Kuzgun Acar

Funda

E=mc²
Kayıt
31 Mart 2010
Mesaj
330
Tepki
9
28 Şubat 1928 yılında İstanbul'da doğan Kuzgun Acar'ın annesi, Habeşistan kökenli ve zenci bir kadın olan Ayşe Zehra, babası ise Nazmi Acar. Kuzgun ilkokuldan sonra İstanbul 1. Ticaret Lisesine gidiyor. 1948'de Ticaret Lisesini bitiriyor. Bu sırada da çeşitli işlerde çalışıyor. 1949 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü giriş sınavını kazanıyor ve ilk yıl Rudolf Belling yönetiminde alçı ve çamurla baş etüdleri, Zühtü Müritoğlu'yla da tahta oyma çalışıyor. Ertesi yıl Hadi Bara atölyesine devam ediyor. Kuzgun bu yıllarda yeni malzeme arayışlarına giriyor, gemi söküm atölyelerinde demir malzeme ile tanışıyor, ustalardan işleme tekniklerini ve kaynakçılığı öğreniyor.
1952'de Akademi üçüncü sınıf öğrencisiyken ilk kişisel sergisini Maya Sanat Galerisinde açıyor. Aynı yıl Akademi'den "Yüksek Heykeltraş " olarak mezun oluyor.
1954'te "2. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Türk Resim ve Heykel Sergisi"ne ip, bakir, kepçe sapı adli işleriyle katılıyor. Bu dönem Maya Sanat Galerisinde açılan karma sergilerde yapıtlarını sergiliyor, bu çalışmalarında tahta yontu ağır basıyor. Bu yıllarda telden heykeller deniyor ayrıca ip, kepçe sapı, bakır gibi malzemelerle soyut kompozisyonlar yapıyordu.
1955'te Münire Abdusef ile evlendi ve Maya Sanat Galerisinde ikinci kişisel sergisini açtı. Ertesi yıl, Şehir Galerisi'nde genç sanatçılarla birlikte düzenledikleri sergide ilk elek teli denemelerini sergiledi. Ayni yıl Venedik Bienali'ne elek telinden yaptığı bir heykelle katıldı. Ayrıca İstanbul Atatürk Lisesi'nde resim, mezun olduğu Sultanahmet Ticaret Lisesi'nde de resim ve sanat tarihi dersleri verdi.
1957 yılında Amerikan Haberler Merkezi'nde açtığı kişisel sergide tel heykel çalışmalarını sergiledi.
1958-1960 arasında demir, bronz, metal, tel, çivi, çubuk gibi malzemelerle ve hurdalarla oksijen kaynağı kullanarak yeni formlar aradı. Fırında metal üzerine mine kaplamalar denedi. 1961 yılında "6.San Paolo Bienali'ne üç demir heykelle katılıyor. Aynı yıl Paris'te düzenlenen"Uluslararası Genç Sanatçılar Bienali'ne kaynak tekniğini kullanarak demir çivilerle yaptığı iki heykelle katılıyor ve heykel dalında "Paris Kenti Birincilik ödülü"'nü kazanıyor. Ertesi yıl Paris'e gidiyor. 23. Devlet Resim ve Heykel sergisinde heykel dalında birincilik ödülü alıyor. Venedik Devlet Resim ve Heykel sergisine katılıyor ve mansiyon kazanıyor. Paris Modern Sanatlar Müzesi'nde metal, bakır, çivi, tel kafeslerden yaptığı heykellerini sergiliyor.
1963'te Galerie La Cloche'de Italyan bir sanatçı ile birlikte sergisi açılıyor ve sergi iki yıl açık kalıyor. İstanbul Alman Kültür Merkezi'nde açtığı 5. kişisel sergisi, keçe kalemle yaptığı desenlerinden oluşuyordu. Paris, Brüksel, Berlin ve Viyana'yı dolasan Çağdaş Türk Sanatı" sergisine katılıyor.
1965'te İstanbul'a döndü ve Bige Berker'le evlendi. 1966'da oğlu Yunus doğdu. Bu yıllarda Kuzgun, Sinematek etkinliklerine katıldı ve Sinematek yönetim kurulunda yer aldı. Bir yandan da "Türkiye" heykelini çalışıyordu. Yine aynı sıralarda İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'na büyük boyutlu soyut duvar kompozisyonunu yapıyordu. Ankara Kızılay Emek İş Hani'nin diş yüzeyine demir ve bronz malzemeyle Anadolu'nun çoraklaşmasını anlattığı ve "Türkiye" adini verdiği 13 metre boyunda ve 6 metre enindeki soyut heykelini 1967 yılında yerine monte etti. Ayni yıl Ankara Ziraat Bankası'na bir heykel daha yaptı fakat bu heykel sonradan yok oldu. Ertesi yıl, Mehmet Ulusoy ve Ali Özgentürk'le "Sokak Tiyatrosu"'nda, Mehmet Ulusoy ve Can Yücel'le "İşçinin Tiyatrosu"nda mask ve dekor çalışmaları yapıyor.
1969'da Milliyet Gazetesi'nin "Boğaza değil Zap Suyuna Köprü" kampanyasına belgesel film çekmek için katılıyor. Yabancı dağcılardan oluşan bir ekiple Doğu Anadolu'ya gidiyor. Dönünce Seker Sigorta'nın Fındıklı'daki binasının terasına heykel-havuz işini yapıyor. Ardından Galeri 1'de Abidin Dino ile birlikte bir sergi açıyor.
1970'de Bakırköy Halkevi "Hamlet 70" oyununun masklarını ve dekorlarını hazırlıyor. 1971'de Fersa Pulhan'la (Acar) üçüncü evliliğini yapıyor. Ertesi yıl Galata Kulesi'nde "Kuzgun'un Yeri-Ceneviz Meyhanesi"nin işletmeciliğini üstleniyor. Aynı yerde düzenlediği Galata Sanat Galerisi'nde Tan Oral, Gültekin Çizgen ve Orhan Taylan'ın karma sergilerini açıyor. Gözaltına alınıyor. 1973 yılında Cumhuriyet'in ellinci yılı kutlamaları çerçevesinde Gülhane Parkına bir heykel yapıyor, bu heykel bir süre sonra kaldırılıyor ve kayboluyor. Yine aynı yıl Lale Film Stüdyosu'na ve Karaköy'deki Tatlıcılar'ın binasına demir röliefler yapıyor.
1974 yılında Ressam Orhan Taylan ile Nişantaşı Dilberler mağazasına imzalı özgün elbiseler boyadılar. Yine bu yıl, Maden İş Sendika'sının Gönen'deki "Eğitim ve Dinlenme Tesisleri"nin açık alandaki duvarına otomobil parçaları, hurda demir malzemelerle işçi ve ailesi ile işvereni temsil eden 13 metrelik bir kompozisyon gerçekleştirir. Ankara Kızılay'daki Emek İş Hanı'ndaki "Türkiye" heykeli parçalanarak söktürülür. (1990 yılında bu heykelin hurdacıya satıldığı ve yok edildiği öğrenildi.)
1974-1975'te tekrar Paris'e gider. Mehmet Ulusoy'un Paris'teki "Özgürlük Tiyatrosu" 'nda sahnelediği Bertold Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi" oyunu için 140 adet mask yapar. Bu masklar halen Mehmet Ulusoy'un koleksiyonundadır. Aynı yıl, TRT Cihat Burak'la birlikte dökümanter bir film hazırlayıp yayınladı fakat bu film de daha sonra kayboldu. Kuzgun, Antalya Belediyesi için 20 heykelciyle birlikte bir heykel sempozyumu düzenledi ve bu etkinlikler sırasında Haşim İşcan'ın anısına "El" heykelini yaptı. Ardından "Tiyatro 75" Dergisi'nde tiyatro eleştirileri yazmaya başladı. 4 Şubat 1976'da İstanbul, Ortaköy'deki atölyesinde beyin kanaması sonu

KUZGUN ACAR'DAN
"HEYKEL-SANAT VE SANATÇI ÜZERiNE"
------------------------------------
"BiR YENi TAD,BiR YENi KOKU,BiR YENi iNANÇ"
- Önce kendi işimde devrimci olmaya uğraşıyorum.Kaçınılmaz bir şey bu.Ben kendi heykelimde bir şey beceremiyorsam bir yeni tad,bir yeni koku,bir yeni inanç koyamıyorsam,kime ne söyleyeceğim ki ben.
"ŞAŞIRIR,TABii ŞAŞIRSIN iSTiYORUM ZATEN"
- Herhangi bir insan,bu hiç okur yazar olmayabilir-ama sanat hiç okuma yazması olmayana da bir şey söyleyen bir nesne-o tadar,lezzetine varır ve hesabını sorar insanın.şaşırır,tabii
şaşırsın istiyorum zaten.şaşırtmak için değil.şaşırırken doğruyu bulacaktır,tabii eğer ben doğruysam.Doğru değilsem zaten neyi yapsam bir şey değil.Bir kaç iş yaptım ve bu yığınlara gitti ve yığı nlar öylesine kabullendiler ki.
"BEN Mi HEYKEL YONTTUM HALK MI BENi YONTTU"
- E, siz bir yere varmışsınızdır.O halk sizi yontar zaten.Aslında bize heykeltraş diyorlar.Tamam doğru biz yontuyoruz bazı şeyleri,ama aslında bizi yontan sokaktan geçen adamdır.O hesabını sorar adamdan.Bu açık.Bunu o kadar uzun yıllardır,en azından bir 27 yıldır yaşadım.Ben bilmiyorum,ben mi heykel yonttum beni mi halk yonttu.Bunu bilemem ben.
"iSLAMiYETiN iLK HEYKELLERi"
- Mezar taşlarının birer anıt olduğuna inandım.islamiyetin ilk heykelinin mezar taşları olduğunu düşünüyorum.
"ONUN iÇiN FiGÜRATiF YAPMIYORUM"
- Çok büyütülüyor aslında.Sanat,sanat,sanat........Ne oluyoruz ki yani.Hani bir adamın istanbul Ankara otobüsünü götürmesi herhalde benimkinden daha güç bir şey.Ben biraz dana kolay idare ediyorum.Ve ben onun heykelini yapmak istiyorum.Onun heykeli de,biraz sivri demir,biraz çelik sivriler, sivriler ve batıcılar ve bilmem ne,bilmem ne,bilmem ne........Onun heykelini yapmaya uğraşıyorum ve onun heykeli hareket.Onun heykeli azgınlık.Ben onu oturup da ayakta yapamam.Onun için figüratif çalışmıyorum.Onun için somut heykel yapmıyorum.Adamı zaptetmeye imkan yok.Adam fırtına.Adam kaçıyor.Saatte seksen kilometre yapıyor. Yüz kilometre yapıyor.Onun heykeli aslında sabit yapılamaz ki.Ben onun sadece hareketini yakalarım.Becerebiliyor muyum, o iddiada değilim.Ama ne yaptığımı biliyorum.O adamın,o fırtına adamın, o böyle otuzbeş yaşındayken ellibeş yaşında gösteren adamın heykeli.O soyut oluyor zaten.
"HAREKETİ YAKALIYORUM"
- insanı zaptetmeye imkan yok.Ben onun için figüratif heykel yapmıyorum.Onu durduramayız,o anı yakalayamayız ; ben hareketi yakalıyorum.Kendi tabiatıma aykırı olduğu için figüratife alışmadım.Abstre çalıştım.Örneğin kuşun kendisini yapmaktansa hareketini yaptım.
"İKİSİ DE AYNI DUYARLIK ASLINDA"
- (Soyut ve figüratif) aslında aynı duyarlık aşağı yukarı.Örneğin Yeni Cami'de kuşların uçuşundan yola çıkan-bir işimde konu-kuşlara yem satarak para kazanan bir takım fakirler,hürriyetinden vazgeçmiş ve o yeme mahkum olmuş kuşlardı.Bir paralellik kurdum kendi dünya görüşüm içinde.Anlattım,anlatamadım bilmiyorum ama (soyut ve figüratifte) aynı esinlenme yolu.....Evet bir kuş o.....Buna bir soyutlama diyebilir miyiz?
"ÖNCE SEVMEK GEREK"
- Önce sevmek gerek....karşına bir malzeme çıkar,ona sevgiyle yaklaştıkça,sokuldukça tanırsın.Tanıdıkça da seversin.Bir kere sevdin mi,gönlünü verdin mi bu malzemeye,nakış da olur heykel de,mask da.
"GÜZEL OLUR DOĞRU OLUR"
- Heykel öyle de yapsan olur böyle de.Taştan,mermerden oyarsın.çividen demirden dökersin,çanak çömlekten bükersin.Hepsi de olur....Tepe noktaya bir yere koyarsın,süs olur;fırlatır atarsın, çöp olur......Ama bir işe de yaradı mı,o zaman öpülesiye,okşanasıya güzel olur,doğru olur.
"ÇIĞLIK"
- Yaptığım her yontuda mutlaka bir çığlık vardır.
"GÜMRÜĞÜ ALINMIŞ SANAT"
-Yadırgama alışılmamışla karşılaşmadan doğar.Yadırgadıkları için yeniden şüphelenenler,alıştıklarını kendilerine verenleri suçlandırsın.Zira, gümrüğü çoktan alınmış bir işçiliği sanat sanmak,insan için övünülecek bir şey olmasa gerek.






 
Yukarı Alt