Türk Grafik Eğitim sistemindeki yanlışlar

hastam

Üye
Kayıt
3 Eylül 2009
Mesaj
92
Tepki
0
Sayın Melih bey,

Emek verip, bir hayli zaman harcayıp konu hakkındaki görüşlerinizi bildirmeniz beni olduğu gibi birçok ilgili arkadaşı da bilgi sahibi yapmıştır şüphesiz. Teşekkür ederim.

Sanattan ve eğitimden ödün vermemiz düşünülemez, söz konusu dahi edilemez.
İsmail beyin yazısındaki dikkatimiz çeken konu Türk Grafik Eğitim Sistemimizindeki bir eksiklik olarak tanımlanabilir. Nerden vardınız derseniz bu kanıya...
Grafik eğitimini akademik olarak tamamlayan arkadaşların, çalışmaya başladıkları ortamlarda zor durumlarda kaldıklarını -alay edilmeleri gibi veya sudan çıkmış balık gibi kalmaları şeklinde tasvir ediliyor- sanırım sizler de duymuşunuzdur. Bu okullardan mezun olanlar kaçınılmaz ki sonunda piyasadan geçimlerini sağlayacaklardır.

O zaman; bugünkü sistemi güncelleyip, sizlerin bahsettiği mevcut temel eğitimlerin yanında (kısacası bugünkü müfredat) piyasa ortamı da verilemez mi?

Bir logoyu yaparken, kullanılacak her bir rengin maliyet olduğu, renk artıkça işçiliğin arttığı ve buna bağlı olarak da yüksek baskı tirajı gerektirdiği, işletmenin kapasitesinin göz önünde bulundurulması, piyasada kullanılan malzemelerin bilgisi ve evsafı; matbaalarda öyle A4 kağıt kullanılma alışkanlığı olmadığı, bobin veya farklı ölçülerdeki sanayi formundaki kağıtların ölçüleri vs. gibi birçok şey.
Evet bunlar bir matbacıyı ilgilendiren konular, ama grafikerlik ve matbaacılık yakın temasdadır biliyorsunuz.
Sıradan bir esnafa dört beş renk logo yapmanın hem matbaa grafikeri ve hem de baskı esnasında nasıl sorunlar çıkaracağı; oysa bu gibi işlerde en fazla iki renk kullanılmasının müşteriye önerilmesi. İki spot renkle hazırlanmış bir logonun Anadolu'nun herhangi bir yerindeki matbaada
(bir Gestetner ofset yeterlidir ve hemen her matbaada vardır genelde) maliyet ve zaman sorunu yaşamadan kısa zamanda yaptırılabileceği öğretilmelidir. Ve tabi bunun gibi daha bir çok piyasa deneyimi gereken konular eğitim sistemimize neden adapte edilmesin.
Adam küçük esnaf, birileri yapmış bir logo, ama ne logo. Geliyor kapını çalıyor, aman diyor yarın bilmem nereye gidecem kartım yok. Aman diyor zarf ve başlıklı kağıdım bitmiş, ihaleye teklif verecem hemen istiyorum, en kısa zamanda. İstediği traja bakıyosunuz, logoya bakıyosunuz, işin içinden çıkamıyorsunuz. Zaten elinde flaşla logosuyla gelse neyse. Grafikeriniz ne kadar zaman harcıyacak onu baştan çizmek için?Ne yapacak, varsa basılmışı tarayacak ve öyle basacak matbaa. Taranmış işin sonucu ne olur hepimizin malumu. Buyrun müşterinize maliyet çıkarın, fiyat verin.

Ayrıca iki aylık grafikerlik kursu veren kurluşların da artık denetlenmesi zamanı gelmiştir ilgili resmi kurumlarca. Onların da eğitim sistemi yanlıştır, birtakım zorunlulukların getirilmesi lazımdır. Nihayetinde ordan çıkanlar sonuçta koşuyorlar matbaalara.

Tabiki piyasanın gerektirdikleri bunun çok çok üstünde. Olayı açıklayabilmek için basit bir iki örnek verdim.
İsmail beyin dikkat çektiği konu, birşekilde halledilip grafikerlik eğitiminden, sanat ve sanatçı olgusundan hiç bir ödün vermeden piyasa deneyimlerinin de oluşması sağlanabilir okuyan arkadaşların.

Bu güzel bilgi alışverişiniz beni oldukça memnun etmiştir. Bu site bilenlerle bilmeyenlerin sitesi olsun diyorum sona yaklaşırken. Sizin de yazınızda vurguladığınız gibi, bilenler öğretmek gayreti içinde, bilmeyenler de öğrenmek gayreti içinde olsunlar.
Saygılarımı sunarım... Tartışmaya ve bilgi alışverişine devam edelim. Kolay gelsin.
 
Kayıt
7 Temmuz 2008
Mesaj
209
Tepki
5
Selam,

Değerli dostum bakın şimdi verdiğiniz örneğe uygun olarak size şu genel tanımlamayı dikkate almanızı öneriyorum. Ortamı kasmadan, kızmadan, bağırmadan, çağırmadan...

" İnsanların düşüncelerini belirleyen içerisinde bulundukları sosyal şarttır... "

Bununla bağıntılı olarak insanlar içerisinde bulundukları sosyal şartın düşünce biçimi, bakış açısı ve davranış şeklini kendilerine baz alırlar. Dilek, temenni ve istek bundan sonra gelir. Bunun da bu şekilde olması doğaldır.

Bir olta balıkçısının pilot gibi düşünmesi doğal olarak beklenemez. Farkındaysanız uç noktaları belirtiyorum. Bunun yanında bir maden işçisinin toprakla uğraşıyor olmasına karşın bir çiftçi gibi düşünmesi de beklenemez. Oysa ki bir grafik tasarımcı herkes gibi düşünmek durumunda bırakılıyor işte hata burada.

Reklam ajansında çalışan bir grafik tasarımcının müşteriye bakış açısı ve çalışma tarzıyla, anadolunun bir köşesinde verdiğiniz örnekteki gestetner makinaya sahip bir matbaanın çekme katında işvereniyle neredeyse dip dibe oturan bir grafik tasarımcının müşteriye bakış açısı ve çalışma tarzı arasında dağları aşıp derelerde boğulacak kadar farkın olması da doğaldır. Aksini düşünmek yanlış olur.

Fakat, şimdi biz hangi grafik tasarımcıyı kendimize örnek almalıyız bu önemli. İçerisinde bulunduğumuz sosyal şart gereği çekme katta oturan bir grafik tasarımcıyı mı, yoksa aynı şekilde içerisinde at koşturacak büyüklük ve ferahlığa sahip hatta bazen canımız sıkıldığında evden getirdiği patenle toplantı odasına kayarak giden, toplantıyı şenliğe dönüştürmesini bilen, ortamın bilgi düzeyini artırmasını becerebilen, ürün müdürü olan müşterisiyle yaptığı toplantıyı sohbet havasına dönüştürebilecek hatta kendisini müşteri olarak görmenin ötesinde yapılacak lansmanın çözüm ortağı olma noktasına getirecek beceri, bilgi birikimi, yaklaşım biçimini, sahip olduğu sanatsal etkinlik düzeyiyle bütünleyebilen bir grafik tasarımcı veya Art direktör'ü mü..?

Ben şahsen ikinci örnekteki kişiyi kendime örnek alırım. Hatta almanın ötesinde bu saydıklarımı da bizzat yapmanın rahatlığı ile hareket ederim. Bu örnek yaşanmıştır masal sanılmasın. Bununla birlikte birinci örnekteki grafik tasarımcı arkadaşımızı da küçümsediğim düşünülmesin. Sizin de bildiğiniz gibi reklam ajanslarına akademide okuyan öğrenciler dönemsel olarak staj göreye gelirler. Bu arkadaşlara öncelikli olarak sürekli yinelediğim bir konuşma biçimi vardır.

- Sahip olduğunuzu düşündüğünüz bilginin sınırlarını çizecek olan ve yine kendinizi geliştirecek olan sizlersiniz. Beyninizdeki sanatsal bilginin ve bundan aldığınız cesaretin hiç bir zaman kırılmasına izin vermeyin. Öncelikle iyi bir gözlemci, iyi bir yorumcu, iyi bir sanatçı olmayı kendinize ilke edinin. Sektörde yaşanan olumsuzluklar gözünüzü hiç bir zaman korkutmasın. Karşınıza çıkacak zorlukları yenmek yine sizin kişisel çabalarınız ve bizim deneyimsel desteğimizle mümkün olacaktır. Sürekli sorun, sormaya öncelikli olarak en çok bildiklerinizden başlayın. Bildiklerinizin ya da bildiğinizi sandıklarınızın doğruluğunu test edin. Düşüncelerinizde ve tasarımlarınızda fazla uçmayın. Bir ayağınız sürekli yere sağlam basılı olarak kalsın. Sanatsal ve teknik bilgi düzeyinizin kendinize yetmeyeceğinin bilincinde olarak her an her şeye hazırlıklı bir şekilde öğrenme arzusunu ve azmini bir çocuk arsızlığı ile sürdürün. Sanatçı kimliğinizi üzerinize bedeninize en uygun gelebilecek şekilde ve sizi en şık gösterebilecek şekilde giyin. Onu kimsenin üzerinizden çıkartmasına izin vermeyin...

Bu ve buna benzer sözleri bugün bile bulunduğum işyerine gelen her stajyer öğrenci için bıkmadan usanmadan tekrarlarım. Bundan da hiç bir zaman üşenmem. Kişilerin bana sürekli sorular sormasını ve sorulacak soruların nitelikli olmasını kendilerinden rica ederim. Bilirim ki ne kadar çok soru sorulursa soran o kadar çok öğrendiği gibi sorulan da bilgisini sürekli taze tutar. Bu benim için çok önemli. Yersiz bir şekilde övülmekten hoşlanmam. Övülen insanın şişinmesini de hoş karşılamam. Herşey yerinde ve yeterince olmalı.

Kurumsal kimlik çalışmasına yönelik olarak hazırlanan logotype vs. tasarım çalışmalarının her zaman spot renkler seçilerek yapılması bence yine tercih nedeni bir durumdur. Bazılarının temel geçim kaynağı olan bu tür işler çizgiüstü reklam ajanslarında müşteriye promosyon olarak ücretsiz verilir. Genel bütçe içerisinde kartvizit gibi bir ayrıntının hesabı yapılmaz. Dediğim gibi bulunulan ortam bazı şeylerin değerlendirilmesinde ve hazırlanmasında birincil etmen oluyor. Türkiye gibi bir ülkede bu da aslında normal. Doğu ile batı arasında bu kadar çok dengesizlik yaratılırsa gelinen noktada kişileri yaratılan bu suni denge bile kurtarmaz.

Yazının başında ne demiştik…

" İnsanların düşüncelerini belirleyen içerisinde bulundukları sosyal şarttır... "

Benim sosyal şart standardım sizin de yazdıklarımdan öğrendiğiniz gibi budur. Bulunduğum noktadan baktığımda içerisine düşülen durumu algılama becerisini ise kendimi zorlayarak gerçekleştirmeye çalışıyor ve bu anlamda da başarılı olduğumu düşünüyorum. Bu anlamda herkesin de bulunduğu noktadan konuya yaklaşırken aynı başarıyı gösterebilme becerisine sahip olabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu aşamada sanırım konuya biraz da olsa açılım getirebildim. Dikkatime takılanları yine bu alanda paylaşmaya devam edeceğim.

Saygılar...
 

hastam

Üye
Kayıt
3 Eylül 2009
Mesaj
92
Tepki
0
Sayın Melih bey,

Sizce bugünkü Türk Grafik Eğitim sisteminde birinci tanımlamada yaptığınız mı yoksa ikinci tanımlamada yaptığınız (sizin tercih ederim dediğiniz -Sanat Yönetmeni-) grafikerler mi yetiştirilip mezun ediliyor?

Eğer ki ikinci kategoride yetiştiriliyorsa sayın Faruk beyin endişeleri nedendir?
Hayır bu kalitede eleman da yetiştirilmiyor diyorsanız, o zaman biz yetiştirilmesi için ne gerekiri tartışmıyor muyuz?

Soruna sadece batı-doğu bazında bakarsak yanılmaz mıyız?
Tüm bu yetiştirilmesini arzu ettiğimiz süper grafikerlerin hepsini batıda istihdam edebilecek miyiz?
Anadolu'nun da yetişmiş kalifiye elemana ihtiyacı yok mudur?
Bugünkü sistemle mezun olan çocukların piyasaya adapte olma sürecinde, düşe-kalka, alay edilerek, sudan çıkmış balık gibi yakıştırmalara maruz kalmalarına ne kadar seyirci kalınacak?
Grafik okuyanlara piyasa teorisi ve deneyimi verilmesinin ne gibi sakıncası ya da zararı olabilir?
Saygılarımla, kolay gelsin.
 
Kayıt
7 Temmuz 2008
Mesaj
209
Tepki
5
Selam,

Değerli arkadaşım,

Hayatımda bugüne kadar yazdığım en kısa mesajı yazıp sizden bir araştırma yapmanızı rica edebilir miyim..?

2008 - 2009 öğretim yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümüne kaç öğrenci alındığını öğrenebilir misiniz..?

Ben 20 öğrenci alındığını biliyorum. Yanılıyor olabilirim isterseniz bir de siz araştırın.

Saygılar...
 

GÜNEL AYVACI

Altın Üye
Altın Üye
Uzman Üye
Kayıt
31 Mart 2009
Mesaj
714
Tepki
7
Mimar Sinan 2008-2009 Özel Yetenek Sınavı;


2008 – 2009 Öğretim Yılında Yetenek Sınavı ile öğrenci alınacak programlar ve kontenjanları:

Resim : 40

Tekstil ve Moda Tasarımı : 20

Heykel : 10

Sahne Dekorları ve Kostümü : 10

Seramik ve Cam Tasarımı : 15

Geleneksel Türk Sanatları : 30

Grafik Tasarım : 20


Fotoğraf : 10

MİMARLIK FAKÜLTESİ

İç Mimarlık : 30

Endüstri Ürünleri Tasarımı : 30
 

hastam

Üye
Kayıt
3 Eylül 2009
Mesaj
92
Tepki
0
Sayın Melih bey,

Araştırma yapmama gerek kalmadı, verdiğiniz 20 rakamını Günel hanım teyit ettiler. Sagolsunlar.
Sorularımın cevabını alamadığım gibi, sadece Mimar Sinan mı grafiker yetiştiriyor hocam?
Eğer evet öyle diyorsanız 20 talebenin de mezun olduğunu varsayalım, bu koskoca ülke için çok az değil mi?
Saygılar.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@GÜNEL AYVACI


Günel hanım,
Sizce Türkiyenin 40 ressama mı ihtiyacı var 40 grafikere mi?
Yani niçin ressam sayısı çok, grafiker sayısı onun yarısı?

Konuya sadece istatiksel bilgilerle değil, yorum ve fikirlerinizle de değerli katkılarınız olacağını biliyor ve bekliyorum.

Aramıza tekrardan katılan Emine hanıma da kendisine yakışan bilimsel yorumları için teşekkür ediyorum.
 
Kayıt
25 Haziran 2008
Mesaj
1.278
Tepki
4
Sayın mektepli ustalarım,

Nihayet konumuzu tartışmaya başladık ve gördük ki aslında bizim sıkıntılarımız ortak yani aynı tastan çorba içiyoruz.

Şimdi ben şunu merak ediyorum? Yukarıda verilen rakamlara göre koskoca Mimar Sinan üniversitesi grafiker yetiştirmek üzere 1 yıl boyunca 20 öğrenci alıyor ve tüm mektepli ustalarım, arkadaşlarım bu durumdan şikayetçi değil mi?

Peki sadece istanbulda bulunan yüzlerce matbaa ve ajans için bu 20 öğrenci ne yapabilecek? (diyelim diğer üniversiteler dahil toplam 200 diplamalı grafiker olsun)

Peki bu yüzlerce matbaa ve ajans buralardan mezun olacak kişilerin yolunu mu gözleyecek?

Peki buralardan mezun olan mektepli grafiker topkapı'da ismi duyulmamış ama iyi iş yapan bir yerde çalışmayı kabul edecek mi?

Peki madem yetişen mektepli grafiker sayısından herkes şikayetçi usta-çırak ilişkisi ile yetişen grafikerlere bu kadar yan gözle bakmak niye?

Peki o zaman biz alaylı diye tarif edilen kişiler bu işi bir anda bırakalım ne olur piyasanın hali? Siz mektepli kişiler bu piyasayı yönetmeye, yönlendirmeye hazır mısınız? dolayısı ile ortaya çıkacak ekonomik sıkıntıları sırtlayabilecek misiniz?

Peki mektepli yetişen grafiker sayısınıdan haberiniz var da bu işten ekmek yiyen kaç grafiker var piyasada bilginiz var mı?

Peki eliniz kalem tutuyor diye, kıvrak edebiyat ile, kelime oyunları ile, uzun uzun yazılar yazarak bu iş ancak böyle yapılır yaygarası neden?

Sayın Mektepli Ustalar,
Ben size duyduğum bir rakamı söyleyeyim (doğruluğu kanıtlanmamış, bunun çok üzerinde bir rakam da olabilir) şuan piyasada bu işin eğitimini almamış 7-8 bin grafiker var!

Sizleri, biraz kafanızı kitaplardan kaldırıp piyasaya gözatmaya, en ucra köşedeki "anlaşmalı matbaa" tabelaları dahil olmak üzere yüzlerce matbaa da çalışan binlerce grafikeri aşağılamaktan vazgeçmeye, bu arkadaşlarımızın emeklerini "olmamış, sen bu işin eğitimini almadığına göre senin yaptığın hiçbir işi olmamış" diyerek zayetmemeye davet ediyorum.

Sayın Faruk Çağla'nın dediği gibi "sadece haklı olmak yetmiyor aynı zaman da güçlü de olmak zorundasın" sözü son derece yerindedir. Bizim haklı olduğumuz, iyi olduğumuz yerlerde maalesef gücümüzün yetmemesi dolayısıyle haksız duruma düşme hallerimiz vardır.

Bu piyasının ilmi siz de olabilir ama emeği de bizdedir...

Saygılar...
 
Kayıt
7 Temmuz 2008
Mesaj
209
Tepki
5
Selam,

Sayın Süleyman Köklü arkadaşımız bundan önceki mesajında konunun bulunduğu yerden alınıp olması gereken noktaya taşınmadığına dair kişisel eleştirilerini sunmuştu. Ben de kendisinin bu düşüncesine saygı gösterip açılan konu başlığına kendi kişisel düşüncelerimi yazdım.

Bakın arkadaşlar..!

Dünyanın hiç bir ülkesinde toplumun tümünün ya da önemli bir kısmının aynı meslekten olması gerektiğine dair hiç bir şart ve koşul yok. Ayrıca yine dünyanın hiç bir ülkesinde nüfusa kayıtlı kişilerin lisans düzeyinde üniversite eğitimini almasını zorunlu kılacak bir yasa yok. Olması da anlamsız olur. Zorlama sizin de bildiğiniz gibi psikolojik olarak ters tepki eğilimi uyandırmada önemli bir tetikleyicidir.

Şimdi nereye gelmeye çalışıyorum dikkat edin. Bir kere öncelikle evrensel doğruluğu kanıtlanmış temel prensiplerde anlaşalım. Eğer anlaşma noktası yaratamıyorsak gelinen bu noktada ortak bir sonuca varılacağını düşünmek hayal bile edilemez. Bakın benim düşüncem etrafında toplanacaksınız sözünü burada yazmıyorum.

- Evrensel doğruluğu kanıtlanmış temel prensipler...

Bunların ne olduğunu da dilimiz döndüğünce, algılama eksikliği yaratmadan açıklamaya çalışalım. Dünyanın neresine giderseniz gidin hizmet sektörü kapsamında çalışmalarını yürüten reklam ajanslarına rastlarsınız. Hizmet sektöre kapsamında aslolan kurumlar Reklam ajanslarıdır.

Reklam ajansları kafa emeğinin ön planda tutulduğu, kol emeğinin bunu destekleyen tali noktada durduğu bir çalışma yöntemi üzerine kurulmuştur. Bunun aksini düşünmek sektörün ruhuna aykırıdır.

Tahlil etmek üzere önümüze koyduğumuz her şey öncelikle bir bütün olarak ele alınmalı sonrasında da o bütünden parçaya doğru gidilme yöntemi izlenerek konu derinlemesine incelenmelidir. Bilimsel yaklaşım biçimi de ne yazık ki budur. Biz istesek te istemesek te.

Bu anlamda günümüz Türkiye'sinin çalışma yaşamının bir bölümünün içerisine düştüğü sorunları eğer masaya yatırmak istiyorsak o zaman bu doğruluğu kanıtlanmış evrensel prensiplerden yola çıkmamız gerekir.

- İyi de 7 - 8000 civarında grafik tasarımcı senin bu yazdıklarından şimdi ne anlayacak..? Daha açık konuş benim duymak istediklerimi söyle. Benim kulağıma hoş gelen sözleri sarfet ki ben de seni can kulağıyla dinleyeyim.

derseniz, o zaman bu ve buna benzer pek çok konu incelenmeden, araştırılmadan, nedenleri sorgulanmadan çöpe atılacak hale gelir. Yazık olur. Bu iş bu güne kadar tümüyle bu şekilde ele alındı.

Bundan yıllar önce yine başka bir sitede bu adına alaylı-mektepli denen konu tartışmaya açıldığında ben tutup yine buna benzer bir yazı yazmıştım.

Bu mantıkla, bu bakış açısıyla, eyyamcı, klişeci, yüzeysel düşünce bütünlüğüyle konuyu ele alırsanız sonu hüsran olur...

dediğim zaman konuyu açan da, konuya muhalefet olan da birden kol kola girip akılları sıra üzerime çullandılar. Bilginin anlamını, değerini, hava gibi su gibi görüp benimseyenler ilerler, karşı çıkanlar işte bu hale gelir. Bunu ben söylemiyorum araştırın, inceleyin bakın kimlerin söylediğini ve neden söylediğini bulun. Bu toplum uzun yıllardır her konuda hazıra konmaya öyle alıştırıldı ki, en küçük bir kişisel bir zorlamaya bile karşı çıkar hale geldi.

- Araştırmayın, sonuçları burada.
- İncelemeyin, nedenleri burada.
- Okumayın, özeti burada.
- Yazmayın, yazılmışı burada.
- Çalışmayın, buyrun paranız burada. Yanında makarna ve kömür de promosyon...


Uzun yıllar çalıştığım reklam ajanslarından birinde toplam 6 yıl ingilizlerle birlikte çalıştım. Ajans bünyesinde birden fazla oluşturduğumuz çalışma gruplarında ( work group ) mutlaka 1 art direktör, 1 müşteri temsilcisi, 1 reklam yazarı, 1 grafik tasarımcı bulunurdu. Ortak olarak çalıştığımız projelerde müşterilerimize yönelik olarak ( konkur, konsept, proje, promosyon ) sunduğumuz çalışmaların tümü bu grubun ortak çalışması olurdu. Bakın ortak bir çalışma platformundan söz ediyorum. Bu çalışma ortamında gördüğüm ilk şey şu oldu.

- İngilizler nedenleri ortaya çıkartmaya çalışırken, bizler sonuçların ne olacağını gündeme getirmeye çalışıyorduk.
- İngilizler bir durumu yöntemsel ve metodik olarak oluşturmaya çalışırken, bizler kervan yolda düzülür abuk mantığıyla duruma bodoslama giriyorduk.
- İngilizler bir çalışma bütünlüğünün önce düşüncesinin ( Konsept ) oluşturulması üzerine çalışma yürütürken, bizler sonuçta nereye gelineceğini gördüğümüzü düşünüp çalışmayı bitirmeye çalışıyorduk.


Bu durumu kendimce farkettiğim zaman hemen kendileriyle bu temel farklılığın nedenlerini sorgulamak ve duruma çözüm bulma çabası içerisine girdim. Sonunda çözümü de buldum.

- İngilizin yöntemini Türk çalışkanlığı ile harman ettim…

bu noktada bu güne kadar da başarılı olduğumu düşünüyorum. Şimdi aranızdan birileri sakın kalkıp İngilizleri yücelttin, Türkleri aşağıladın demesin. Daha önce de başka şeylere aynı şekilde işaret ettim biliyorsunuz. Sonra kalkıp bu adam bana neden kızdı diye kimse hayıflanmasın. Burada anlatmak istediğim şey bulunduğumuz alana alıştığımızı düşünüp gözümüze bant çekip dolaşmamaktır. Birisi çıkar eşyaların yerini değiştirir gözü bantlı şahıs yere kafa üstü çakılır.

Aklımızı, gözümüzü, hislerimizi, duygularımızı sürekli açık tutmalıyız. Siz adı üzerinde sanatçısınız arkadaş. Kendisini sanatçı olarak görmeyen varsa ve ben bu işi ekmek parasına yapıyorum abi düşüncesine sahip olan varsa eğer o zaman ben bu yazdıklarımı da o şahsa anlatmıyorum haberi olsun. Adına ekmek parası denen şey her şekilde kazanılır. Önemli olan öncelikle sahip olduğumuz veya olmamızın zorunlu olduğu temel standartları bilmemizdir. Bunları bilmeyen ya da öğrenmek istemeyen kişilere ben bu saatten sonra ne anlatsam boş.

Bu sitede bulunan bazı arkadaşlar nedense sadece anlamak, algılamak istedikleri noktada yazılar yazılmasını istiyorlar. Şimdi bizi bir saatten sonra maymuna döndürmeyin. Onu yazıyoruz bu karşı çıkıyor, bunu yazıyoruz şu karşı çıkıyor durumu oluşmasın. İyi de arkadaş ben herkesin ortak düşündüğü noktanın ne olduğuna bakıp yazamam ki. En azından bu benim kendi kişiliğime saygısızlık olur ki buna ilk önce sizin karşı çıkmanız gerekir.

Bakın bu sitedeki kimseyi aşağıladığım, sopaladığım, hor gördüğüm, iş bilmez olarak suçladığım yok. Herkesin kendince bir şeyleri ucundan, kıyısından, ortasından, başından ya da sonundan bildiğini düşüyorum. Yalnız yazdığım yazılarda yaptığım eleştirileri kime neden, hangi amaçla yaptığımı bilecek kadar da kişisel bir bilince sahip olduğumu düşünürken bir de bakıyorum ki bir arkadaşımız çıkıp,

- Neden bizi aşağılıyorsunuz, biz sizin gibi okumadık diye bunu her seferinde başımıza kakmak zorunda mısınız..? Bizim bu piyasada kaç kişi olduğumuzu biliyor musunuz..? 8000 kişi bir araya gelsek sizi tükürükle boğarız beeee…

yapma güzel kardeşim. Ben bu alanda olsun başka alanlarda olsun alaylı grafikerler olmasın bütün malı biz götürelim demedim. Ya da siz yazdığınız yazıda kimi ima ediyorsanız ismini vererek yazın ki ben de tutup kime ne anlatmaya çalıştığınızı bulmaca çözmeye uğraşan kişi durumunda kalmadan anlayabileyim.

Adına yazım dili denen şey günlük yaşamımızda karşılaştığımız kişilerle olan diyaloglarımızda kullandığımız dile benzemez. Yazım dilinin ayrı bir mantığı vardır. Olması gereken de budur. Kişinin beklentilerine özgü bir yazım dili baz alınarak, gelecek tepkileri göz önünde bulundurarak kişisel düşünceler açıklanamaz. Kitle kuyrukçuluğu yapmayan, amacının ne olduğunu net olarak açıklayan herkesin ortak bir yazım üslubu vardır. Ben tutup kim ne düşünecek, bu düşünce sonrası kişisel durumum ne olacak mantığıyla yazı yazmam. Yazana da bir yerimle gülerim.

Bu siteye tasarımını " Bakın, inceleyin, eleştirin " düşüncesiyle gönderen arkadaşımızın öncelikli olarak kendi çalışmasını objektif olarak değerlendirmesinde yine kendisi için büyük yarar vardır. Eğer kendisi değerlendiremiyorsa güvendiği bir kişiden rica etsin. Paldır küldür yapılan ve adına tasarım denen şeylerin bu siteye gönderilip ondan sonra da eleştirilmemesini beklemesin. Ben de bu anlamda bu arkadaşlardan bunu rica ederim. Ayrıca kişinin ortaya çıkarttığı çalışmanın eleştirilmesinde bence herhangi bir sakınca yok. Aksine almasını bilen için büyük yarar var. Bu yararın adına deneyim aktarımı denir ki bunu da üzerine para ödeseniz ( ki bence ödemeyin ) her yerde bulamazsınız. Daha ne yapalım.

Amacı kişilere kendisini beğendirmek olan insanların davranış biçimlerinin doğru olduğunu umarım düşünmüyorsunuzdur.

Bir şekilde sektöre girmiş ama her nedense okul bitirmemiş fakat bunun yanında kursa gitmiş, onu da yapamadığı için satın aldığı bilgisayarında kendi çabasıyla öğrendiği tasarım programlarında grafik tasarım yapmaya çalışan kişileri burada yargılayan yok. Eğer varsa o kişiyi adını vererek gösterin biz de kendisine neden bu tür bir yargılama içerine girdiğini soralım. Sorduğunuz soruları tek tek ele alıp üzerine nedensellikleriyle birlikte sayfalar dolusu yazı yazabilirim. Sektörde bir konu üzerine yazma rekorumun ne olduğunu beni tanıyan arkadaşlara sorabilirsiniz. Bunu geçelim.

Şimdi arkadaşlar bir kişi düşüncelerini nasıl ifade eder..? Yazarak ve konuşarak değil mi..? Peki biz burada ne yapıyoruz..? Yazıyoruz. İçerisinde bulunduğunuz odanın penceresinden dünyaya baktığınızda gördüğünüz şeyleri dünyanın tümünde geçerli olduğunu düşünmeyin. Daha düne kadar adına Topkapı piyasası denen yerde inekler otluyordu. Abartmıyorum. Bilerek konuşuyorum. İkinci Matbaacılık Sitesinin temellerinin atıldığı dönemi biliyorum. Site bittikten sonra Mücellit bir abimizle birlikte oraya gittiğimde kendisine ilk söylediğim şey şu oldu.

- Abi sen Amerika'daki Sing Sing cezaevini biliyor musun..? Burası aynı oraya benziyor. Sakın buradan dükkan alma. Açıldıktan sonra bak gör burada millet birbirinin elinden iş çalacak. Çok kötü… Hatta rezalet bir yer…

dedim ve gelinecek noktayı kendisine 1 saat anlatarak bu abimizi düşüncesinden caydırdım. Sonra kendisi İkitelli Matbaacılar Sitesinden yer satın aldı şimdi hayatından gayet memnun. Arkadaşlar, bakın ben bu anlamda alaylı grafikerlere değil Topkapı zihniyetine karşıyım. Ne zaman Topkapı gibi yerler ortadan kalkar işte o zaman sektör biraz olsun toparlanmaya ve kendini bulmaya başlar.

Ekonomik altyapıda oluşan çarpıklıklar düzeltilmeden üst yapıda değişiklik yapmaya çalıştığını iddia eden, olabileceğini varsayan hayal görür havasını alır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da üşenmeden oturur sayfalar dolusu yazarım. Bugün sektörde aşağı yukarı kaç kişi çalışır, bunlar hangi koşullarda çalışır, bunların sahip oldukları bilgi düzeyleri nelerdir, yaptıkları ortak hatalar, sonuçta hangi yanlışlıklara gebedir bunu bilirim. Bu sektöre daha dün girmedim. Sektören pek çok alanında bizzat çalıştım. Bakın bu bana özgü bir durum. Yeri geldi müşteri temsilciliği yaptım. yeri geldi hammallık yaptım, yeri geldi art direktör olarak ajanslarda ulusal kampanyalara imza attım. Hiç bir şeyden yüksünmem. Bu tür yaklaşım biçimleriyle sektörün sorunlarına çözüm aradığını söyleyen kişilerin bir süre sonra o sorunun parçası olduğunu görecek kadar da bu sektören içerisinde aktif olarak bulundum.

- Şimdi onu bunu boşverin gelin şöyle yapalım...

Bugün dünyada ve Türkiye'de üretilen tüm ürünleri marka olmaktan çıkartıp her birini tek kaleme indirelim. Eğer süt üretiliyorsa bunun adına Süt diyelim, eğer buzdolabı üretiliyorsa bunun adına da Buzdolabı diyelim. Üretim bandından otomobil çıkıyorsa adı Maşallah olsun. Sonra oturup sonucun ne olacağına bakalım. Aynı zamanda yetişebilir misiniz, yönetebilir misiniz, biz olmazsak siz ne yaparsınız durumunu da bu anlamda kendimizce bir daha gözden geçirelim.

Saygılar...
 
Yukarı Alt