, yoksa "Allah sizi mahkemeye düşürmüş" olabilir.