Sordum, aşk'ın sırrı nedir ?

Şener CANÖZ

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
2 Nisan 2009
Mesaj
2.954
Tepki
1.573


Sordum,
AŞK'ın sırrı nedir ?

Dedi:
Yâr'da yok olmaktır..

Sordum,
Yârin isteği nedir ?

Dedi:
Samimi olmaktır..

Sordum,
samimiyet nedir ?

Dedi:
Hep yâre bakmaktır..

Sordum,
bu nasıl olacak ?

Dedi:
Nefsi bırakmaktır..

Sen ve Ben gafletini aşıp,
"BİZ" oLanların rızkıdır AŞK...


Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Yeri gelmişken meselenin pek bilinmeyen noktalarını hatırlatmakta da fayda var:



Sevgi gerekli, aşk risklidir
Klasik bir tartışma konusudur: "Evlilikte aşk şart mı, değil mi?" Yine klasik bir cevap olarak, herkes “Tabiî ki aşk şart.” der. Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir.

Önce isimlendirmeyi doğru yapalım. Sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla olmaktan mutluluk duymak, eksiklerini de hoş görmektir. Aşk ise, ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini görmemektir. Böyle bir aşk, aslında sağlıksız bir ruh hâlidir. Zira aşkın gözü kördür. Peki, sağlıksız bir duyguyla, sağlıklı bir beraberlik kurulur mu?

Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların, aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz? Saplantı düzeyindeki aşk, bir hastalık bile sayılabilir yani. Ama modern çağ klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler, aşk evliliğini en büyük hayal olarak görürler. Ve bunların çoğu, âşık olduklarında, karşılarındaki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez, o coşkulu duygunun esiri olup, mantığı tamamen bir kenara atar, yanlış evlilikler yaparlar.

Âşık olmuş birisi için, karşısındaki, dünyanın en mükemmel kişisidir, onun için yaratılmıştır, o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır. Oysa aşk bir duygu olduğundan, duygular da geçici olduğundan, bir süre sonra hafifler ve önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.

Aslına bakarsanız, âşık olan için böyle riskler taşıyan bu duygu, âşık olunan kişi için bile, rahatsız edicidir. Düşünün; siz öylesine, gelişigüzel bir söz söylüyorsunuz: “İnecek var şoför bey.”, âşığınız “Ne hoş bir cümle kurdun.” diyor. Siz gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o “Ne güzel içiyorsun çorbayı.” diyor. Böyle, olduğundan büyük görülmek, insanı rahatsız etmez mi? İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?

Zaten o yüzdendir ki, kendilerine çılgınca âşık olunanlar, genellikle âşıklarına karşılık vermez, acı çektirirler. “Delice sevdim, ömrümü verdim.” diye başlayan şarkılar, “O beni sevmedi, kalbini vermedi.” diye devam eder. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görülmekten mutlu olmaz, kısa süreli bir zevk dışında.

Üstelik bu tip abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine şu tedirginliği sokar: “Ben onun sandığı gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettiğinde ne olacak?” Ve gerçekten de, önce göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce, ortada bir yerde de kalamaz, bu kez yerin dibine batırırlar sevdiklerini. Büyük beklentiler, büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.
Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan fazla kıymet veriyorsa, sizi kusursuz görüyorsa, sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan. Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen bir sevgi, çok daha güzel ve huzur vericidir.
http://mehmetsemihtuzun.blogspot.com.tr/2014/04/evlilik-dusunenlere-oneriler.html

Aşk ve Osuruk

GRİ, KIZ ARKADAŞINI terkettiğinden beri huzursuzdu. Aslında hayat boyu huzursuz bir insandı Gri. Aşkın kalbini yatıştıracağını, onu başka bir yaşam boyutuna taşıyacağını düşlemişti. Hayatı boyunca saplantılı bir şekilde arkadaşlık aramış, ama hiçbir zaman başka herhangi birinin varlığında kendisine ‘kendisi olma’ izni vermemişti.

Gri kız arkadaşını neden terkettiğini bir türlü anlayamıyordu. Bir sabah kalkmış ve artık ona eskisi kadar ilgi duymadığını hissetmişti. Ters giden şeyin ne olduğunu çözemiyordu. Nasıl olmuştu da ona karşı tüm duyguları aniden tepetaklak olmuştu? Görünürde arkadaşlığını bitirmeyi gerektirecek kadar aksi giden bir durum yoktu. Neden ona karşı ilgisini birdenbire kaybetmişti? Ona karşı hissettiği o yoğun duygular şimdi neredeydi?

Onunla ilk tanıştığında, yıllardır hayalini kurduğu varlığın artık yanında olduğuna inanmış, çok sevinmiş, artık hayattan birşeyler umabileceğine kanaat getirmişti. Demek ki, hayatta insanın istediği şeyler olabiliyordu.

Onu tam anlamıyla;

Sevecek,
Takdir edecek,
Her yönüyle beğenecek,
Hiç kırmayacak,
Hiç incitmeyecek,
Hiç terketmeyecek,
Her halini anlayacak,
Her halini bilecek,
İhtiyacı olduğunda hemen yardımına koşacak

bu çok özel insanı bulduğuna inanmıştı.

“Herşey çok güzel başlamıştı. O bana, ben ona, ‘benim aynamsın’ derdik. Tüm amacımız birbirimizi çok sevmekti. Birbirimizi tanıyacak, diğerinin kendisini tanımasına çalışacaktık. İkimiz de iyiniyetliydik. Sonra bazı şeylerin eskisi gibi gitmediğini farkettik. Ama ben yine de arkadaşlığımızdan memnundum. Sonra aniden kalbimde ona karşı sevgimin birden söndüğünü hissettim.”

“Şimdi sen, defalarca nerede hata yaptık diye düşünüyorsundur.”

“Evet, binlerce kere, nerede hata oldu, o ne hata yaptı, ben nerede ne hata yaptım diye soruyorum. Filmi başa almak ve tekrar tekrar seyretmek gibi, ben de yaşadıklarımızı tekrar tekrar başa alıyor, konuşma parçalarını toplayıp, yerli yerine oturtmaya çalışıyorum.”

“Her filmi yeniden başa sarıp, tekrar tekrar aranızda geçenleri, konuşmalarınızı, yaşadıklarınızı, tartışmalarınızı düşündüğünde bir sarkaçta gelip gittiğine eminim.”

“Nasıl bir sarkaç, anlayamadım” diye sordu Gri.

“Bana daha önce, ‘O çok mükemmel ve inanılmaz biri’ diye düşündüğünü söylemiştin. Sarkacın bir ucunda, ‘O çok mükemmel ve inanılmaz biri’ olduğuna eminim.”

“Bu çok doğru. Bir tarafım hep o inanılmaz biri, mükemmel biri diyordu. Sarkacın diğer ucu epey bir zaman yoktu. Bir zaman kadar, salınmıyordum. O inanılmaz ve mükemmel biri noktasında uzun süre sabit bir şekilde kaldım.”

“Sonra yavaş yavaş sarkacın bulunduğu bu sabit noktanın yanında diğer uç gelişmeye başladı.”

Gri’nin tam olarak takıldığı yer burasıydı. “O çok mükemmel ve inanılmaz biri” dediği yerde uzun süre kaldıktan sonra, nasıl olmuştu da “O âşık olunmaya değecek, bana layık bir kız değil” noktasına doğru birden ve hızlı bir şekilde savrulmuşcasına salınmıştı?

Salınma noktaları oluştuktan sonra, Gri önceleri yavaş yavaş, sonraları hızla bu iki nokta arasında gelip gitmişti. Önceleri her bir salınım yerinde kalma süreleri daha uzun iken, gittikçe bu süre kısalmış, aynı gün içinde birkaç kere “O çok mükemmel ve inanılmaz biri” noktası ile “O âşık olunmaya değecek, bana lâyık bir kız değil” noktalarına gelir gider olmuştu. Bu Gri’yi inanılmaz derecede yoruyordu. Ne sevdiğini hissedebiliyor, ne nefret edebildiğini anlayabiliyordu. Aynı gün içinde hem fırtına kopuyor, hem güneş doğuyordu. Şarıl şarıl yağan yağmurdan sonra, pırıl pırıl güneş açıyordu kalbinde. Bu içinde dinginlik diye birşey bırakmıyor, kalbini kasıp kavuruyordu.

Bir yıla yakın olmuştu ondan ayrılalı. Kız arkadaşını unutamıyordu. Onu binlerce kez aramak istemiş, eli telefona gitmiş, ama konuşamamıştı. Telefonu çaldırıyor, onun alo sesini duyuyor, sonra telefonu kapatıyordu. Sık sık evini arıyor, telesekreterdeki sesini dinliyor, mesaj bırakmadan kapatıyordu. Onunla ilişkisini tekrar başlatmaktan korkuyordu.

Dr. Mavi, “Onun çok mükemmel ve inanılmaz olduğu sonucuna nasıl varmıştın?” diye sordu.

İki nokta arasında gidip gelen insanlar, bu noktalardan acı verenine daha çok odaklanırlar. Gri de daha çok kız arkadaşını neden bıraktığına odaklanmıştı. İki nokta arasında gidip gelmeler varsa, bu geliş gidişlerin anlamı, iki noktanın içeriği anlaşılarak çözülebilir. Dr. Mavi, Gri’nin kız arkadaşı için “Âşık olunmaya değecek, bana lâyık bir kız değil” deme noktasına nasıl geldiğini ne kadar merak ediyorsa, “O çok mükemmel ve inanılmaz biri” noktasına nasıl geldiğini de o kadar merak ediyordu.

“Çok duyarlı biriydi. Beni kaale alıyordu. Beni önemsiyordu. Beni düşünen birisi var, diyordum. Bu çok hoş bir duygudur. Düşünsenize, dünyada birisi var ve senin varlığını önemsiyor, kaale alıyor. Bu ayaklarımı yerden kesiyordu. Sık sık onun beni düşündüğünü düşünüyordum ve bu çok hoşuma gidiyordu.”

“‘Dünyada birisi var ve benim varlığımı önemsiyor’ cümlen çok dikkatimi çekti. Bir göz seni izliyor, bir akıl seni düşünüyor, bir kalp seni seviyor, bir yürek senin için endişeleniyor, bir ruh sana dokunuyor, bir güç seni kolluyor. Senin kendin dışında bir varlık senin varoluşunu onaylıyor. Senin varoluşunu onaylayan bu varlıkla ilgili neler düşlüyordun?”

Tüm âşıklar gibi, Gri de âşık olur olmaz fantazilere dalıp gidiyor, saatlerini onu düşünerek geçiriyordu. Tüm imgelerine kız arkadaşı hâkim olup çıkmıştı.

“Onunla ilgili birçok şey düşünürdüm. Hangisini anlatacağımı bilemiyorum.”

“Onunla ilgili fantazilerinde onu sevdiğine ait görüntüler mi, yoksa onun seni sevmesine ait görüntüler mi daha fazlaydı?”

“Bunu çok düşünmedim. Ama şimdi zihnimi yokladığımda daha çok onun beni çok sevdiğine, benimle ilgilendiğine, beni önemsediğine ait imgeler vardı zihnimde.”

Dr. Mavi’nin aşk sorunları ile kendine gelen hastalarında en önemli gözlemi buydu. Aşk başkasını sevmek, başkasına bağlanmak olarak görülse de, Dr. Mavi aşk ve sevgi ilişkilerinin temelinde sevilmek olduğuna inanmıştı. Buna en büyük itiraz, tek taraflı platonik aşk yaşayan hastalarından geliyordu. Eğer tek taraflı olarak seviyorsam nasıl olur da aşkın daha çok sevilme, önemsenme, değer bulma arayışı olduğunu söylersin diye, koro halinde itiraz sesleri yükselirdi.

Dr. Mavi de onlara fantazilerini ayrıntılı biçimde anlattırırdı. Bir başkasını karşılık görmese dahi ölesiye seven insanların imdadına fantazileri yetişiyordu. İnsan illa da önemsenmek, bir başka varlıkta anlam ve önem kazanmak istiyordu.

Tek taraflı da olsa, sevgisine karşılık da bulsa, insanlar fantazilerinde, hayallerinde, imgelerinde sevdiğini söylediği kişinin de kendisini sevdiğini, kendisine âşık olduğunu, kendisini önemsediğini düşünmeden edemiyordu. Bu yüzden hastalarına ayrıntılı olarak fantazilerini anlattırır, onlara aşkın bu yüzünü göstermeye çalışırdı.

Gri de kız arkadaşını bir zamanlar sevdiğini, ona bağlandığını, ona çok değer verdiğini söylese de, iş fantazilerine, düşlemlerine, imgelerine gelince kız arkadaşı tarafından ne kadar çok sevildiğine, onun tarafından ne kadar çok önemsendiğine ait görüntüler ağır basıyordu.

Aşk konusunda kimse yalan söylememeli. Aşkın bir başkasını sevmek olduğunu söylemek koca bir yalandır. Aşk karşılıksız yaşanamaz. Buna en büyük itiraz karşılıksız seven insanlardan gelir. Ancak onlar da en azından fantazilerinde aşklarına karşılık bulmadan yapamazlar. Aşkı besleyen sevilmek, önemsenmek duygusudur. Aşk bu anlamda bir başkasının dünyasında varolma çabasıdır. Kendi varoluşunun bir başka varoluş tarafından onaylanması ihtiyacıdır. Bir çift gözbebeğinde yansıma, varoluş kazanma ihtiyacıdır. Bir başka varoluşun içinde iyi bir yeri olduğuna inanmayan bir insanın aşkı biter. Bir de, bir başkasının o kadar da önemsenecek biri olmadığını farketmek aşkı öldürür.

Dr. Mavi, aşk fantazilerinin önemli bir özelliğinin de sevilen kişinin yüceltilmesi olduğunu anlamıştı. Gri bir kızı seviyorsa, asıl derdi o kız tarafından sevilmek, onun tarafından önemsenmek, değerli bulunmaktı aslında. O halde, Gri’nin sevilme, önemsenme ihtiyacının azamî düzeyde karşılanması için, Gri’nin kız arkadaşını yüceltmesi, yüce bir varlık tarafından sevilip önemsendiğini yaşaması gerekiyordu.

Aşk bu açıdan da kocabir yalan olarak yaşanır. Âşık olunan nesne yüceltilir, tüm insanî zayıflıklarından ve zaaflarından soyutlanarak kutsallaştırılır. O dünyanın en güzel/en yakışıklı , en akıllı, en duyarlı kızı/erkeğidir.

“Bir zaman sonra kız arkadaşım benim için bir yük haline gelmeye başladı. Sürekli benden ilgi bekliyordu. Hayatımın merkezinde olmak istiyor, benim tüm yaşam alanlarından soyutlanmamı umuyordu. Tüm sorunlarını benim çözmemi bekliyordu. Bilgisayarına kahve mi döküldü; ben halletmeliydim. Arabası mı bozuldu; ben ilgilenmeliydim. İşyerinde sorunları mı var; ona dahiyâne şeyler söylemeli ve sorununu çözmeliydim.”

“Suratın biraz asık olduğunda da, sevilmediğin söylendi tabiî.”

Gri bunu onayladı. Arkadaşlıklarının kopma noktalarından biri buydu.

“Şüpheci bir insan olup çıkmıştı. Sürekli onu sevip sevmediğimi soruyordu. Verdiğim cevaplar yetmiyordu. Bir zaman sonra, verdiğim cevaplara da inanmadığını hissetmeye başladım. Onun kalbini dolduramıyordum.”

Dr. Mavi şaşkınlaştı. “Onun kalbini dolduramıyordum” cümlesi müthiş bir tesbitt içeriyordu. “Kalbini dolduramıyordum” cümlesi Dr. Mavi’nin içinde yankılandı, düşünce duvarlarına çarptı, sonra başka bir duvara doğru zıpladı. İçini bir sevinç doldurmuştu. Aşk konusunda aradığı cümleyi bulmuştu. Gri’ye içinden teşkkür etti. Sevgi ve aşktaki kırılganlıkları, düş kırıklıklarını özetliyordu bu cümle. Katıldığı bir toplantıda bir terapist “İnsan psikolojisini öğrenmek istiyorsanız, hastalarınıza sorunuz. Onlar size en ince ayrıntılarına kadar anlatacaklardır. Siz yeter ki ayrıntıları kaçırmayın ve yerli yerinde soru sorun” demişti. Terapist haklıydı. Dr. Mavi, Gri’nin “Onun kalbini dolduramıyordum” cümlesine hazine bulmuş gibi sevindi. İnsanlar aşk ilişkileri, sevgi ilişkileri ile kalplerini doldurmaya çalışıyorlardı. Aşkın en güzel özeti belki buydu: bir insan tarafından sevilerek kalbini doldurmak... Belleğinin en özel bölmesine bu cümleyi yerleştirdi. Yaratıcıya, ona Gri gibi bir hasta verdiği için teşekkür etti. Sonra tekrar konuşmaya döndü.

“Anladığım kadarıyla, onun kalbinin dolduramıyordun. O da sürekli bundan yakınıyordu, diyorsun. Bir insan bir başkasının kalbini doldurabilir mi sence?”

Gri duraladı. “Bir insan bir başka insanın kalbini doldurabilir mi?” sorusundan tedirginlik duydu. Bu soruda aşkla ilgili inançlarına gizli bir meydan okuma sezmişti.

“Bu sorunun cevabının genel olarak tüm insanlık durumu için geçerli olup olmadığını bilmiyorum ama, kendim için şimdi düşündüğümde şunu söyleyebilirim. Aşkın bir anında kız arkadaşım kalbimi dolduruyor gibi geliyor. Ama sonra ne oluyor anlayamıyorum.”

“Çünkü sen sevilmek istiyorsun, o sevilmek istiyor, sen sevilmek istiyorsun, o sevilmek istiyor. İkinizin bu istekleri çarpışıyor. Sonra onun kalbini dolduramadığını görüyorsun ve şikâyetler başlıyor.”

“Evet?” diye sordu Gri.

“İlk düş kırıklığı aslında kız arkadaşından kaynaklanmıyor. Çünkü, son tahlilde, tüm aşklar hüsranla, düş kırıklığı ile sonuçlanmıştır. İlk düş kırıklığı aşkın kendisinden kaynaklanıyor. Aşk ile kalbinin dolacağını sanıyorsun.”

Dr. Mavi duraladı. Zihninde söylemek istediklerini teorik olarak açıklamak istemiyordu. Grinin dünyasından neler olduğuna odaklanmak istiyordu.

“Sanırım arkadaşının senden olan beklentileri seni yordu ve bir insanın varoluşunun yükünü omuzlarında hissettin. Bir insanın varoluşunun değerliliğini ve önemini ona sunmak sana ağır geldi.”

“Bu kız arkadaşım için de geçerli değil mi?”

“Onun için de geçerli” diye cevapladı Dr. Mavi. “Kesinlikle eminim ki, onun için de geçerli. Hem de çok geçerli. Muhtemelen o da senin gibi davrandı. Her ikiniz de varoluşunuzun önemini ve değerini karşınızdakinin size hissettirmesini beklediniz. Her ikiniz de bundan yorgun düştünüz. “

“Bunu biliyorum Dr. Mavi. Çünkü bu dediğiniz şeyi çok yaşadım. Benim merak ettiğim şey şu: Onu neden bıraktım?”

“Şimdi” diye devam etti Dr. Mavi, “‘Bir gün kalktım ve ona olan sevgimin azaldığını hissettim’ demiştin. Ben o güne dönmek istiyorum.”

“O günü özellikle çok düşündüm. Basit bir gündü. İnanın buradan birşey çıkaramazsınız. O günü didik didik ettim ve hiçbir şey elde edemedim.”

“Bir kere daha deneyelim mi?” diye ısrar etti Dr. Mavi.

Gri, bir sabah kalkıp da kız arkadışına eskisi kadar birşeyler hissetmediği günden bir önceki gün, kız arkadaşının evine yemeğe davetliydi. Kır arkadaşı onu annesi ile tanıştırmak istemişti. Gri bir demet mavi gülle evlerinin kapısını çalmıştı. Kız arkadaşının annesiyle tanıştırılmış ve aralarında koyu bir sohbet olmuştu.

“Sonra yemeğe oturduk.”

“Şimdi bana olayı şu an yaşıyormuş gibi anlatır mısın? Şu an kapıdan giriyorum, yemek yiyorum gibi. Hatta gözünü kapatarak anlatırsan daha iyi odaklanırsın.”

“Zili çalıyorum. Biraz bekliyorum. Kız arkadaşım kapıyı açıyor.”

“Eve giderken neler düşünüyorsun? Neler canlandırıyorsun zihninde?”

“Hımm, kız arkadaşımın annesini merak ediyorum. Nasıl birisi olduğunu hayal ediyorum. Kız arkadaşım gibi güzel birisi olmalı diye düşünüyorum. Beni nasıl karşılayacağını merak ediyorum yine.”

“Sonra?”

“Sonra annesi geliyor odaya. Kız arkadaşım beni tanıştırıyor annesine. Annesini görünce hayal kırıklığına uğruyorum. Oldukça yaşlı geliyor bana. Yüzünde yüzlerce kırışıklık görüyorum. Kafamda tasarladığım insan çıkmıyor karşıma.”

Dr. Mavi bu noktanın üstüne gitmeye karar verdi. ‘Annesini görünce hayal kırıklığına uğradım’ cümlesiyle birlikte zihninde şimşekler çaktı.

“Annesine iyice odaklanır mısın Gri? Yüzünü gözünün önüne getir. İyice duygularına odaklan.”

“Yüzündeki kırışıklıklardan gözümü alamıyorum. Yaşlılık benlerini görüyorum. İçim sızlıyor. Zaman iz bırakmadan gitmiyor. Bir tankın paletlerinin izi gibi, zamanın izleri yüzüne yansımış. Ellerinde, kollarında, bacaklarında küçük adacıklar halinde yaşlılık lekelerini görüyorum. İçim sızlıyor. Yaşlanmış bir yüze bakamam zaten.”

“Kız arkadaşın nerede duruyor şimdi?”

“Koltukta annesinin yanında oturuyor. Yemekten önce bir süre sohbet ediyoruz.”

“Kız arkadaşının yüzünde ne görüyorsun Gri?”

“Ona bakamıyorum. Hayır, bakamam yüzüne. Bunu bana yapmayın Dr. Mavi. Kız arkadaşımın yüzüne görmek istemiyorum.”

“Haydi devam et Gri. Oldukça yaklaştın. Cesaretini topla ve kız arkadaşının yüzüne bak.”

“Annesiyle onu karşılaştırıyorum. Aralarında sadece yirmisekiz yaş var. Mutlaka gelecek olan yirmisekiz yıl. Mutlaka geçecek bu sayı beni korkutuyor. Kız arkadaşımın yüzüne bakıyorum. Sonra annesinin. Annesinin yüzüne bakıyorum. Sonra kız arkadaşımın. Bir ara orada olduğumu unutuyorum. Kopuyorum. Kız arkadaşım canımın sıkıldığını düşünüyor. İstersen televizyon seyredelim diyor. Ben hayır diyorum.”

“Gri, kız arkadaşınla annesinin yüzlerine bakıyorsun. Haydi devam et buna.”

“Herşey sönüyor burada artık. Âşık olduğum kız bu olamaz diyorum. Bu yüz de annesinin yüzü gibi olacak. Buna dayanamıyorum. Cildinde oluşacak yaşlılık lekeleri canlanıyor gözümün önüne. Buna dayanamıyorum. Bacaklarının güçsüzlüğüne dayanamıyorum. Saçlarının dökülmesine dayanamıyorum. Dudaklarına sürdüğü rujun yaşlılık çizgileri arasında sırıtmasına dayanamıyorum. Benim kız arkadaşım da böyle olacak. Tüm dünyadan soğuyorum. Herşeyden soğuyorum. Hayat birden gözümde küçülüyor. Yaşamak saçma bir hale dönüşüyor. Artık herşey anlamsızlaşıyor.”

“Herşey anlamsızlaşıyor. Herşey. Aşk da mı?”

“Herşey yaşlılığa, ölüme gidiyorsa, yaşlılık lekeleri bedenleri örtüyorsa, otuzbeş yıl sonra yürümekte zorlanacaksam, âşık olmak sıradanlaşıyor şu an gözümde.”

“Fantazilerindeki kız arkadaşına ne oluyor Gri?”

“Onların birer fantazi olduğunu anlıyorum. Herşeyiyle mükemmel kız, bedenindeki yaşlılık lekelerine engel olamayacak. Yirmisekiz yıl sonra kemik erimesi olacak. Belki on yıl sonra menapoza girecek. Östrojen hormonları ile ayakta duracak. Sevdiğim kişinin yaşlanacağı gerçeği midemi bulandırıyor.”

“Sonra neler oluyor Gri?”

“Yemeğe oturuyoruz. İştahım kaçmış durumda. Konuşmak içimden gelmiyor artık. Kız arkadaşım beni sıkıştırıyor. ‘Yolunda gitmeyen birşey mi var?’ diyor. ‘Yok birşey’ diyorum. Yemeğimizi yiyoruz. Yemekten kalkıyoruz. Koltukta oturuyoruz. Annesi kahve yapmaya gidiyor. Kız arkadaşım ‘Affedersin’ diyor?”

Gri duruyor. Yüzünde hafif bir utangaçlık ile karışık bir gülümseme beliriyor.

“Bu kısmı anlatsam mı bilmiyorum.”

“Haydi devam et Gri.”

“Kız arkadaşımın gaz çıkarma sesini duyuyorum. Çok mahçup oluyor. ‘Affedersin’ diyor. ‘Önemli değil’ diyorum.”

“Ne hissettiriyor bu sana?”

Gri gülümsüyor. “Koku hissediyorum” diyor. Dr. Mavi de gülümsüyor. Her ikisi de gülüyorlar.

“Onun yellenen bir varlık olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorsun belki” diyor Dr. Mavi.

“Onun osuran bir varlık olması” diye tekrarlıyor Gri.

Gri âşık olduğu kızın gerçek halini görüyor o gece. Dr. Mavi böyle yorumluyor o geceyi. İnsanî zaaflarıyla, acizliğiyle, ölümlü, zamanın etkisine maruz bir insanı görüyor Gri. Yaşlılık, ölüm, çizgiler, yaşlılık lekeleri, acziyet, yellenme sesi, Gri’nin kalbinde derin yaralar açıyor. Kalbindeki sevgiliye karşı kalbi soğuyor. Gri’nin kız arkadaşı Gri’nin kalbini dolduramıyor. Gri eksikliğe, ölümlülüğe, faniliğe, mükemmel olmayana tahammül edemiyor. Gri sonsuz mükemmelliğin, sonsuz güzelliğin sevgi nesnesinde olmadığını görüyor.

Yellenme sesi Gri’yi kendine getiriyor.

Aşkı öldüren yellenme sesleridir. İnsan yellenen bir varlıktır ve her aşk ölmeye mahkumdur.

http://www.mustafaulusoy.com/

Psikiyatrik müdahale şart

Aşk hastalığı çok ciddi bir durumdur. Mutlaka bir psikiyatrik müdahaleyi gerektirir. Bazılarında intihar veya maşuka zarar verme riski gelişebilir. Böyle durumlarda kişinin yatırılarak tedavi edilmesi gerekebilir. Psikiyatrik müdahalenin yanında aşk hastalığının dinamiğinde var olan negatif düşünceler tespit edilip psikoterapiyle giderilmelidir. Aşk hastalığına yakalanan kişiler aynı tabloyu daha önce birkaç kez yaşamış oluyorlar ve hep aynı tip kişilerin kendilerini bulduklarına inanıyorlar. Halbuki kendileri her defasında aynı şekilde davranarak ya maşuklarını arsızlaştırıyorlar ya da kaçar hale getiriyorlar. Yani bir manada kendi “frenkeştaynlarını” yaratıyorlar. O yüzden çare bağlanma modellerini değiştirmek, travmalarından kaynaklanan bilinçaltı çatışmaları çözümlemektir. Bu konuda etkin psikoterapötik yöntemler ve EMDR gibi travma terapileri büyük başarı sağlamaktadırlar.
http://haber.stargazete.com/yazar/ask-hastaliginin-tedavisi-var-mi/yazi-840645

YAŞANILAN SAF AŞK İSE CİNSEL PAYLAŞIMA NE DEMELİ
“Hocam cinsellik aklımda bile yoktu, ben sadece aşık olmuştum, meşru olmayan cinsellik bana göre çok terstir…” diyen kişilere, “Peki aşkınızla cinsellik yaşadınız mı” diye sorarım genellikle. Aldığım cevap çok nadir durumlar dışında hep, “Evet” olur. Gerçeklerle yüzleştirmek bir psikolog olarak görevim olduğu için ardından da, “Kusura bakmayın, durumu doğru tanımlayalım, adını doğru koyalım. Siz cinsel odaklı arzu, ihtiyaç, eğilim, zaaf ve duygularınıza aşk adını takmışsınız. Öyle olmasaydı sadece aşkın saf duygu halini yaşar, “Bana göre ters” dediğiniz cinsellik yaşantısından uzak kalabilirdiniz” derim. (Aşık olduğunuzda aniden değişen hormonal çalkantı grafiğinize dikkatlice ve cesurca bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınızdır)
http://www.cocukaile.net/bir-sig-dusunce-hastaligi-olan-ask-1/

Hep duyarız: “Aşkımız ne kadar da büyüktü” sözlerini.
Sona erdiyse nasıl büyük aşk olabilir, yahut büyük ise bir aşk nasıl üç – beş yıl sonra bu kadar kolayca sona erebilir! Bunu sorgulayan pek yoktur! Kulağa hoş geliyor ya, gerisi boş!
Daha başından belli bu işte bir tuhaflık olduğu! Tamam belli de gerçekten bilmek isteyen yok ki işin dibini kökünü! Çünkü bu kimsenin işine gelmiyor! Alanın da satanın da baştan razı olduğu bu karşılıklı kandırmaca süreci öyle veya böyle sürdüğü sürece her iki tarafa da haz veriyor sonuçta!

“İkimizde haz alıyorsak bırak, kandıralım birbirimizi. Ama kendimizin haberi olmasın bu işten yine de! Örselenmeyelim böylece! Burnundan getirmeyelim ruhumuzun! Kullanılmışlık psikolojisine girmeden kandıralım, öyle yaşayalım bunu” demenin adıdır; aşk!

“…Ne büyük bir aşktı, el ele gezmeler. Birlikte düğünden dönmeler. İlgiler, ikramlar… Ama ne olduysa bu yılın başında oldu. Her şey bir anda değişiverdi. Oysa biz ölümüne sevmiştik. Bu aşk pazarda değil mezarda biter derdik hep. Şuan olup bitenlere anlam veremiyorum. Kötüyüm, hem de çok kötüyüm. Bir kuru söz için bitti koca aşkımız…”

Onca yaşanmışlığa rağmen biten her “büyük” aşkın failleri yaşadıklarını kelimeler ve anlatım şekilleri değişse bile aşağı yukarı böyle tanımlarlar.

Başta, giriş cümlesinde de dedim ya, bir aşk büyük ise neden biter; biten bir aşk nasıl büyük olabilir?

Bir sözde, “İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum” denilir. Aynı şekilde insanları ve olguları yakinen analiz ettikçe ortaya çıkardığım, velev ki çok acı bile olsa sırf gerçek olduğu için sevdiğim en okkalı husus şudur:

Aslında “aşk” diye şehvet duyuyor; sadece yoğun korkumuz yüzünden buna masum aşk elbisesi giydirip bilincimize öyle çıkarıyoruz! Neden mi? Çünkü bir erkeğin sana acayip şehvetliyim demesi halinde verilecek tepkiyi toplum kadınlara model olma ve şartlanma yoluyla öğretmiştir:
“Serseri yahut sapık!”
http://www.cocukaile.net/ask-uzerine-2/

SADAKAT DUYGUSU ve "ÇOKEŞLİLİK"
Arthur Schopenhauer'un Aşka ve Kadına Dair isimli kitabında, kadında ve erkekte sadakat duygusunun tezahürü ile kadının monogamiye, erkeğin poligamiye eğilimli olduğu ne de açık anlatılıyor!

Elbette bu, ideolojik şartlanmalardan uzak kalabilenler için bir anlam ifade eder.
Öncelikle aşık olan bir erkek, tabiatı gereği hercai; buna mukabil bir kadın, vefakar olmaya eğilimdir.

Bir erkeğin aşkı belli bir dönemden, yani tatminine eriştikten sonra hissedilebilir derecede azalır. Neredeyse başka her kadın onu sahip olduğundan daha fazla cezbeder, değişikliği arzular.
Halbuki bir kadının aşkı karşılık gördüğü andan itibaren artar. Bunun sebebi, tabiatın türün korunmasını ve olabildiği kadar büyük bir çoğalmayı hedeflemesidir.

Erkek, kolaylıkla bir yılda yüzden fazla çocuk yapabilir, halbuki kadın, ne kadar fazla erkekle sevişirse sevişsin yılda bir batında birden fazla çocuk dünyaya getirme durumunu saymazsak- ancak bir çocuk dünyaya getirebilir.

Bu sebepten ötürüdür ki, bir erkek her zaman başka kadınları arzularken, bir kadın her zaman tek bir erkeğe bağlı kalır. Zira doğa onu içgüdüsel olarak ve farkında olmaksızın doğacak çocuğu bakıp koruyacak olan erkeğin bakımıyla meşgul olmaya zorlar.
Bu nedenle evliliğe sadakat, erkek bakımından suni, fakat bir kadın için doğaldır. Dolayısıyla, evlilikte sadakatsizlik erkek için tabii, kadın için gayri tabiidir, ki kadın bakımından zina, doğacak sonuçlarından ötürü hem nesnel olarak, hem de gayrı tabiiliğinden ötürü öznel olarak, erkek için olduğundan çok daha bağışlanmazdır.( )
Arthur Schopenhauer, Aşka ve Kadınlara Dair, Say yay. İst. 2006, s.47-48

“Erkekler, kendilerinden önce birinin olup olmadığını öğrenmeye çalışmak yerine 'yoktur’ diye düşünmeyi tercih ederler.”

“Bayanlar, kendilerinden önce birinin varlığını merak eder, öğrenmek isterler. Ama onu dert etmezler. Onlar için problem, kendilerinden sonra birinin çıkmasıdır.
http://www.hamdikalyoncu.com/

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim günahım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
(Yunus Emre)
 
Son düzenleme:

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
24 - O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.

33 - Yusuf dedi ki: "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum".

http://www.kuranikerim.com/melmalili/yusuf.htm

Yusuf kıssasında anlatılan, çoklarını per perişan eden, kimisini intihara kadar sürükleyen ve yukarıda da bahsedildiği gibi sonu muhakkak yatakta biten "mecazi aşk"tır. Belki tüm ihtiras ve tutkulardır.
Ne var ki Züleyha'nın yaptığı çok çirkin olmakla birlikte muhatabı yüzünden imtihanı da çok ağır olmuştur. Belki bu yüzden Allah onun hakkındaki hükmünü ve akıbetini saklı tutar.
"Sonra da hep dönüşünüz Bana olacak ve o zaman anlaşmazlığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim."
http://www.kuranmeali.org/3/ali_imran_suresi/55.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx

***

Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nevinden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nevinden değildir ki, kusur olsun."

Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.

Evet, şefkat bütün envâıyla lâtîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor.

Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi aynadarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip herşeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu îlâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: "Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor." Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?

Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor, sâfi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvânâtın yavrularına karşı fedakârâne, ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.

Demek, suver-i Kur'âniyenin en parlağı olan Sûre-i Yusuf'un en parlak nuru olan Hazret-i Yâkup'un (a.s.) şefkati, ism-i Rahmân ve Rahîm'i gösterir ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir. Ve o elem-i şefkate devâ olarak da "En iyi koruyucu Allah'tır; merhametlilerin en merhametlisi de Odur." (Yusuf Sûresi: 12:64) dedirir.

(Bediüüzzaman)
 
Son düzenleme:

Şener CANÖZ

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
2 Nisan 2009
Mesaj
2.954
Tepki
1.573


Marifet mahalli olan gönül, hizmet kıblesi olan Kâbe'den daha üstündür.
Kâbe sürekli olarak kulun baktığı bir şeydir; kalb ise devamlı olarak Mevlâ'nın nazar ettiği bir yerdir.

Keşfü'l-mahcûb/Hücviri
 

Şener CANÖZ

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
2 Nisan 2009
Mesaj
2.954
Tepki
1.573


Akıl, cezbe-yi Hûda'nın kanat çırptığı engin semâlarda pervâz edemez.
O semânın tek hâkimi cezbe-i aşk-ı Hûda'dır.

Ne bâtıl tasavvur, ne imkânsız hayal!
Aşk, insan fehminden yükseklerdedir
Ne kavuşmaya benzer ne ayrılığa...
Hayalden her ne suret çıkarsa
Aşk enginliğiyle gölgelendirir.

İsmail Ankaravî Dede, Minhacü'l Fukara
 
Yukarı Alt