Türk tasarım kimliği var mı? İtalyan, Alman, Japon tasarımlarını bir bakışta tanıyabiliyoruz, en azından birbirlerinden ayırt edebiliyoruz; sizce Türk tasarımının da bu şekilde tanınabilir olması için ne gerekli? Bilinen, aranan Türk markalarının oluşabilmesi için bu kimliğin oturması gerekiyor mu?
Türk tasarım kimliğinin oluşabilmesi için, Türk tasarımcılarının, referanslarını kendi kültürlerinden almaları gerek. Oysa Türk toplumu 200 yıldır kendi kültüründen uzaklaşmaya çalışıyor. Biz de bu toplum için tasarım yapıyoruz. Gerçek şu ki; hemen hemen bütün referanslarımız batı kaynaklı. ‘Alaturka’ deyiminin aşağılama kabul edildiği, patlamış mısıra ‘popcorn’ denen bir ülkede, özgün bir tasarım kimliği oluşturmak da, bunu topluma kabul ettirmek de çok zor. Önce kimliğimizin ne olduğuna karar vermemiz ve bu kimlikten memnun olmamız gerek. Öte yandan, özgün bir kimlik sahibi değilseniz, ürettiklerinizi dünyaya satmanız da mümkün değil. Bunun için dünyaya söyleyecek sözünüz olmalı. Batılıların söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorsanız, sizi kimse dinlemez ve dünya pazarlarındaki yeriniz de fasonculuktan öteye geçemez.
http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336
Festivalde türk grafik tasarımcı Tarık Büyükdoğanay basılı katagoride büyük ödüle layık görüldü. Türk grafik tasarım dünyası ile ilgili bir şey biliyor musunuz? Bizi nasıl görüyorsunuz?
Hayır pek fazla birşey bilmiyorum. Ders vermek için gittiğim her ülkede bana bu soru soruluyor. Her ülkenin tasarım kültürü hakkında birşey bilmeye imkan yoktur. Bana göre iyi işin ne olduğunu merak eden tasarımcılara söyleyebileceğim şey, kendi tarihi ve kültürü ile alakalı olması gerektiğidir. Eğer değilse iş konuya uygunsuz ve sıkıcıdır. Londra ya da Los Angeles'den çekici (cool) görünen özellikleri kopyalamayın, çünkü bir anlam ifade etmeyecektir. İşlerin göründüğü gibi görünmesinin bir sebebi var ve sizin ortamınıza uygun değiller. Eğer başka tasarımcılardan etkileniyorsanız, işlerini arkasındaki felsefeyi anlamaya çalışın.
http://www.barnbrook.net/
Hat Sanatının Modern Yorumlara İhtiyacı
Günümüz hattatlarının en çok muhatap oldukları soruların başında "hat sanatına modern yorumlar kazandırmayı düşünmüyor musunuz" sorusunun yer aldığını söylersek herhalde yanılmış olmayız. Hayatın her alanına modern, hattâ postmodern yorumların hakim olduğu çağımızda, kendisini bir türlü "yenileyememiş" olarak kabul edilen sanatkârlara böyle bir sorunun yöneltilmesi gayet normaldir.
İnsanlar o kadar değişmişler ve değişmektedirler ki, değişmeyen yadırganmaktadır. Her şeyin, büyük bir hızla daha yenisi çıkmakta ve henüz kısa zaman önce ortaya çıkan bir şeyin pabucu dama atılıvermektedir.
Bununla birlikte, değişmek ne mutlak anlamda kötüdür ne de mutlak anlamda iyidir. Ancak, bazı değerlerin değişmeden (ya da bozulmadan) varlığını sürdürmesi iyidir. Yine, değişim kötüden iyiye doğru oluyorsa iyi, iyiden kötüye doğru oluyorsa kötü bir şeydir.
Asıl meseleye gelecek olursak; hattatlara "modern yorumlar" konusunu hatırlatma ihtiyacı duyan sanatseverlere hattatlar "tam olarak neyi kast etmiş olduklarını" sorarlarsa net bir cevap alamayacaklardır.
Modern sanat anlayışından kasıt eğer soyut sanat ise, klasik hat sanatı zaten soyut sanatların başında yer alır. Üstelik, hat sanatındaki soyut estetik, soyut resmin ortaya çıkışından çok öncesine uzanır.
Kast edilen şey farklı tasarımlar ise, geçmişten günümüze belli başlı hattatların hepsi farklı tasarımlar yapmışlardır. Hat sanatından hoşlandıklarını, ancak bu sanatın yeni yorumlara ihtiyaç duyduğunu ileri süren sanatseverler, hattatların birbirinden farklı yüzlerce tasarımı arasındaki incelikleri, esprileri hissedemiyorlarsa, kendilerinin bu sanatı profesyonel anlamda bilmedikleri, dolayısıyla yorumlarının çok da kayda değer olmadığı sonucuna ulaşmak mümkündür.
Hat sanatına modern yorumlar eklenmesi gerektiğini ifade edenler, aslında bu sanatta çeşit çeşit renkleri, farklı dokuları ve birtakım formları görmek istediklerini kast ediyorlarsa, onlara resim, heykel ve özellikle de grafik gibi sanat dallarıyla ilgilenmelerini tavsiye etmek durumundayım. Çünkü her sanatın kendine özgü bir misyonu, bir atmosferi vardır. Bir sanatı başka bir sanata benzetmeye çalışırsak ve o sanattan ancak o zaman daha çok zevk alacağımızı iddia edersek, o sanat dalının lüzumunu tartışmaya açmış oluruz. Eğer bir sanat, geleneksel veya klasik sanatlar kategorisinde yer alıyorsa, onu zorla modern sanatlar kategorisine dahil edemeyiz. Geleneksel bir sanattaki yenilikler ve yorumlar da geleneğe büyük ölçüde uygun olmak zorundadır. Yani oyunu kurallarına göre oynamak gerekmektedir. Eğer oyunun ortasında kurallar değişirse, o oyun artık zevk vermemeye başlar. Topu ayağıyla oynamak istemeyen kişi futbolu değil, meselâ hentbolu tercih etmelidir. Ayrıca, herkes filanca sanattan illâ ki zevk alacaktır diye bir kaide yoktur. Hat sanatı, asla ve asla trübünlere oynayan bir sanat değildir. Hattat ise, "billboard"larda fotoğrafını görebileceğimiz türden bir sanatkâr değildir. Nitekim, her sanat ve her sanatkâr kendi kulvarında yarışır. Eğer gelenekçiler de modern anlayışa yönelmelilerse, o zaman geleneği kim yaşatacaktır?
Klasik bir hat eserindeki farklı bir tasarım ya da güzel bir istif şöyle dursun, gördüğü muhteşem bir harf sebebiyle cezbeye gelerek elindekileri fırlatan, nâralar atan kişiler biliyoruz. Böyle kimseler için sanatsever sıfatı çok zayıf kalır. Çünkü bir insanın o hazza ulaşması için mutlaka ve mutlaka kamış kalemi eline alarak bir üstaddan yıllarca meşk etmiş olması gerekir. Gerçek bir ustanın elinden çıkmış olan tek bir harfi bile seyrederek böylesine kendinden geçmeyecek hattat herhalde yoktur.
Hangi birimiz, ağzı, burnu, kulağı, alışılmışın dışında olan bir bebeğe sahip olmak isteriz? Yahut, burnunun yerinde kulakları olan bir bebeği doğan insan, "benim çocuğum farklı bir tasarımda yaratılışa sahip" diye sevinir mi? Halbuki, istisnalar dışında bütün bebeklerin azalarının ve organlarının ne yerleri ne de biçimleri birbirinden pek farklı değildir. Bununla birlikte, her insan, ebeveynini ve bazı yakınlarını andırır. Yani, insanların azaları, biçim, büyüklük ve konum itibariyle birbirine hem benzer hem de benzemez. İşte bu genetik mucize, yaratılıştaki tasarım anlayışını yansıtır. Güzellik, küçücük inceliklerde ve farklılıklarda gizlidir.
İsterseniz bundan böyle, her harfin belli bir ölçüye tabi olduğu ve ancak belli birtakım şekillerle diğer harfe birleştirilebildiği hat sanatındaki tasarımların farklılıklarını ve zorluklarını biraz daha yakından anlamaya çalışalım. Belki o zaman, "bu sanatta modern yorumlar yapılamaz mı" sorusunu sormaya bile mecalimiz kalmaz.
http://www.40ikindi.com/yazarlar/oku.php?id=3186&kategori=57
http://www.fatihozkafa.com/
Bazıları rahmetli Erol Akyavaş'ı da katıyor ama ben aynı kanıda değilim. Rahmetli ömrünün çoğunu Batı'da geçirdi. Orada neyin geçerli olduğunu (moda), neyin para ettiğini biliyordu. Tüm dünyanın mistik eğilimlere doğru kaydığı bir ortamda hurde teferruat ile doldurduğu tablolarının orasına burasına bir vav, bir ayın vb. kondurarak dikkat çekti. Bu oryantalist bir yaklaşımdır. Tüm Orta Doğu'da uygulanmaktadır.
Oysa kanımca hat müstakil bir sanattır. Ne bir yere yamanır, ne yama kabul eder. Ancak etrafı ebru veya tezhib ile süslenebilir. Ebru dahi böyledir. Tekneden çıktığı anda istiklalini ilan eder. Ebru üzerine resim yapmak aymazlıktır. Böyle eserlere yakından bakın. Zavallı ebru üzerine yapışan resmin altında inlemekte, onu söküp atmaya çabalamaktadır. Bu yenilik değildir. Yenilik ebrunun kendi varlığında cereyan etmelidir ki, etmiş ve ceddimiz türlü ebrular icat etmiştir.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31499&y=MustafaKutlu
(bir örnek de http://www.ismailacar.com.tr/ dır)
Gelelim Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından inşa ettirilen Ahmet Hamdi Akseki Camii'ne.
Ne yazık ki bu müstesna eser hakkında şimdiye kadar bir yorum yapılmadı, benim görebildiğim dişe dokunur bir yazı yazılmadı. İşte biz böyle kıymet biliyoruz. Yazık.
Oysa ki bu eser öteden beri hedeflenen 'cami mimarisinde geleneğin pençesinden kurtulmak' konusunu neticeye başarıyla ulaştırmış; hem geleneği sürdürmüş, hem de onu yenilemiştir. Gelenekten kurtulmak pek de makbul bir şey değildir. Tıpkı geleneği taklit etmek gibi. Gelenek taklit ile kalırsa kurur, etkisini kaybeder. Onu sürekli yenilemek lazımdır. Tabii bu yolda abuk-sabuk fantazyalar, sürrealist işler ile değil.
Ahmet Hamdi Akseki Camii bence durgun ve temiz suda bir su kabarcığı gibi duru, şeffaf ve uçucu olmuş; bir mimari başarıya imza atmıştır.
Geleneğin kavisli kubbe çizgileri ile yeniliğin köşeli hatlarını birleştirmiş, âdeta 'kubbeyi yere indirmiştir'.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/ahmet-hamdi-akseki-camii/39626
Bu yıl turist çok. Önümde İranlı bir aile yürüyor. Kadının 'çador'u yerleri süpürüyor. Az dikkat ediyorum kot pantolon altına Converse ayakkabı giymiş.
Durum budur. Karşı konulmaz durum. Hepimiz internet aldık. Ama en çok girilen sitelerin 'porno' olduğu meydana çıktı.
Melez bir 'hayat tarzı' içindeyiz. Yılbaşına karşı çıkıyoruz ama 'Anneler Günü'nü, 'yaş günü'nü, 'Sevgililer Günü'nü kutlamak için bin dereden bin su getiriyoruz. ABD'nin kültürel hegemonyası üzerimize bir âfet gibi çökmüş. Bunun tarihi çok eski. Sultan II. Mahmut devrine kadar gitmek lazım. Adam kıravat takmıyor, Batı'yı protesto ediyor ama giydiği 'Frenk gömleği' ve altında 'pantolon' var.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/hayat-tarzi/40955
“Bu açıdan bakıldığında geleneksel sanata biçimsel anlamda sahip çıkmak, onu şekil şartlarına sadık kalarak üretmek anlamlı değildir.
Örneğimize dönecek olursak, kendini divan edebiyatını üreten kültür ve geleneğin parçası olarak göremeyen, onu içselleştiremeyen bir yazarın, sadece biçim şartlarına uyarak, divan şiiri üretmesi imkânsızdır.
Çünkü duyguların bu yolla ifadesi için bir neden bulunmamaktadır.”
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/hanioglu/2012/04/15/muhafazakr-sanat
Türk tasarım kimliğinin oluşabilmesi için, Türk tasarımcılarının, referanslarını kendi kültürlerinden almaları gerek. Oysa Türk toplumu 200 yıldır kendi kültüründen uzaklaşmaya çalışıyor. Biz de bu toplum için tasarım yapıyoruz. Gerçek şu ki; hemen hemen bütün referanslarımız batı kaynaklı. ‘Alaturka’ deyiminin aşağılama kabul edildiği, patlamış mısıra ‘popcorn’ denen bir ülkede, özgün bir tasarım kimliği oluşturmak da, bunu topluma kabul ettirmek de çok zor. Önce kimliğimizin ne olduğuna karar vermemiz ve bu kimlikten memnun olmamız gerek. Öte yandan, özgün bir kimlik sahibi değilseniz, ürettiklerinizi dünyaya satmanız da mümkün değil. Bunun için dünyaya söyleyecek sözünüz olmalı. Batılıların söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorsanız, sizi kimse dinlemez ve dünya pazarlarındaki yeriniz de fasonculuktan öteye geçemez.
http://www.ortakpayda.com/articles.php?ID=1336
Festivalde türk grafik tasarımcı Tarık Büyükdoğanay basılı katagoride büyük ödüle layık görüldü. Türk grafik tasarım dünyası ile ilgili bir şey biliyor musunuz? Bizi nasıl görüyorsunuz?
Hayır pek fazla birşey bilmiyorum. Ders vermek için gittiğim her ülkede bana bu soru soruluyor. Her ülkenin tasarım kültürü hakkında birşey bilmeye imkan yoktur. Bana göre iyi işin ne olduğunu merak eden tasarımcılara söyleyebileceğim şey, kendi tarihi ve kültürü ile alakalı olması gerektiğidir. Eğer değilse iş konuya uygunsuz ve sıkıcıdır. Londra ya da Los Angeles'den çekici (cool) görünen özellikleri kopyalamayın, çünkü bir anlam ifade etmeyecektir. İşlerin göründüğü gibi görünmesinin bir sebebi var ve sizin ortamınıza uygun değiller. Eğer başka tasarımcılardan etkileniyorsanız, işlerini arkasındaki felsefeyi anlamaya çalışın.
http://www.barnbrook.net/
Hat Sanatının Modern Yorumlara İhtiyacı
Günümüz hattatlarının en çok muhatap oldukları soruların başında "hat sanatına modern yorumlar kazandırmayı düşünmüyor musunuz" sorusunun yer aldığını söylersek herhalde yanılmış olmayız. Hayatın her alanına modern, hattâ postmodern yorumların hakim olduğu çağımızda, kendisini bir türlü "yenileyememiş" olarak kabul edilen sanatkârlara böyle bir sorunun yöneltilmesi gayet normaldir.
İnsanlar o kadar değişmişler ve değişmektedirler ki, değişmeyen yadırganmaktadır. Her şeyin, büyük bir hızla daha yenisi çıkmakta ve henüz kısa zaman önce ortaya çıkan bir şeyin pabucu dama atılıvermektedir.
Bununla birlikte, değişmek ne mutlak anlamda kötüdür ne de mutlak anlamda iyidir. Ancak, bazı değerlerin değişmeden (ya da bozulmadan) varlığını sürdürmesi iyidir. Yine, değişim kötüden iyiye doğru oluyorsa iyi, iyiden kötüye doğru oluyorsa kötü bir şeydir.
Asıl meseleye gelecek olursak; hattatlara "modern yorumlar" konusunu hatırlatma ihtiyacı duyan sanatseverlere hattatlar "tam olarak neyi kast etmiş olduklarını" sorarlarsa net bir cevap alamayacaklardır.
Modern sanat anlayışından kasıt eğer soyut sanat ise, klasik hat sanatı zaten soyut sanatların başında yer alır. Üstelik, hat sanatındaki soyut estetik, soyut resmin ortaya çıkışından çok öncesine uzanır.
Kast edilen şey farklı tasarımlar ise, geçmişten günümüze belli başlı hattatların hepsi farklı tasarımlar yapmışlardır. Hat sanatından hoşlandıklarını, ancak bu sanatın yeni yorumlara ihtiyaç duyduğunu ileri süren sanatseverler, hattatların birbirinden farklı yüzlerce tasarımı arasındaki incelikleri, esprileri hissedemiyorlarsa, kendilerinin bu sanatı profesyonel anlamda bilmedikleri, dolayısıyla yorumlarının çok da kayda değer olmadığı sonucuna ulaşmak mümkündür.
Hat sanatına modern yorumlar eklenmesi gerektiğini ifade edenler, aslında bu sanatta çeşit çeşit renkleri, farklı dokuları ve birtakım formları görmek istediklerini kast ediyorlarsa, onlara resim, heykel ve özellikle de grafik gibi sanat dallarıyla ilgilenmelerini tavsiye etmek durumundayım. Çünkü her sanatın kendine özgü bir misyonu, bir atmosferi vardır. Bir sanatı başka bir sanata benzetmeye çalışırsak ve o sanattan ancak o zaman daha çok zevk alacağımızı iddia edersek, o sanat dalının lüzumunu tartışmaya açmış oluruz. Eğer bir sanat, geleneksel veya klasik sanatlar kategorisinde yer alıyorsa, onu zorla modern sanatlar kategorisine dahil edemeyiz. Geleneksel bir sanattaki yenilikler ve yorumlar da geleneğe büyük ölçüde uygun olmak zorundadır. Yani oyunu kurallarına göre oynamak gerekmektedir. Eğer oyunun ortasında kurallar değişirse, o oyun artık zevk vermemeye başlar. Topu ayağıyla oynamak istemeyen kişi futbolu değil, meselâ hentbolu tercih etmelidir. Ayrıca, herkes filanca sanattan illâ ki zevk alacaktır diye bir kaide yoktur. Hat sanatı, asla ve asla trübünlere oynayan bir sanat değildir. Hattat ise, "billboard"larda fotoğrafını görebileceğimiz türden bir sanatkâr değildir. Nitekim, her sanat ve her sanatkâr kendi kulvarında yarışır. Eğer gelenekçiler de modern anlayışa yönelmelilerse, o zaman geleneği kim yaşatacaktır?
Klasik bir hat eserindeki farklı bir tasarım ya da güzel bir istif şöyle dursun, gördüğü muhteşem bir harf sebebiyle cezbeye gelerek elindekileri fırlatan, nâralar atan kişiler biliyoruz. Böyle kimseler için sanatsever sıfatı çok zayıf kalır. Çünkü bir insanın o hazza ulaşması için mutlaka ve mutlaka kamış kalemi eline alarak bir üstaddan yıllarca meşk etmiş olması gerekir. Gerçek bir ustanın elinden çıkmış olan tek bir harfi bile seyrederek böylesine kendinden geçmeyecek hattat herhalde yoktur.
Hangi birimiz, ağzı, burnu, kulağı, alışılmışın dışında olan bir bebeğe sahip olmak isteriz? Yahut, burnunun yerinde kulakları olan bir bebeği doğan insan, "benim çocuğum farklı bir tasarımda yaratılışa sahip" diye sevinir mi? Halbuki, istisnalar dışında bütün bebeklerin azalarının ve organlarının ne yerleri ne de biçimleri birbirinden pek farklı değildir. Bununla birlikte, her insan, ebeveynini ve bazı yakınlarını andırır. Yani, insanların azaları, biçim, büyüklük ve konum itibariyle birbirine hem benzer hem de benzemez. İşte bu genetik mucize, yaratılıştaki tasarım anlayışını yansıtır. Güzellik, küçücük inceliklerde ve farklılıklarda gizlidir.
İsterseniz bundan böyle, her harfin belli bir ölçüye tabi olduğu ve ancak belli birtakım şekillerle diğer harfe birleştirilebildiği hat sanatındaki tasarımların farklılıklarını ve zorluklarını biraz daha yakından anlamaya çalışalım. Belki o zaman, "bu sanatta modern yorumlar yapılamaz mı" sorusunu sormaya bile mecalimiz kalmaz.
http://www.40ikindi.com/yazarlar/oku.php?id=3186&kategori=57
http://www.fatihozkafa.com/
Bazıları rahmetli Erol Akyavaş'ı da katıyor ama ben aynı kanıda değilim. Rahmetli ömrünün çoğunu Batı'da geçirdi. Orada neyin geçerli olduğunu (moda), neyin para ettiğini biliyordu. Tüm dünyanın mistik eğilimlere doğru kaydığı bir ortamda hurde teferruat ile doldurduğu tablolarının orasına burasına bir vav, bir ayın vb. kondurarak dikkat çekti. Bu oryantalist bir yaklaşımdır. Tüm Orta Doğu'da uygulanmaktadır.
Oysa kanımca hat müstakil bir sanattır. Ne bir yere yamanır, ne yama kabul eder. Ancak etrafı ebru veya tezhib ile süslenebilir. Ebru dahi böyledir. Tekneden çıktığı anda istiklalini ilan eder. Ebru üzerine resim yapmak aymazlıktır. Böyle eserlere yakından bakın. Zavallı ebru üzerine yapışan resmin altında inlemekte, onu söküp atmaya çabalamaktadır. Bu yenilik değildir. Yenilik ebrunun kendi varlığında cereyan etmelidir ki, etmiş ve ceddimiz türlü ebrular icat etmiştir.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31499&y=MustafaKutlu
(bir örnek de http://www.ismailacar.com.tr/ dır)
Gelelim Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından inşa ettirilen Ahmet Hamdi Akseki Camii'ne.
Ne yazık ki bu müstesna eser hakkında şimdiye kadar bir yorum yapılmadı, benim görebildiğim dişe dokunur bir yazı yazılmadı. İşte biz böyle kıymet biliyoruz. Yazık.
Oysa ki bu eser öteden beri hedeflenen 'cami mimarisinde geleneğin pençesinden kurtulmak' konusunu neticeye başarıyla ulaştırmış; hem geleneği sürdürmüş, hem de onu yenilemiştir. Gelenekten kurtulmak pek de makbul bir şey değildir. Tıpkı geleneği taklit etmek gibi. Gelenek taklit ile kalırsa kurur, etkisini kaybeder. Onu sürekli yenilemek lazımdır. Tabii bu yolda abuk-sabuk fantazyalar, sürrealist işler ile değil.
Ahmet Hamdi Akseki Camii bence durgun ve temiz suda bir su kabarcığı gibi duru, şeffaf ve uçucu olmuş; bir mimari başarıya imza atmıştır.
Geleneğin kavisli kubbe çizgileri ile yeniliğin köşeli hatlarını birleştirmiş, âdeta 'kubbeyi yere indirmiştir'.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/ahmet-hamdi-akseki-camii/39626
Bu yıl turist çok. Önümde İranlı bir aile yürüyor. Kadının 'çador'u yerleri süpürüyor. Az dikkat ediyorum kot pantolon altına Converse ayakkabı giymiş.
Durum budur. Karşı konulmaz durum. Hepimiz internet aldık. Ama en çok girilen sitelerin 'porno' olduğu meydana çıktı.
Melez bir 'hayat tarzı' içindeyiz. Yılbaşına karşı çıkıyoruz ama 'Anneler Günü'nü, 'yaş günü'nü, 'Sevgililer Günü'nü kutlamak için bin dereden bin su getiriyoruz. ABD'nin kültürel hegemonyası üzerimize bir âfet gibi çökmüş. Bunun tarihi çok eski. Sultan II. Mahmut devrine kadar gitmek lazım. Adam kıravat takmıyor, Batı'yı protesto ediyor ama giydiği 'Frenk gömleği' ve altında 'pantolon' var.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/hayat-tarzi/40955
“Bu açıdan bakıldığında geleneksel sanata biçimsel anlamda sahip çıkmak, onu şekil şartlarına sadık kalarak üretmek anlamlı değildir.
Örneğimize dönecek olursak, kendini divan edebiyatını üreten kültür ve geleneğin parçası olarak göremeyen, onu içselleştiremeyen bir yazarın, sadece biçim şartlarına uyarak, divan şiiri üretmesi imkânsızdır.
Çünkü duyguların bu yolla ifadesi için bir neden bulunmamaktadır.”
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/hanioglu/2012/04/15/muhafazakr-sanat