Türk sanat ve tasarım kimliğine dair.

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Türk tasarım kimliği var mı? İtalyan, Alman, Japon tasarımlarını bir bakışta tanıyabiliyoruz, en azından birbirlerinden ayırt edebiliyoruz; sizce Türk tasarımının da bu şekilde tanınabilir olması için ne gerekli? Bilinen, aranan Türk markalarının oluşabilmesi için bu kimliğin oturması gerekiyor mu?
Türk tasarım kimliğinin oluşabilmesi için, Türk tasarımcılarının, referanslarını kendi kültürlerinden almaları gerek. Oysa Türk toplumu 200 yıldır kendi kültüründen uzaklaşmaya çalışıyor. Biz de bu toplum için tasarım yapıyoruz. Gerçek şu ki; hemen hemen bütün referanslarımız batı kaynaklı. ‘Alaturka’ deyiminin aşağılama kabul edildiği, patlamış mısıra ‘popcorn’ denen bir ülkede, özgün bir tasarım kimliği oluşturmak da, bunu topluma kabul ettirmek de çok zor. Önce kimliğimizin ne olduğuna karar vermemiz ve bu kimlikten memnun olmamız gerek. Öte yandan, özgün bir kimlik sahibi değilseniz, ürettiklerinizi dünyaya satmanız da mümkün değil. Bunun için dünyaya söyleyecek sözünüz olmalı. Batılıların söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorsanız, sizi kimse dinlemez ve dünya pazarlarındaki yeriniz de fasonculuktan öteye geçemez.
http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336

Festivalde türk grafik tasarımcı Tarık Büyükdoğanay basılı katagoride büyük ödüle layık görüldü. Türk grafik tasarım dünyası ile ilgili bir şey biliyor musunuz? Bizi nasıl görüyorsunuz?

Hayır pek fazla birşey bilmiyorum. Ders vermek için gittiğim her ülkede bana bu soru soruluyor. Her ülkenin tasarım kültürü hakkında birşey bilmeye imkan yoktur. Bana göre iyi işin ne olduğunu merak eden tasarımcılara söyleyebileceğim şey, kendi tarihi ve kültürü ile alakalı olması gerektiğidir. Eğer değilse iş konuya uygunsuz ve sıkıcıdır. Londra ya da Los Angeles'den çekici (cool) görünen özellikleri kopyalamayın, çünkü bir anlam ifade etmeyecektir. İşlerin göründüğü gibi görünmesinin bir sebebi var ve sizin ortamınıza uygun değiller. Eğer başka tasarımcılardan etkileniyorsanız, işlerini arkasındaki felsefeyi anlamaya çalışın.
http://www.barnbrook.net/

Hat Sanatının Modern Yorumlara İhtiyacı
Günümüz hattatlarının en çok muhatap oldukları soruların başında "hat sanatına modern yorumlar kazandırmayı düşünmüyor musunuz" sorusunun yer aldığını söylersek herhalde yanılmış olmayız. Hayatın her alanına modern, hattâ postmodern yorumların hakim olduğu çağımızda, kendisini bir türlü "yenileyememiş" olarak kabul edilen sanatkârlara böyle bir sorunun yöneltilmesi gayet normaldir.

İnsanlar o kadar değişmişler ve değişmektedirler ki, değişmeyen yadırganmaktadır. Her şeyin, büyük bir hızla daha yenisi çıkmakta ve henüz kısa zaman önce ortaya çıkan bir şeyin pabucu dama atılıvermektedir.

Bununla birlikte, değişmek ne mutlak anlamda kötüdür ne de mutlak anlamda iyidir. Ancak, bazı değerlerin değişmeden (ya da bozulmadan) varlığını sürdürmesi iyidir. Yine, değişim kötüden iyiye doğru oluyorsa iyi, iyiden kötüye doğru oluyorsa kötü bir şeydir.

Asıl meseleye gelecek olursak; hattatlara "modern yorumlar" konusunu hatırlatma ihtiyacı duyan sanatseverlere hattatlar "tam olarak neyi kast etmiş olduklarını" sorarlarsa net bir cevap alamayacaklardır.

Modern sanat anlayışından kasıt eğer soyut sanat ise, klasik hat sanatı zaten soyut sanatların başında yer alır. Üstelik, hat sanatındaki soyut estetik, soyut resmin ortaya çıkışından çok öncesine uzanır.

Kast edilen şey farklı tasarımlar ise, geçmişten günümüze belli başlı hattatların hepsi farklı tasarımlar yapmışlardır. Hat sanatından hoşlandıklarını, ancak bu sanatın yeni yorumlara ihtiyaç duyduğunu ileri süren sanatseverler, hattatların birbirinden farklı yüzlerce tasarımı arasındaki incelikleri, esprileri hissedemiyorlarsa, kendilerinin bu sanatı profesyonel anlamda bilmedikleri, dolayısıyla yorumlarının çok da kayda değer olmadığı sonucuna ulaşmak mümkündür.

Hat sanatına modern yorumlar eklenmesi gerektiğini ifade edenler, aslında bu sanatta çeşit çeşit renkleri, farklı dokuları ve birtakım formları görmek istediklerini kast ediyorlarsa, onlara resim, heykel ve özellikle de grafik gibi sanat dallarıyla ilgilenmelerini tavsiye etmek durumundayım. Çünkü her sanatın kendine özgü bir misyonu, bir atmosferi vardır. Bir sanatı başka bir sanata benzetmeye çalışırsak ve o sanattan ancak o zaman daha çok zevk alacağımızı iddia edersek, o sanat dalının lüzumunu tartışmaya açmış oluruz. Eğer bir sanat, geleneksel veya klasik sanatlar kategorisinde yer alıyorsa, onu zorla modern sanatlar kategorisine dahil edemeyiz. Geleneksel bir sanattaki yenilikler ve yorumlar da geleneğe büyük ölçüde uygun olmak zorundadır. Yani oyunu kurallarına göre oynamak gerekmektedir. Eğer oyunun ortasında kurallar değişirse, o oyun artık zevk vermemeye başlar. Topu ayağıyla oynamak istemeyen kişi futbolu değil, meselâ hentbolu tercih etmelidir. Ayrıca, herkes filanca sanattan illâ ki zevk alacaktır diye bir kaide yoktur. Hat sanatı, asla ve asla trübünlere oynayan bir sanat değildir. Hattat ise, "billboard"larda fotoğrafını görebileceğimiz türden bir sanatkâr değildir. Nitekim, her sanat ve her sanatkâr kendi kulvarında yarışır. Eğer gelenekçiler de modern anlayışa yönelmelilerse, o zaman geleneği kim yaşatacaktır?

Klasik bir hat eserindeki farklı bir tasarım ya da güzel bir istif şöyle dursun, gördüğü muhteşem bir harf sebebiyle cezbeye gelerek elindekileri fırlatan, nâralar atan kişiler biliyoruz. Böyle kimseler için sanatsever sıfatı çok zayıf kalır. Çünkü bir insanın o hazza ulaşması için mutlaka ve mutlaka kamış kalemi eline alarak bir üstaddan yıllarca meşk etmiş olması gerekir. Gerçek bir ustanın elinden çıkmış olan tek bir harfi bile seyrederek böylesine kendinden geçmeyecek hattat herhalde yoktur.

Hangi birimiz, ağzı, burnu, kulağı, alışılmışın dışında olan bir bebeğe sahip olmak isteriz? Yahut, burnunun yerinde kulakları olan bir bebeği doğan insan, "benim çocuğum farklı bir tasarımda yaratılışa sahip" diye sevinir mi? Halbuki, istisnalar dışında bütün bebeklerin azalarının ve organlarının ne yerleri ne de biçimleri birbirinden pek farklı değildir. Bununla birlikte, her insan, ebeveynini ve bazı yakınlarını andırır. Yani, insanların azaları, biçim, büyüklük ve konum itibariyle birbirine hem benzer hem de benzemez. İşte bu genetik mucize, yaratılıştaki tasarım anlayışını yansıtır. Güzellik, küçücük inceliklerde ve farklılıklarda gizlidir.

İsterseniz bundan böyle, her harfin belli bir ölçüye tabi olduğu ve ancak belli birtakım şekillerle diğer harfe birleştirilebildiği hat sanatındaki tasarımların farklılıklarını ve zorluklarını biraz daha yakından anlamaya çalışalım. Belki o zaman, "bu sanatta modern yorumlar yapılamaz mı" sorusunu sormaya bile mecalimiz kalmaz.
http://www.40ikindi.com/yazarlar/oku.php?id=3186&kategori=57
http://www.fatihozkafa.com/

Bazıları rahmetli Erol Akyavaş'ı da katıyor ama ben aynı kanıda değilim. Rahmetli ömrünün çoğunu Batı'da geçirdi. Orada neyin geçerli olduğunu (moda), neyin para ettiğini biliyordu. Tüm dünyanın mistik eğilimlere doğru kaydığı bir ortamda hurde teferruat ile doldurduğu tablolarının orasına burasına bir vav, bir ayın vb. kondurarak dikkat çekti. Bu oryantalist bir yaklaşımdır. Tüm Orta Doğu'da uygulanmaktadır.

Oysa kanımca hat müstakil bir sanattır. Ne bir yere yamanır, ne yama kabul eder. Ancak etrafı ebru veya tezhib ile süslenebilir. Ebru dahi böyledir. Tekneden çıktığı anda istiklalini ilan eder. Ebru üzerine resim yapmak aymazlıktır. Böyle eserlere yakından bakın. Zavallı ebru üzerine yapışan resmin altında inlemekte, onu söküp atmaya çabalamaktadır. Bu yenilik değildir. Yenilik ebrunun kendi varlığında cereyan etmelidir ki, etmiş ve ceddimiz türlü ebrular icat etmiştir.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31499&y=MustafaKutlu
(bir örnek de http://www.ismailacar.com.tr/ dır)

Gelelim Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından inşa ettirilen Ahmet Hamdi Akseki Camii'ne.

Ne yazık ki bu müstesna eser hakkında şimdiye kadar bir yorum yapılmadı, benim görebildiğim dişe dokunur bir yazı yazılmadı. İşte biz böyle kıymet biliyoruz. Yazık.

Oysa ki bu eser öteden beri hedeflenen 'cami mimarisinde geleneğin pençesinden kurtulmak' konusunu neticeye başarıyla ulaştırmış; hem geleneği sürdürmüş, hem de onu yenilemiştir. Gelenekten kurtulmak pek de makbul bir şey değildir. Tıpkı geleneği taklit etmek gibi. Gelenek taklit ile kalırsa kurur, etkisini kaybeder. Onu sürekli yenilemek lazımdır. Tabii bu yolda abuk-sabuk fantazyalar, sürrealist işler ile değil.

Ahmet Hamdi Akseki Camii bence durgun ve temiz suda bir su kabarcığı gibi duru, şeffaf ve uçucu olmuş; bir mimari başarıya imza atmıştır.

Geleneğin kavisli kubbe çizgileri ile yeniliğin köşeli hatlarını birleştirmiş, âdeta 'kubbeyi yere indirmiştir'.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/ahmet-hamdi-akseki-camii/39626

Bu yıl turist çok. Önümde İranlı bir aile yürüyor. Kadının 'çador'u yerleri süpürüyor. Az dikkat ediyorum kot pantolon altına Converse ayakkabı giymiş.

Durum budur. Karşı konulmaz durum. Hepimiz internet aldık. Ama en çok girilen sitelerin 'porno' olduğu meydana çıktı.
Melez bir 'hayat tarzı' içindeyiz. Yılbaşına karşı çıkıyoruz ama 'Anneler Günü'nü, 'yaş günü'nü, 'Sevgililer Günü'nü kutlamak için bin dereden bin su getiriyoruz. ABD'nin kültürel hegemonyası üzerimize bir âfet gibi çökmüş. Bunun tarihi çok eski. Sultan II. Mahmut devrine kadar gitmek lazım. Adam kıravat takmıyor, Batı'yı protesto ediyor ama giydiği 'Frenk gömleği' ve altında 'pantolon' var.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/hayat-tarzi/40955

“Bu açıdan bakıldığında geleneksel sanata biçimsel anlamda sahip çıkmak, onu şekil şartlarına sadık kalarak üretmek anlamlı değildir.
Örneğimize dönecek olursak, kendini divan edebiyatını üreten kültür ve geleneğin parçası olarak göremeyen, onu içselleştiremeyen bir yazarın, sadece biçim şartlarına uyarak, divan şiiri üretmesi imkânsızdır.
Çünkü duyguların bu yolla ifadesi için bir neden bulunmamaktadır.”
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/hanioglu/2012/04/15/muhafazakr-sanat
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Sözünü ettiğiniz iki asırlık kültürel yöneliş yanılgısını biraz açar mısınız?
Türkiye’deki kültürel yöneliş yanılgısı çok eskiye dayanıyor. Tanzimatçılardan daha öncelere, III. Selim dönemine. Sadelik, incelik, vakar gibi büyük asri değerlerimize, Lâle Devri ile beraber Batı’nın barok ve rokoko özentisi karışmaya başlamış. Osmanlı sanat iradesini devam ettiren Sinan’ın talebelerinin son eserlerinden sonra Fransız saray hayatının yüzeysel zevkleri ilericilik diye ülkeye geliyor. İthal edilen şeyler asri değerlerimizle kıyaslanamayacak kadar süfli halbuki. III. Selim’e kadar şehirlerimizin bir meselesi yok, ama 19. yüzyıl Osmanlı entelektüelleri doğru düşünme yeteneğini kaybediyor. Neden kaybettiklerine gelince, “Bir kavmi şerre düşmedikçe helak etmeyiz.” diyen ayet-i kerimeye bakmamız gerekiyor. Versailles önemli, Topkapı önemsiz sayılıyor. Düşünce sisteminde başlayan çözülme mimariyi de çöküşe sürüklüyor.

Peki bu çöküşün önüne geçmek için ne yapılmalı?

Mimarideki yanlışların temeli, düşünce siteminin bozulmasının maddi alana yansıması. İnanç ve ahlaki değerlerin kaybı da düşünce sistemindeki bozulmanın arkasında yatan gerçek. Meselelerin tartışılmaya başlanması lazım. Soru sormaktan ‘soruyu soran, cevaplayan, ümmete öğreten ve ilk üçünü takdir eden’ fayda görür. Ben soruyu sormaya çalıştım. Toplumun müsaade verdiği küçücük alanda bir şeyler yapmaya çalıştım. Bayındırlık Bakanlığı kadroları ile hiç geçinemedik ya neyse...
‘
Kültürel kirlenme Türk mimarisinin en büyük sorunu’ diyorsunuz. Teknolojinin getirdiği bir kirlenme mi bu? Yani yapılan, yapılmak istenen yeni binalar mı sorun?

Dünyada kültürel çeşitlilik kaçınılmaz. Farklı tarih ve kültürel kökenlerden gelen toplumlar farklı yaklaşımlara sahip. Ama insanın vazifesi dünyayı güzelleştirmektir. Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre mimarların görevi dünyayı güzelleştirmek. Amaçların berrak bir şekilde belirtildiği çağlar kayboldu, ahlaki amaçlar unutuldu. Bizden sonra yaşayacak insanların da dünya üzerinde hakkı var. Basit konfor ve menfaat meselelerimizle gelecek nesilleri bu haklardan mahrum ediyoruz. Esas takıldığımız fikrî ve manevi engeller. Kuleler insanlığın içine düştüğü gurur, para gibi yanılgıların ürünü. Ortaçağ Avrupa’sında sadece rahipler mimarlık yapabiliyor. Yeryüzü ile oynanıyor sonuçta.
http://www.zaman.com.tr/cuma_-kuleler-insanligin-icine-dustugu-gurur-ve-yanilgilarin-eseri-_243127.html
http://www.turgutcansever.com/
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364

Fakat taşkın ekseriyeti ve ortalama anlayışıyla Garplı, Şarka doğru en insaflı ve hatırlı bakışını, nihayet (Pikadilli) de bir Hint racasının kavuğu ve tepesindeki elmas gibi, basit fantazya plânından ve “Binbir gece” hayalinden ileriye geçiremez. İşaret ettiğimiz gibi, Batının, okur – yazar ayak takımına mahsus, beylik görüştür bu…

Hemen noktalamak lâzımdır ki, son zamanların Şarklı okur – yazar ayak takımı da, iki dünya arasındaki muhasebe zaruretinin doğduğu hengâmelerde, ne dostunu ne de düşmanını hesaba çekebildiği için, bu garp okur- yazar ayak takımının tesiri altına girmiş, dünyayı ve nefsini onun anlayış aynasından seyretmeye başlamış, onun çizdiği daire içinde mahpus kalmış ve nefsini iptale kadar gitmiştir. İşte Doğu âleminin asırlar boyunca giriştiği kısır ve köksüz ıslâhat hamleleri, hep bu okur – yazar aşağı takımların, çeyrek münevverlerin eseri olmuştur.
(Necip Fazıl Kısakürek)
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Birkaç öğrencim var. Ama yapmak o kadar da kolay değil. Geleneksel sanatlardan pek çoğuna hâkim olmanız gerekiyor. Tekniği öğrenirsin ama ortaya sanat koyamazsın. Önce bilerek sonra kabiliyetinle bütünleştireceksin. Kaç tane gümüş kakmacıdan haberiniz var? Kakmacı Ziya beyi duyan kaç kişi çıkar? Ama Picasso'yu bilmeyeniniz yok. Batılıların değerlerini yarım yamalak bilirken kendi değerlerimizde sıfırız. Kendi sanatımıza şaşı bakıyoruz.
***
Benim yaptığım tarihe not düşmek. Bazı üniversitelerde bir iki bölüm kuruldu fakat bu sanatları çok iyi şekilde yapan kurum yok. İnanın yok olup gitmesinden korkuyorum. Benim ülkemde insanlar başkalaştırılıyor. Başkalaştırılıyorsan senin hiçbir değer ölçün yok. Başkalarını da bileceğiz ama kendimizi de bilmemiz gerekiyor. Bu memleketin meslek ortaokullarına ihtiyacı var. Üniversiteye değil.
***
Almanya'daki öğrenciliğim süre boyunca gittim batıya, döndüm doğuya demiştim. Eğer siz donanımsız olarak batıya giderseniz gerçekten gitmiş olursun. Alırsın bir cici kız onunla evlenir tamamen oraya ait olursun. Ama burada ailen sana bir şeyler vermişse, sen dışarda gördüklerini kendi süzgecinden geçirirsin. Biz beş kişi en iyiler olarak gittik ben kendim olarak döndüm onlar da Alman olarak döndüler. Ama benim yaptığım gravürü dünyada hiçbir sanatkâr yapmaz. Yapamaz çünkü benim birikimim onlarda yoktur. Ben onların yaptıklarını yapıyorum zaten. Almanya'da yaptığım afişten birincilik ödülü aldım ve buradan bir daire satın aldım. Jürideki profesör bana 'Sen bize doğunun sıcaklığını getirdin' dedi.
http://yenisafak.com.tr/pazar-haber/kendi-sanatlarimiza-sasi-bakiyoruz-02.03.2014-622619?fb_action_ids=10152303403577164&fb_action_types=og.recommends

 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Bütün bunlar, elbette sermâyenin dünyâdaki işbölümünü, akış işlemlerini temellendiren çok daha nesnel bir ihtiyâcın üzerine binâ edilmiştir. Yâni, boşu boşuna, bir anda, öylesine olan bir durum değildir. Târihsel bir ihtiyaç olarak doğmuş ve dünyânın tasarımını ve ona uygun yapılandırılmasını sağlamıştır. Gerçekten de modernliğin demlendiği 20.Yüzyılda, artık ulusa dönüşmeyen; en azından ulusal olarak tanımlanmayan topluluk neredeyse yok gibidir. En az bunun kadar önemlisi; evrensel değerler olarak tanımlanan değerlerin bağlamadığı bir ulus da yoktur. (Tabiî ki bunların aman aman şeyler olmadığını, târihsel dünyâ işbölümünün bir fonksiyonu olduğunu görmezden geliyor değilim). Ama, sonuçta, milli-evrensel çizgi, bir aşamadan sonra bir aşırılık fenomenine dönüşmüş, taşınamaz hâle gelmiş ya da getirilmiştir. Bugün, dünyâ halâ ulus devletlerden müteşekkil bir dünyâdır. Yine bugün dünyâda, halâ evrenselci düşleri temsil eden kurum ve kuruluşlar da mevcuttur. Ama berrak olarak görülebilecek olan husus; milliyetçilik-evrenselcilik çizgisinin îtibârını alabildiğine kaybetmiş olmasıdır. Milliyetçi ve evrenselci değerlerin yerini artık yerelliğe dönüş tutkusu, yerelliğe îtibârını iâde etme çabaları ve onu kutsama yarışı almıştır. Dün, dargörüşlülüğü; içine kapanıp dünyâsallaşma fırsatını kaybetmiş olmayı ifâde eden yerellik, bugün türlü güzellemelerle saflığı, sahiciliği ve somutluğu temsil etmektedir. Ne kadar tuhaf değil mi?

Pekiyi bütün bunlar nasıl oldu? Milliyetçi- Evrenselci bakışı kuran da, gözden düşüren de aslında aynı sürecin kendisidir: sermâyenin birikim ve dönüşüm târihi. Bu, yerelliği önce gözden düşürüp, sonra onu yeniden şımartıp kutsayan süreçler için de, dolu dolu tekrarlanabilir.

Târihin diyalektiği savuruyor savurmasına. Ama buna, bir idrak ve bellek kaybının eşlik etmesi de gerekmiyor. Kaybettiklerimizi bulduğumuzda, çocukça, yeni bir şeyi buluyor hissine kapılmak bu değil mi? Anlaşılıyor ki çocuk insanlıktan daha çok çekeceğiz.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuleymanSeyfiOgun/bir-asirilik-fenomeni-olarak-yerellik-siyâseti/50882
 

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Bunların yerellikten anladığı ne ise,


bunun anladığı şey de tamamen o:


Lakin ekipten bir kişi bile adamın karşısına dikilip;
"bu memlekette, önüne gelen her köfteyi gözü kapalı yutan büyükçe bir kitle var tamam da; az çok göz nizam sahibi ve biraz olsun mukayese yeteneği olan seyirciyi unutuyoruz gibime geliyor, öyle 'sizin de eleştirmediğiniz bir şey yok ki aga!'larla falan sıyıramayız bak, ele güne rezil olmayalım sonra ha?.."

dememiş midir acaba...

http://geekstra.com/olm-bu-ne/cafer-bana-2-oscar-5-emmy-kap-getir/
 
Son düzenleme:

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
@muratamam

Çok tuhaf yaratıklarla bir arada yaşıyoruz, Kripton gezegeninde miyiz yoksa, neresi burası, "kafayı yiyenler" gerçek akıllılar olmasın sakın?
Nasıl bu kadar yalancı, rezil ve ahmak bir araya gelip de yekûnu teşkil ediyor nasıl?

Benim dikkatimi çeken bu adamın yalanları değil, 'Türk Medya'sını cahilliği. Star, Bugün, Atv, Show, Hürriyet vs hepsi heyecanla konuşmalarını yayınlamış.
Adam demiş ki, ' 3 Emmy 2 Oscar kazandım '.. Emmy ödülü alanların listesine bakmaz mı insan ? Oscar alanların listesine bakılmaz mı ?. Ödül filan yok.. külliyen yalan
Adam demiş ki, Matrix, Spiderman, Startrek, Tomb Raider'da çalıştım diyor, filmlerde adamın ismi geçmiyor. Kaldıki filmlere nerdeyse! ofis boyların bile ismini yazacaklar. Sen görsel efekt yap ama hiç birinde ismin yazılmasın.
UIP filmimin dağıtımcılığını üstlendi Eylül'de ABD'de en gözde salonları benim filmime ayırdılar diyor. UIP'te esamesi yok. Fragman yok, isim yok. Yalan çünkü.
Tim Burton'ın ağzı açık kaldı, ABD yi ABD yapan benim, Star Trek'i karanlıktan ben çıkardım gibi yalanları yutan bir medya ekibi acaba nasıl bir eğitim ile o görevlere geliyor merak ediyorum.
Adamın jeneriğe yazdıkları isimlere bak ' Kelly Lee Myers, Robert Ward ve Larry Schultz. Ortaya çıkan filme bak, ekibe bak. Bu ekiple skype de konuşmak başka, beraber proje çıkarmak başka. Yalan yani.
Bu adamın , Michael isminden de emin değilim.
Daha önce Mass Effect görüntülerinden derlenmiş bir fragman yapıp yine aynı şekilde medyada yer almıştı. Adamın sadece görüntüsünün gerçek olduğuna inanıyorum.
Gerisi yalan, Türk Medyasının ''önemli bir kısmı''da cahil.

(Fatih Akdağ)



 
Son düzenleme:

muratamam

Yazar
Kayıt
12 Temmuz 2010
Mesaj
479
Tepki
364
Son zamanlarda ortada bir fragman dolanıyor. Sebebi bilinmeyen bir şekilde, altında da hep aynı yazı, “Merakla beklenen fragmanımızı en sonunda yayına aldık…”. Filmin yönetmeni Matrix, Spider-Man gibi filmlerde çalışmış bir özel efekt yapımcısı, Michael Şahin Derun. Ekşi’nin iddia ettiği gibi “Hollywood’u ben buralara getirdim” demiş midir, gerçekten de eleştiriye gözüktüğü kadar tahammülsüz müdür bilmiyoruz, bizim derdimiz o değil. Derdimiz şu fragman:


Uzay Kuvvetleri 2911 filminin fragmanı, açık ve net bir şekilde milliyetçi damarlara oynaması için yapılmış. Geminin ismi Savarona, sıklıkla bir “Gördünüz mü Emperyalistler?” kıvamı var, zaten filmin ismi de kasten Çanakkale Savaşı‘nın 1000. yılına ithafen seçilmiş. Metal Fırtına’msı bir tat var, tabii o sıralarda Irak Savaşı taze olduğu için, o tür bir Amerikan antipatisinin anlamı daha fazlaydı. Bunda o tarihsel bağlam da yok. En kötüsü de, bunların hepsi Mass Effect’ten çorulmuş setlerle birleştirilmiş gibi duruyor. Tabii bir de berbat bir animasyon var ama, ona girersek başka bir kapıdan çıkarız. Şimdilik biz bu milliyetçi tondan yürüyelim.

Yıllardır, Türkiyeli olup Batılı yazarların fantastik/bilim-kurgu film ve kitaplarını takip eden insanlar bunu Türkiye’ye de getirmek istediler. Bir noktada aynı argümanın içinde debelendik durduk: Yerellik. Fantastik eserler de, bilim kurgu eserler de gerçek dünyadaki folklöre bağımlılardı haliyle. Game of Thrones dediğiniz, İngiliz taht kavgalarından feyz alınmış, içine Pagan efsaneleri serpiştirilmiş, Hıristiyanlığın yayılışından emareler konulmuş bir eserdi. Yüzüklerin Efendisi‘ni yaratırken Tolkien İskandinav mitolojilerindeki yaratıkları bolca kullanmıştı. Star Wars‘ın Jedi‘ları, Uzak Doğu keşişlerinden esinlenilmiş, Darth Vader’ın tasarımı direkt bir Samuray‘dan alınmıştı.

http://geekyapar.com/konular/film/turk-usulu-fantastik-film-nasil-cekilir-ezel-akay-2006da-gostermisti-aslinda/

Biri de demiyor ki, "aslolan 'kan, soy, boy' değil, mânâ ve ruh birliğidir" diye... Meselen nedir meselen; "nerden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyada ne işim var?" sorularını hangi kaynaktan cevaplandırıyorsun, asıl mesele bu... Nitekim yeri gelir öz kardeşinle tam zıt istikametlere koşarsın, yeri de gelir bir kere bile görmediğin yedi kat elin oğluyla aynı yolun yolcusu olursun.


 
Son düzenleme:
Yukarı Alt