Eser ve Eserle ilgili kavramlar

Ömer YILDIZ

Admin
Yetkili Kişi
Kayıt
29 Temmuz 2007
Mesaj
2.320
Tepki
92
ESER ve ESERLE İLGİLİ KAVRAMLAR
[Bu yazı, izin alınarak yayınlanmış olup, yazının aslına şu linkten ulaşabilirsiniz:http://www.muzafferozcan.av.tr/2010/09/27/eser-ve-eserle-ilgili-kavramlar/ “ ]


Uluslararası fikir hakları sözleşmeleri doğrultusunda, ülkelerin kendi fikir hakları kanunlarında “eser”in bir tanımını yaptığı görülmektedir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki (FSEK) tanımdan önce, diğer ülke kanunlarındaki “eser” tanımlarına bir göz atalım:
§ “İfade biçimi ya da yöntemi ne olursa olsun, edebiyat, müzik, grafik sanatlar, mimarlık, tiyatro ve sinema alanında yaratıcı nitelik taşıyan düşünce ürünleri. [İtalyan K. m.1]”
§ “Bu Kanun anlamı içinde, eser, yalnızca bireysel düşünce yaratısını kapsar. [Alman K. m.2]”
§ “Amacı ya da değeri dikkate alınmaksızın, bireysel nitelik taşıyan edebiyat ve sanat alanındaki düşünce yaratısı anlamını taşır. [İsviçre K. m.2]”
§ “Eser, edebiyat, bilim, sanat ve müzik alanında duygu ve düşüncelerin yaratıcı bir yolla ifade edildiği üretim anlamını taşır. [Japon m.2/1]
§ “Herhangi bir bilinen ya da henüz bilinmeyen bir biçim ile açıklanabilecek ya da çoğaltılabilecek şekildeki her türlü özgün düşünce yaratısı. [Ekvator K. m.7]”
5846 sayılı FSEK’in “Tanımlar” başlıklı 1/B maddesinde “eser” kavramı;
§ ” Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri”
olarak tarif edilmiştir.
Gerek uluslararası sözleşmeler, gerekse ülkelerin kanunlarında “eser” kavramıyla ilgili iki temel özellik üzerinde durulduğu görülmektedir:
1- Eserin özgün (orijinal) olması
2- Sahibinin özelliğini taşıyan yaratıcı fikir ürünü (intellectual creations) olması
Bu iki temel özelliğin izahına geçmeden hatırlatmak gerekir ki, fikir hukukunun kapsamına giren husus; “eser sahinin ve üçüncü kişilerin” kanunların “eser” olarak kabul ettiği fikir ürünleri üzerindeki maddî ve manevî haklarının korunmasıdır. Başka bir anlatımla bir ürünün “eser” olarak kabul edilmesi ile “kanun koruması altında bir eser olması” farklı kavramlardır.
Bir fikir ürününün, fikir hukuku kurallarınca korunabilmesi ve kanunî imkânlardan faydalanabilmesi için öncelikle, o ürünün açıklanması, alenîleşmesi yani topluma sunulması gerekir. Kısaca alenileşme, bir fikir ürününün yani eserin, fikir hukuku koruma kurallarına konu oluşturmasının ilk şartıdır. Bir fikir ürünü “eser” niteliği taşısa bile, uygun bir yol ve araçla dış dünyanın, toplumun bilgisine sunulmadıkça, fikir hukukunun ilgi alanı dışında kalacağı unutulmamalıdır. Nitekim fikir hukuku tarafından korunan “fikir-düşünce” değil; fikrin dış dünyaya yansıtılmış, ifade edilmiş şeklidir.
Özetle ifade etmek gerekirse, ülkemizde bir fikir ürününün “eser” olarak FSEK’in koruma alanına girebilmesi için aşağıdaki şartları taşıması gerekir:


1. Özgün (orijinal) bir eser olması
2. Sahibinin özelliğini taşıyan yaratıcı fikir ürünü olması
3. Bu eserin, FSEK’te sayılan eser gruplarından birine dâhil olması
4. Eserin belirli bir biçim kazanmış olması
5. Eserin topluma sunulması, alenîleşmesi


O halde fikirlerin, hukukun koruma kurallarına konu olabilmesi için, önce fikirlere kalıcı bir biçim verilmesi, sonra; fikirlere verilen bu biçimin yayınlanmaya ve çoğaltılmaya elverişli olması ve nihayet uygun bir yöntem ve araçla topluma açıklanıp alenileşmesi gerekmektedir.
Şimdi sırayla, hukukun koruma altına aldığı “eser”e ilişkin bazı kavramlara kısaca bir göz atalım.


1- ÖZGÜN OLMA (ORİJİNALLİK) KAVRAMI
Yeni, benzersiz, kendine has, farklı vb. lügat anlamları olan “özgün” kavramının fikir hukukunu ilgilendiren yönü, o eserin kendi alanında tek ve benzersiz olması demek değildir. Özgünlük; eserin sahibine özgü anlatımı, yöntem ve biçimdeki özgünlüğü ifade eder. Fikir hukuku, fikirlerin bizatihi kendisinin özgün olup olmamasıyla değil, fikirlerin anlatımıyla yani dışa yansıyan biçimiyle ilgilenir. Eserin özgünlüğü ifadesinden anlatılmak istenen “eser sahibinin o eseri başka bir eserden kopya edip etmediği ve esere kendisine (eser sahibine) has özellikleri verip vermediği” dir.


2- DÜŞÜNCE (FİKİR) KAVRAMI
Düşünce, “uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea” olarak tanımlanmaya çalışılmıştır (TDK). Yalnızca insanlara has olan düşünce, kişisel ve toplumsal sorunların çözümü veya maddi ve manevi ihtiyaçların giderilmesine yönelik zihinde tasarlanan, aranıp bulunan yoldur. Düşünme ediminin ürünü ve içeriği olan düşünce, farklı yollarla dışa aktarılabilir. Daha önceden bilinmeyen veya bilinenleri kullanıp geliştirerek farklı olan yeni bir yaklaşımı ortaya koyma gücüne “yaratıcı düşünce” denmektedir.
Gerek toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi, gerekse ihtiyaç ve sorunların giderilmesine yönelik çözümler birer “yaratıcı düşünce” ürünüdür. İnsanların her alanda gelişmesinin sebebi ise, düşüncelerin hızlı ve özgürce yayılmasıdır. Bireylere ait olan düşüncelerin diğer insanlar tarafından öğrenilmesi ve yayılması; düşüncenin aslında kişisellikten daha ziyade toplumsal nitelik taşımasından kaynaklanır. Bu sebeple düşüncelerin toplum içinde hızlı ve düzenli bir şekilde yayılmasının da gerekliliği ortaya çıkmıştır. Düşüncelerin yaygınlaştırmasında kullanılan araçlar, kâğıt, matbaa, fotoğraf, film, televizyon, internet vb. araç ve teknikler geliştikçe, yaratıcı düşünce ürünleri ve sahiplerinin haklarına ilişkin düzenleme ve korunmaları üzerine durulmaya başlanmıştır.
Fikir hukukunun gelişim seyri içinde, düşüncelerin maddi bir araç üzerine tespit edilmesi halinde, bu düşünce ürünün koruma kapsamına giren bir “eser” olduğu üzerinde durulmuştur. Fikir hukukunun korumasından faydalanan “eser”; biçimlenmiş, maddi bir varlık kazanmış olan düşünce ürünüdür. Başka bir anlatımla, fikir hukukunun koruduğu, bir fikrin kendisi değil, bu fikrin dış dünya ile buluşmuş olan ifade biçimidir. Örneğin, herhangi bir belediye kurumuna, “şehirdeki tarihi çeşmeleri konu alan bir takvim fikrini” proje olarak sunan bir reklam ajansı, bu fikrin başkası tarafından uygulanması halinde, bahsi geçen fikir üzerinde bir hak ileri süremez. Ankara Radyosu’na “Karamazof Kardeşler” adlı romanı “arkası yarın” formatında oyunlaştırmak üzere program teklifinde bulunan bir yapımcının bu teklifi uygun görülmemiş fakat daha sonra aynı romanın başkasına oyunlaştırılmak üzere verildiği anlaşılmıştır. Bunun üzerine ilk teklif sahibi hakkının ihlal edildiği, bu fikrin ilk sahibinin kendisi olduğu iddiasıyla dava açmıştır. Süreç, davacının aleyhine sonuçlanmış ve Yargıtay’ca da onaylanmıştır.
1932 yılında İtalya’da görülen bir davada mahkemenin verdiği kararın bir bölümü, konuya açıklık getirmesi bakımından aşağıda verilmiştir. Davacı, davalıya anlattığı bir düşüncesinin, davalının kaleme aldığı bir esere vücut verdiği iddiasıyla tazminat talebinde bulunmuş ve talebi reddedilmiştir. Mahkemenin konuya ilişkin açıklaması şöyledir:
“Düşünceler hiç kimsenin kapalı mülkü değildir. Zira düşünceler, yayılmak, paylaşılmak, inandırmak ve dinleyenlerin ortak mülkü olmak için ifade edilirler. Kendi düşüncelerini yaymak ve diğer insanlar tarafından anlaşılmasına ve beğenilmesine çaba göstermek, tüm düşünürlerin, yazarların, tarihçilerin ve hukukçuların ortak amacıdır. Bugün, insanlık kültürünü yaratan eserlerin oluşmasını sağlayan düşünceler arasında, gerçek kaynağın hangi düşünce olduğunu tespit edebilme imkânı çok azdır. Bu düşüncelerin büyük bir bölümü, düşüncenin kaynağı üzerinde durulmaksızın yeniden ortaya çıkar, yayılır, inanılır ve benimsenir. Gerçekte, bu durum düşüncenin bir zaferidir. Zira böylece, düşünceler değerlenme imkânı elde etmekte, kişiliğin derinliklerine nüfuz etmekte, benliğin bir öğesi olmaktadır.
Bu nedenle, yasa, düşünceleri değil, düşüncelerin biçimini, dışa dönük olan anlatım aracını, içerilen düşünce dizgesini ve eserin kişiliğini korumaktadır.”
Bütün bu izahlardan sonra özetleyecek olursak; “özgün düşünce”nin kanun tarafından korunmasının sebebi, düşünce konusunun yeni ve özgün oluşundan değil, bu düşüncenin sunuluşunun özgün olmasındandır. Şayet bir yaratıcı düşünce, sunuluş biçiminde henüz olgunlaşmamış, yayınlanması ve çoğaltılabilmesi için bağımsız bir varlık haline gelmemiş, düşünce taslağı düzeyindeyse ve diğer yaratıcı unsurlarca tamamlanmaya ihtiyaç duruyor ise, kanuna göre ortada henüz koruma kurallarından faydalanacak bir “eser” mevcut değildir.
Türkiye’deki yargı organları da aynı kanaat doğrultusunda verdiği kararlarında “… kuvveden fiile çıkamamış bir düşünceye eser adı vermeye ve onu himaye etmeye ve ücrete bağlamaya imkân olmadığı, ortada bir eser bulunmadığına göre ona tecavüzden söz etmenin düşünülemeyeceği” ifadeleri kullanmıştır. Bu konu aşağıda (Eserin Biçim Kazanması) verilecek örneklerle daha iyi anlaşılacaktır.


3- “KANUNDA SAYILAN ESERLER” KAVRAMI
Bir eserin FSEK anlamında eser olarak kabul edilebilmesi yani korunabilmesi için, FSEK’te öngörülen eser gruplarından birine dâhil olması gerekir. FSEK 1-b maddesinde geçen “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini” ifadelerinden anlaşılacağı üzere, eser türleri (grupları) numerus clausus (sınırlı sayı) kuralına göre belirlenmiştir. Yani “eser”ler FSEK’te gösterilen türlerle sınırlı olup, bunlar dışında yeni bir tür oluşturulamaz. Bu noktada, öğretide haklı olarak eleştirilen bir hususa değinmek yerinde olacaktır. FİSEK’te geçen eser türleri birbirinden bağımsız olmasına, biri diğerinin seçeneğini oluşturmamasına rağmen, kanun metninde “güzel sanatlar” kavramı ile “sinema eserleri” kavramı arasındaki “veya” sözcüğü yerine “ve” kullanılması isabetli olmamıştır. FİSEK’te sayılan 4 grup şöyledir:
a- İlim ve Edebiyat Eserleri,
b- Musiki Eserleri
c- Güzel Sanat Eserleri
d- Sinema Eserleri
Yukarıdaki dört kategori için geçerli olan numerus clausus kuralı, bu grupların altında sayılan eser türleri için geçerli olmadığı yani bir sınırlama getirilmediği unutulmamalıdır.


4- SANAT DEĞERİ KAVRAMI
FSEK’teki tanımda geçen “her nevi fikir ve sanat mahsulleri” ifadesine rağmen, bir fikir ürününün eser olabilmesi için hem fikir, hem de sanat niteliği taşımasına gerek yoktur. Yaratıcı bir fikir ürününün, kanunî koruma alanına dâhil olması için, biçim kazanması ve topluma sunulması gerekli ve yeterlidir. Dolayısıyla bir düşünce ürününün sanat değeri taşıyıp taşımadığı konusu, fikir hukukunun alanına girmemektedir. Başka bir anlatımla, mahkeme, önüne gelen bir düşünce ürününe ilişkin hak ihlali başvurusunda, o ürünün edebiyat ya da sanat değeri taşıyıp taşımadığı ile ilgilenmeksizin, kanunlarda öngörülen yaptırımları uygulayacaktır. Mahkemelerin, düşünce ürünü hakkında; göreceli bir anlam taşıyan ve güzellik duygusu ve algısıyla da ilgili olan estetik-sanat değeri hakkında hüküm vermek gibi bir görevi bulunmamaktadır.
Bu yönde uluslararası alanda bir görüş birliğine ulaşılmış, “yasalarda sayılan eser türlerinin, edebiyat ya da sanat değerleri ya da amacı üzerinde durulmaksızın yalnızca yaratıcı bir düşünce olmalarının yeterli olduğu” kabul edilmiştir.
İngiliz Fikir Hakları Yasası’nın “Sanat Eserleri Üzerindeki Haklar” başlıklı 3/a maddesinde bu husus net olarak açıklığa kavuşturulmuştur:
“Bu Yasa’da söz edilen “Sanat Eseri” değimi, aşağıda sayılan eserler anlamını taşımaktadır:
(a) Sanat niteliği (artistic quality) üzerinde durulmaksızın aşağıdaki ürünler; örneğin, tablolar, heykeller, çizimler, oymalar ve fotoğraflar,)
Burada 5846 sayılı FSEK’in 4. maddesinde geçen güzel sanat eserlerinin, eser olarak kabulünde “estetik değere sahip olması - bedii vasfı bulunması” ön koşulunun öngörülmesi üzerinde durmak gerekmektedir. Böyle bir koşul, FSEK’in mimarı olan Ord. Prof. E. Hirsch’in “eser”e dair düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hirsch’in “eser kavramı”na ilişkin genel görüşleri şöyledir:
“Her fikri mahsul, Kanun’un himayesine layık, fikri bir eser değildir. İnsanların fikri kabiliyeti, aynı seviye ve vüsatta (genişlikte) değildir. Herkesçe malum mütalaalardan istifade ve istiane (yardım almak) suretiyle vücuda getirilen mahsuller bir imtiyaz hakkı doğurmazlar (korunmazlar).
Lalettayin (gelişigüzel) bir mektup, fotoğraf, melodi veya bina, bir vahdet arz eden (bütünlük taşıyan) fikri bir mahsul olmakla beraber, himayeye layık görülmez. Çünkü yazı bilen herkes, düşüncelerini, duygularını bir mektupla ifade edebildiği gibi, fotoğraf makinesini kullanabilen her şahıs, pekâlâ resim çekebilir.
Herkes tarafından vücuda getirilemeyen, yani bir hususiyeti haiz bulunan mahsuller, himayeye layıktır ve ancak bunlara eser vasfı izafe edilebilir. Eğer bir mahsul herkes tarafından vücuda getirilebilecek mahiyette ise, hususiyet de (özellik) mevcut olmayacağından, bu kabil mahsulleri himaye etmekte cemiyetin hiçbir menfaati yoktur.”
Bu görüşlerin uzantısı olan FSEK m. 4′te güzel sanat eserlerinin ortak özelliği olarak belirtilen “estetik değere sahip olması” eski ifadesiyle “bediî vasfı” kavramlarının, fikir hakları alanındaki uluslararası sözleşme ve yasa hükümlerindeki genel yaklaşımlarla örtüşmediği açıktır.
“Bediî” örneği olmayan, nadide güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okşayan, beğenilen, latif demektir. Hâlbuki bu ifadeler genellikle izafî kavramlar olup, kişilere, toplumlara ve zamana göre değişiklik arz eder. Dün bediî vasıfta görülmeyen bir fikir ürünü bu gün en revaçta değer bulan bir ürün olabilir. Hukuk, ortaya konan eserin sanat niteliği (artistic quality) üzerinde durmaz.
Göreceli bir anlam taşıyan, kişi ve dönemlere göre değişebilen ve güzellik duygusu ve algısıyla da ilgili olan “estetik değer” üzerinden eser hakkında hüküm vermek, mahkemelerin görevi değildir. Mahkemeler, fikir ürünü olan ve kanunlarda sayılan eser türlerinin “estetik değere sahip olup olmadığına” bakılmaksızın yalnızca özgün bir biçimde ifade edilerek topluma sunulup sunulmadığı ile ilgilenir.


5- ESERİN BİÇİM KAZANMASI
Fikir hakları, bir eserde ifade edilen düşünceyi değil, düşünceleri dış dünyaya açmak, ifade etmek ihtiyacı neticesi başvurulan ve sahibinin özel düşünce yapısının etki ve izlerini (anlatım biçimini, tarzını, dilini, üslubunu) taşıyan, düşüncenin maddi varlık kazanmış şeklini (biçimini) koruma konusu olarak düzenlemektedir. Başka bir deyişle, düşüncelerin korunabilmesi için, ilk ve temel unsur, düşüncenin bir biçim kazanmış olması gerekir. Düşünceler, ancak maddi bir varlık kazanması, biçimlenmesi halinde “eser” adını alır ve bu biçim korunur, yoksa düşüncenin bizatihî kendisi fikir hukukunun koruma kurallarından faydalanamaz. Nitekim 1996 WIPO Fikir Hakları Anlaşması’nın ikinci maddesinde şöyle geçmektedir;
“Fikir hakkının korunması, düşünceleri, yöntemleri, uygulama esaslarını ya da matematik kavramları değil, düşüncelerin ifade biçimini kapsar”
O halde, bir düşüncenin fikir hukukunun korumasından faydalanan “eser” özelliğini kazanması için; düşünce boyutundan çıkıp, bilinen veya henüz bilinmeyen bir biçimle açıklanması, dış dünyaya yansıtılması gerekir.
Burada, düşüncenin “biçim kazanması” kazanmasıyla anlatılmak istenen husus; düşüncenin soyut düzeyden çıkartılarak, somutlaştırılmış olmasıdır. Düşüncenin uygulanabilir, çoğaltılabilir düzeyde somutlaştırılması yani biçimlendirilmesi; yazmak, çizmek, konuşmak, ses ve görüntü kaydı yapmak gibi bilinen veya henüz bilinmeyen her hangi bir yöntemle gerçekleştirebilir. Yani belirli bir düşünceyi, geçici bir araçla, örneğin konuşarak anlatmak ile yazarak veya kaydederek anlatmak arasında bir fark yoktur. İspatla ilgili hükümler ayrıca değerlendirilmesi gereken ve eserin biçim kazanmış olmasını etkilemeyen hususlardır. Konunun daha iyi anlaşılması için, aşağıda verilen örnekleri birlikte inceleyelim:


I. Senarist S, sohbet esnasında yapımcı Y’ye, “uçak kazası sonucu kurtulan yolculardan birkaçının ıssız ve esrarengiz bir adaya çıkması ve bu adada yaşananları konu alan bir film senaryosu” fikrini açıyor. Ayrıca konuşmasında, hem adanın doğaüstü özelliklerinden hem de bu yolcuların her birinin geçmişte birbirleriye bağlantısı olduğundan bahsediyor. S, film senaryosuyla ilgili bu genel bilgilerin dışında başka ayrıntı ve detaya girmiyor.
Kısa bir süre sonra S, Y’ye anlattığı “ıssız bir adaya düşen insanların maceralarının” konu edinildiği bir film çektiğini öğreniyor ve “bu fikir bana aitti” iddiasıyla dava açıyor.


II. Grafiker G, Y Belediyesi’nin reklam müdürü R ile katıldıkları bir program arasında ayaküstü sohbet ediyor. Bu sırada yanlarında birkaç kişi de bulunuyor ve konuşulanlara tanık oluyor. G, belediyenin logosunun çağdaş çizgilerde olmadığını ve belediyenin yüzünü yansıtmadığını söylüyor. R de aynı fikirde olduğunu, yeni bir kurumsal kimlik çalışması yaptırmayı düşündüklerini ifade ediyor ve G’den kendilerine logo tasarımı yapmasını istiyor. Bunun üzerine G, yeni logonun nasıl olabileceği hakkındaki fikirlerini anlatmaya başlıyor. G, logonun renklerinden, kullanılması gereken yazı karakterine, “Y” harfi figürünün sulu boya fırçasıyla çizilmiş uçan bir kuş silüyeti şeklinde olması gerektiğine kadar en ince detaylarına kadar tarif ediyor. Geriye sadece G’nin logo hakkındaki fikirlerini kağıtta veya dijital ortamda hazırlayıp sunması kalıyor. Ertesi gün R, G’yi telefonla arayarak logo çalışmasına şimdilik ara verdiklerini bidiriyor. Bir süre sonra R, Y Belediyesi’nin logosunun yenilendiğini ve yeni logonun da R’ye anlattığı logonun aynısı olduğunu görüyor ve mahkemeye başvuruyor.


Birinci örnek olayda senaristin fikrinden yola çıkarak, yapımcı başka birine senaryo yazdırmış ve filmi çekmiştir. Senaristin aslında mahkemeden talep ettiği “fikrinin, düşüncesinin” korunmasıdır. Ortada S ye ait herhangi bir araç veya yöntemle biçimlenmiş, şekil almış bir eser mevcut değildir. Ortada yalnızca bir fikir, düşünce bulunmaktadır. Dolayısıyla “düşünceler” fikir hukukunun koruma alanına girmediği için mahkeme taleplerini reddedecektir.


İkinci örnek olayda ise grafiker G, yeni logo hakkındaki fikirlerini en ince detaylarına kadar açıklamıştır. Logo fikrinin biçim kazanması (dış dünyaya arz edilip somutlaşması) kâğıda çizilerek veya dijital bir ortamda kaydedilerek gerçekleştirilmemiş fakat sözlü olarak bu sağlanmıştır. Başka bir anlatımla G’nin logo fikri, uygulanmaya ve çoğaltılmaya imkan sağlayacak düzeyde biçim, şekil kazanmıştır. Biçim kazanmanın hangi vasıta ile olduğunun (kâğıda çizilmesinin, Freehand veya İllüstratör gibi bir tasarım programında yapılıp kaydedilmesinin veya sözlü olarak anlatılmasının), eser vasfını kazanmaya bir etkisi yoktur. G’nin eser sahipliğine ilişkin iddiasını, tanıklarla ispat etmesi yeterlidir. Fakat şunu unutmamak gerekir ki bu gibi durumlarda uzman bilirkişilerin değerlendirmesi önem kazanmaktadır. Olayımızda sonucu belirleyecek kriter, G’nin sözlü olarak biçimlendirdiği tasarımı hangi grafiker uygularsa uygulasın aynı logoyu çıkarıp çıkarmayacağıdır. Logonun, sözlü olarak biçim kazandığının ileri sürülebilmesi için; anlatılanlardan yola çıkarak logoyu çizen her grafikerin aynı sonuca ulaşması gerekir. Yani ortada soyut bir düşüncenin “tasarımının” yapılarak kağıda aktarılması değil, şekil-biçim kazanmış bir logo tasarımının kağıda çizilmesi, “uygulanması” söz konusudur.
Öğretide bu yaklaşımın dışında, sözlü bir anlatımın “şekillenme” için yeterli olmadığını, örnek olayımızda logo fikrinin yalnız sözle veya yazıyla anlatılmasıyla “eser” vasfının kazanılmayacağını ileri süren hukukçularımızın olduğunu da belirtmek gerekir.


6- BİÇİM (ÜSLUP, TARZ)
Her eser sahibinin eserini oluştururken, söz, icra, resim, grafik tasarım ya da yazılarında, beste, yorum, çizim, renk veya sözcüklerin seçimi ve düzenlenmesinde geliştirdiği ve benimsediği bir anlatım biçimi, tarzı, dili yani üslubu vardır. Fikir haklarının gelişim seyrinde üzerinde durulan hususlardan biri de, eser sahiplerinin tarz-üsluplarının başkaları tarafından kullanılması halinde hak ihlalinin oluşup oluşmadığı konusudur. Acaba bir yazarın romanlarında kullandığı kendine has anlatım tarzını, başka bir yazar tarafından kullanılması, bir grafik tasarımcının ortaya koyduğu kendine has tasarım çizgisinin diğerleri tarafından kullanılıp taklit edilmesi bir hak ihlalini oluşturur mu? Bu gün artık gelinen noktada üslupla ilgili bir fikir hakkının ileri sürülemeyeceği hukukçular tarafından kabul edilmiştir.


7- İŞLENMİŞ (UYARLANMIŞ, TÜRETİLMİŞ) ESER
Bir eserin, topluma sunulduğu türünün dışında, başka bir türde düzenlenerek oluşturulan yeni düşüce ürününe “işlenmiş eser” denilmektedir. O halde “işlenme eser” kavramında iki unsur önem taşımaktadır:
a- Önceden topluma sunulmuş ve ilgi uyandırmış (veya uyandıracağı düşünülen) bir eserin varlığı
b- Eserin mevcut türünden (örn. romandan) başka bir türün (örn. film senaryosunun) şekillenmesi için sarf edilmesi gereken emek ve çaba (düşünce)
Hiç şüphesiz bir şiiri, müzikale dönüştürmek, her iki türe de hâkim olmayı ve bilgi, birikim ve yeteneği gerektirir. Başka bir deyişle, bir şiiri müzikale uyarlamanın (işlemenin), uyarlayanın düşünce katkısı olmadan gerçekleşmeyeceği inkâr edilemez. Dolayısıyla türetilen yeni eser, uyarlayanın (işleyenin) düşünce ürünü olması bakımından, bağımsız bir nitelik kazanmıştır. Netice olarak, işlenme ve asıl eser sahiplerinin hakları ve aralarındaki ilişkiler, fikir hukuku alanında önemli bir yer oluşturmuştur.
Bern Sözleşmesi’nin 2. maddesinde, ulusal kanunlara da kaynaklık eden temel esaslar belirlenmiştir:
“Çeviriler, adaptasyonlar (işlenmeler, uyarlamalar), müzik düzenlemeleri ve edebiyat ve sanat eserlerindeki diğer değişimler, özgün eser üzerindeki haklara zarar vermeksizin, özgün eser olarak korunur.”
Sözleşme’nin 12. maddesinde de, edebiyat ve sanat eseri sahiplerinin, özgün eserleri üzerindeki haklarının koruma süresinin devamı boyunca, eserlerinin işlenmesi, düzenlenmesi ve diğer değişikliklerine izin verme konusunda inhisari bir hak sahibi oldukları öngörülmüş ve ulusal kanunlarda da bu esas doğrultusunda hükümler yer almıştır.
O halde bir eserin uyarlanabilmesinin (işlenebilmesinin) ve yayınlanıp çoğaltılabilmesinin temel şartı, asıl eser sahibinin izin vermiş olmasıdır.


8- DERLEME ESER
Derleme eser FSEK’in “Tanımlar” başlıklı 1/B-d maddesinde şöyle tanımlanmıştır:
Derleme: Özgün eser üzerindeki haklar saklı kalmak kaydıyla, ansiklopediler ve antolojiler gibi muhtevası seçme ve düzenlemelerden oluşan ve bir düşünce yaratıcılığı sonucu olan eseri…”
Bern Sözleşmesi’nin 2. maddesinde, derleme eserlerden aynı şekilde iki örnek (ansiklopediler ve antolojiler) verilerek, içeriğinin düzenlenmesi ya da seçimi bir fikir yaratıcılığı gerektiren edebiyat ve sanat eserleri derlemelerinin, eser sahiplerinin haklarının saklı kalmak kaydıyla, bir eser niteliği taşıyacağı ve yasal korumadan faydalanacağı belirtilmiştir.
Ansiklopediler ve antolojilerin dışında, veri tabanları, lügatler, almanaklar, rehberler, seçme resim ve müzik albümleri gibi eserler de derleme eser olarak kabul edilmektedir.
Derleme eserler, daha önce yayınlanmış eserlerden seçilerek oluşturulacağı gibi, eser sahiplerinden derleme eserde kullanılmak üzere belirli konularda özgün eser üretmeleri talep edilerek de oluşturulabilir.
Derleme eserlerin en önemli özelliği, derleme sahibinin (derleyen gerçek ya da tüzel kişiler), derlenen eserlerde herhangi bir değişiklik, adaptasyon yani işlenme yapamamalarıdır. Yani derleyenin, derleme yaptığı eserler üzerinde ekleme, düzeltme veya yorum yapma hakları yoktur. Bu bakımdan işlenen (uyarlanan) eserlerle, derlenen eserler arasında temel bir fark bulunmaktadır.
5846 sayılı Kanun’un “İşlenmeler ve Derlemeler” başlıklı 6. maddesinin 7. bendinde; “Belli bir maksada göre ve hususi bir plan dâhilinde seçme ve toplama eserler tertibi” derleme eser olarak nitelendirilmiş, aynı maddenin 6. bendine göre; “Bir eser sahibinin bütün veya aynı cinsten olan eserlerinin külliyat haline konulması” işlenme eser olarak kabul edilmiştir. Halbuki yukarıda izah edildiği üzere gerçekte külliyatların da birer derleme eser olduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte, yalnızca bir yazarın bütün ya da aynı cinsten eserlerini bir araya getirerek külliyat oluşturmakla, birden fazla yazarın eserlerini bir araya getirerek külliyat (derleme) eser oluşturmak arasında, izin alınması gereken eser sahiplerinin sayısı dışında bir fark bulunmamaktadır. Aşağıda incelemenize sunulacak olan, diğer ülkelerin fikir hakları kanunlarının derlemeye ilişkin maddelerinde de görüleceği üzere, Türkiye dışında hiçbir ülkenin kanunlarında veya herhangi bir uluslararası sözleşme yahut bilimsel makalede, 5846 sayılı Kanun’daki gibi bir tasnif (aynı ya da farklı eser sahiplerinin eserlerinden faydalanarak ortaya konan derleme eserler arasındaki ayrım) görülmemektedir. Aşağıda bazı ülkelerin fikir hakları kanunlarındaki derleme eserlere ilişkin maddeleri incelemenize sunuyorum.
§ Seçilmek ve düzenlenmek yoluyla kişisel bir düşünce yaratısı biçiminde oluşturulan, eserler, veri ya da diğer bağımsız malzemelerin derlemeleri seçilen malzemede mevcut fikir hakkı ya da komşu haklara zarar vermeksizin bağımsız eser olarak korumadan yararlanır. [Alman FHK "Derlemeler ve Veri Tabanları" başlıklı 4. madde]
§ Ansiklopediler, antolojiler, veri tabanları, belge derlemeleri ve benzerleri gibi, içeriklerine dikkat edilerek bir uyum içinde seçilen ve düzenlenen eser ve diğer çeşitli malzeme derlemeleri, bireysel bir düşünce yaratısı niteliği ile bağımsız bir eser olarak kabul edilir. [Slovak FHK "Derlemeler" başlık 8. madde]
§ İçeriğinin seçimi ve düzenlenmesi yoluyla oluşturulan bir düşünce yaratısı niteliği ile derlemeler, bağımsız eserler olarak korunurlar. [Japon FHK "Derlemeler" başlık 12. madde]
9- ESER ve TESCİL
Gerek uluslararası sözleşmeler gerekse ulusal fikir hakları kanunları eserlerin, herhangi bir işleme (şekil unsuruna) bağlı olmadan kanunî korumadan faydalanmasını temel bir ilke olarak kabul etmiştir. Eserle ilgili kanunî haklar, eserin oluşumu ile birlikte elde edilmekte dolayısıyla eser sahibinin başka bir işlem (tescil vb.) yapmasına gerek kalmamaktadır. Örneğin bir grafik tasarımcının, tasarımını yaptığı bir logo üzerindeki eser sahipliği, tasarımını yaptığı andan kendiliğinden doğar, başka bir işlem yapmasına (notere onaylatma vs.) gerek yoktur.


Avukat Zekeriya YILMAZ
ÖZCAN HUKUK BÜROSU
www.ozcanhukuk.com
(Bir sonraki yazımızda “Eser Sahipliği ve Eser Sahibinin Hakları” konusu ele alınacaktır)
KAYNAKÇA
1- Fikir Hukuku Dersleri, Akın Beşiroğlu, 4. Baskı
2- Fikrî Mülkiyet Hukuku, Ünal Tekinalp, 4. Baskı
3- Uygulamalı Fikrî Mülkiyet Hukuku C II, Cahit Suluk - Ali Orhan
4- Fikrî Hukuk Dersleri II, Halil Arslanlı
 
Yukarı Alt