Çarpık eğitim sistemi ve kifayetsiz hocalara dair.

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
İlköğretimin sekiz sene oluşundan önceye bir bakalım; klasik devlet ortaokulları ve liselerinde okuyan gençlere en az altı sene haftada yine herhalde en az dört saat dolayında ingilizce ya da başka bir dil öğretildi, çok kısa bir hesaplama bu gençlerin ilkokul sonrası yaklaşık 900 saat İngilizce kursu aldığını gösteriyor.

900 saat bir konuyu, bir dili öğrenmek için oldukça yeterli bir süre ama bakın etrafınıza, devlet okullarında, bu kadar İngilizce kursları almış çocukların yüzde 99’u, yüzde yüzü de deseniz büyük bir yanlış değildir, ingilizce iki kelimeyi bir araya getiremezler, bir küçük kitap ya da dergi karıştıramazlar.
http://haber.stargazete.com/yazar/yabanci-dil-egitimi-ve-ogretimi/yazi-668037

Ha! "Ben en köklü anlamıyla bir üniversite eğitimi görmek istiyorum" diyen öğrenciler de olabilir...
Ki alınlarından öperim.
Sonra onlara derim ki...
Otur çalış, ilkokuldan beri sana ezberletilenleri unut, ilgilendiğin alandaki akademisyenleri ve özelliklerini öğren, geniş ufuklu hocaların bulunduğu okulları araştır!
Bulduğunda da, kafanı "mezun olunca ne olacağım?" sorusuna takma, o okula yazıl ve tadını çıkar!
Dünyayı takip eden, ufku olan, derslerini sohbet kıvamına sokan tek bir hocaya sahip olmak bile üniversite hayatını şenlendirir, zihnini açar, geleceğini en güzel şekilde inşa eder.
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2013/07/15/durust-olalim-iyi-universite-hangisi

İyi eğitim için dört şey gerekli:
Öğrenmek isteyen, iyi öğrenciler
Öğretmek isteyen iyi öğretmenler
Öğrencilerin öğrenmesini isteyen, iyi okullar.
Okulların iyi eğitim vermesini isteyen yöneticiler.
Bunlar zaten olması gereken şeyler diyeceksiniz. Doğru; olması gereken ama her zaman olmayan şeyler. Bazılarının öncelikleri, bu saydıklarımızdan farklı olabilir: Belki de bazı öğrenciler, okula yalnızca diploma almak için geliyorlardır. Bazı öğretmenler, öncelikle kariyerlerinde ilerlemek, bazı okullar, para kazanmak, bazı yöneticiler ise öğrencileri ve öğretmenleri özel okullara ve dershanelere iteleyip, eğitim yükünü devletin sırtından atmak istiyor olabilir.
http://www.photoshopmagazin.com/paylasim/7011

Bir de şunu söylerim hep: Üniversitede hoca olarak kalan bazı insanların, dışarıda başka bir meslek yapacak becerileri olmadığını da düşünürüm. Sırf garanti maaş düşüncesi ile üniversitede ders verenler var. Bu da beni rahatsız ediyor. O titri bir payeymiş gibi insanlara sunmaları da beni rahatsız ediyor: ben koca profesörüm diyor ama ortaya koyduğu şey nedir belli değil. Bana çok komik geliyor bunlar. Tarihe mal olaracak ne yapmış, diye düşünüyorum. Bunlar o dönemde benim canımı sıkmıştı işte.
***
“Biz buraya sanatçı olmak için geldik, burada sanat tarihçisi oluyoruz” dedim. Yani kim ne yapmış, o nasıl boyama yapmış… Bu değil ki bize lazım olan! Usta-çırak ya da üstad-çömez ilişkisi ile olacak bir şey gerekliydi. Ama karşımda üstad yoktu. Çünkü okulda hocalar hep gizli çalışırlar. Hiçbir hocayı elinde fırça ile görmedim ben hayatımda.
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=6147

"Profesörlük bir öğretim üyeliği unvanıdır. Profesörler daha iyi doktor değil tam tersi daha kötü doktordur. Çünkü profesörler hastalarıyla daha az ilgilenmiş, yayın ve araştırma yapmaya daha çok vakit ayıran insanlardır. İyi doktorluğun kriteri profesörlük değildir. Her hastalıkta profesöre görünmek istemek doğru değil. Nobel Ödülü alamamamızı da buna bağlıyorum. İnsanlar yeni bir buluş yapmak için değil profesör olup hastalardan daha iyi paralar alabilmek için bu titrlere ulaşıyor."
http://www.ahmetrasimkucukusta.com/

Mesela burada hoca yanlış bilgilendiriyor:
http://vimeo.com/48983789#t=180
Halbuki grafik tasarımı resim sanatından ayıran mesaj aktarma amaçlı üretilmesidir. Tipografi olmasa da bu böyledir:
http://adsoftheworld.com/files/images/BoldTomato.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/ariel-hr.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/mccafe.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/banane.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/Pepsican.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/AtariTennis.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/Climared.jpg
http://adsoftheworld.com/files/images/SoHoHighHeels1.jpg

Takdir sizin:
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~incilay/kurums/KUR05.jpg
http://vimeo.com/46477516 (5:09)
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~incilay/afisler/AFIS20.jpg
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~incilay/

Kısacası nicelerini incelemiş veya bizzat ders almış biri olarak söyleyebilirim ki, bazen tek bir gerçek hoca eğitim hayatınızı doldurmaya kâfi gelir, bazen de onlarca "memur"dan sadra şifa bir şey öğrenemeden diploma sahibi olabilirsiniz...
(bunu Babaoğlu'nun yazısını okumadan önce yazmıştım)

Bazı iyi hocalar:
http://www.savascevik.com/
http://www.abdullahtasci.net/
http://www.bek.com.tr/
http://www.moludsgn.com/
 

Murat Vardar

Uzman Üye
Uzman Üye
Kayıt
14 Ocak 2012
Mesaj
4.332
Tepki
1.051
kaleminize sağlık, yine kanayan bir yara...

bir gün gelirde;
bugünlerde tartıştığımız şu konulara gülebilmek ümidiyle,
teşekkürler paylaşımınız için.
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@Murat Vardar

Sizler de sağolunuz... Su akar yolunu bulur derler, nitekim maşerî şuur ve kolektif vicdan, çarpık yürüyen sistemleri ebed müddet sineye çekmez. Her alanda çapsız veya düzenbaz kişiliklerin iş başına geçirilmesi, esafil takımına bol keseden çilesi çekilmemiş payeler dağıtılması bir yere kadar...

“Bildiğimiz gibi felsefenin kapsamı içine giren üç temel normatif bilim dalı var: Doğruluk temeli üzerine kurulmuş mantık, iyilik temeli üzerine kurulmuş ahlak ve güzellik temeli üzerine kurulmuş estetik... İnsanlık uzun süre ve büyük çoğunlukla ‘yanlış’, ‘çirkin’ ve ‘kötü’de ısrar etmez. Kalıcı değerler yaratmak isteyenlerin odaklanacağı yer de burasıdır.”
http://selimtuncer.blogspot.com/2012/08/kotulugun-bile-en-buyuk-silah-iyiliktir.html
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Risk almayan bir kitap, risk almayan hayatlar
Risk almak ve bedel ödemek… Kırkbeş yıllık hayat tecrübemin insanları değerlendirmede ortaya koyduğu bir ölçü olarak önüme koyduğu hususlardan ikisi, bunlardır. Bir insanın, bir eserin, bir hayatın, bir dostluğun, bir beraberliğin tahlilini yaparken, bu iki niteliği muhakkak gözetirim. Risk alan, dahası gerektiğinde bilfiil bedel ödeyen insanlara hürmetim vardır. Bu durumdaki bir kişinin, halihazırda bâtıl bir yolda bile olsa, yüreğindeki düğüm çözülüp hidayet bulduğunda, çok daha önce hidayetle müşerref olanları geçebilir bir kıvamda olduğuna inanırım. Bâtıl olan inancı uğrana risk alan ve bedel ödemeyi göze alan Hz. Ömer’in o kadar ters bir noktadan ve o kadar uzaklardan geliyor olduğu halde aşıp geçebildiği mesafeler, hep gözümün önündedir. Risk almaya ve bedel ödemeye hazır insanların aşabildiği öyle mesafeler, ulaşabildiği öyle uzaklıklar vardır ki, risksizliğin sığ sularında gezinenler asla o mesafelere ulaşamaz, o uzaklıklara yaklaşamaz.

Dostlarım bilir; bana birini sorduklarında, velev ki ağzından bal damlıyor olsun, bir soru işareti bırakırım zihinlerine: “Güzel şeyler söylüyor ama, hiç risk almıyor ve gerektiğinde bedel ödemeye hazır görünmüyor.”

Bu iki vasıf benim için öylesine önemsenmeye değer ki, sitedeki yazılarımın başlıklarına bakan, doğrudan bu konuya bakan iki yazıyı hemencecik bulabilir: Biri “Risk almak” başlıklı, öteki ise “risksiz hayat” arayışı içine iki yazıyı…

Ve şimdi, bu yazılara bir üçüncüsü ekleniyor. Zira, yakın zaman önce bir kitap tanıtımı sebebiyle okuyor olduğum bir kitapta rastladığım bir cümle, ‘risk alma’ya dair bir başka nükteyi daha bana göstermiş bulunuyor.

Sözünü ettiğim kitabın yazarı, kitabın uzun giriş kısmında bu kitapta yapmaya çalıştığı şeyden söz ederken, gerçekte iki ciltlik bir çalışmanın ikinci kısmını oluşturan bu kitabın “ne kadar faydalı olacağını tahminden tamamen uzağım” diyor ve ekliyordu: “Ancak, hiçbir risk almayan bir kitabın başarılı olması oldukça zordur.”

Bu satırlar, bana, ‘başarılı’ bir kitap nedir; onu düşündürdü önce. Bir kitap için, hangi şartlarda başarıdan söz edilebilir? Satış miktarı mı? Bir çığır açma; daha önce düşünülmeyen birşeyi düşündürme, daha önce bakılmayan bir açıdan baktırabilme yeteneği mi? Başka birşey mi?

Bu sorular eşliğinde, şunları düşünecekti aklım: Ortalıkta yığınla ‘proje’ kitap dolaşıyor. Ortak özelliği, ‘risk almamak’ olan proje kitaplar. Ortaya konuşan, ortalamaya konuşan, mayınlı hiçbir alana girmeyen, hakikatin izinin telörgülü bir alanın ötesine doğru uzandığı yerde kenardan dolaşmayı tercih eden kitaplar… Çok şey söylüyormuş gibi yapıp, yeni hiçbir şey söylemeyen. Karşılığında, hayatlarını çok etkilemiş gibi görünüp, gerçekte hiçbir şeyi değiştirmeyen.

Başarıyı satış rakamıyla ölçecek olsa, ‘başarılı’ kitaplar bunlar. Ama bir kitap bir mesajın taşınması için yazılıyorsa; bir kitabın, Thoreau’nun Orhan Pamuk’un bir romanının giriş cümlesine de ilham verecek ifadesini hatırlarsak, ‘hayat değiştirme’ye talip olması gerekiyorsa eğer, bu kitaplar açık şekilde başarısız. Çünkü hiçbir hayatı değiştirmiyor, hiçbir düşünceyi köklü biçimde yerinden etmiyor, hiçbir vicdanı mevcut hali değiştirmeden rahat edemez hale getirmiyor.

Niye?

Çünkü, daha en baştan, zihinde karar kılmış bir yenilgiyle başlıyor yola. Mevcut durumu, moda tabirle ‘statüko’yu, ‘kurulu düzen’i bir veri olarak alıyor; ve bu kurulu düzenin nasıl aşılabileceği üzerine kafa yormak yerine, bu düzeni içinde kendisine bir yer bulup nemalanmanın yollarını arıyor. Yanlış da olsa mevcudu değiştirme noktasında başarısızlığa baştan razı olarak, yanlış da olsa mevcudun içinde bir başarının peşine düşüyor.


Tıpkı akıntıya karşı durmak yerine, akıntıya teslim olan risksiz insanlar, risksiz hayatlar gibi…

Gerçek anlamda bir ‘başarı’ bekliyorsa insan, bir kitabın gerçekten ‘başarılı’ olması umuluyorsa, bir hayatın ‘başarı’sından söz edilmesi gerekiyorsa, bu insanın, bu kitabın, bu hayatın risk alabiliyor olması şart.

G.K. Chesterton’ın bize ‘hayatiyet alâmeti’ni öğreten şu sözünü hiç aklımdan çıkaramıyorum bu yüzden: “Cansız bir nesne akıntıyla beraber yüzer; ancak gerçekten canlı olanlardır ki, akıntıya karşı yüzebilir.”

Yine bu yüzden, İngiliz edebiyatının ironi yüklü hakkaniyetli sesi G.B. Shaw’un bir sözü acı bir tebessüm bırakıyor her hatırıma düşüşünde: “Makul insanlar ortama uyum sağlamaya, gayrimakul insanlar ise ortamı değiştirmeye talip olurlar. Bu da demek oluyor ki, insanlık kaydettiği bütün ilerlemeleri makul olmayan insanlara borçludur.”

Yürekli Fransız şair Paul Valery’nin tavsiyesi de, yine bu sırdan, son derece anlamlı geliyor bana. Tanpınar’ın bir yazısından okuduğuma göre, özelde bir gence atıfla, sabah aynaya baktığında şu soruyu sormasını istiyor Valery: “Ne yapıyorum ben; direnebiliyor muyum?”

Direnenlere selâm olsun... Akıntıya karşı yüzebilenlere, rüzgâra karşı koşabilenlere… ‘Mâkul değil’ diye damgalanmak pahasına, hüküm süren yanlışı değiştirmeye talip olabilenlere…

Ancak onlar, gerçekten ‘can’lı diye anılmayı hak ediyorlar.

(Metin Karabaşoğlu)
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Dikkat:
@muratamam

Diğer bazı okullar ise, öğretim kadrolarında tasarımcı olmadığı halde, resim ya da bilgisayar eğitimi verdikleri bölümlerin adını 'grafik bölümü' olarak değiştirip, hem öğrencilerini, hem onların başvurduğu işyeri yöneticilerini hem de kendilerini kandırıyor olabilir. Bilerek ya da bilmeyerek (bazen yalnızca öğrencileri mezun olduktan sonra iş bulabilsinler diye) ülkemizin geleceği için hayati önemi olan tasarım mesleğini yozlaştırabilir, tanınmaz hale getirebilirler.
http://www.photoshopmagazin.com/paylasim/7011
 
Yukarı Alt