Grafikerlerin uğradığı haksızlıklar.

Fatih Can

Üye
Kayıt
21 Ekim 2008
Mesaj
60
Tepki
0
gövdeden ayrılan sürüyü kurt kapar misali hakikaten neden biz grafik tasarımcıların bir koordinasyon merkezi yok ben bunu anlayabilmiş değilim. Biz eğer birlik olursak ve toplu davranırsak arkadaşlarımıza iş ve hukuki noktada yardım sağlayacak bir oluşumun içerisinde bulunursak herşey daha net ve güzel olur diye düşünüyorum. Bu arada ben kafaya koydum bir dernek oluşumuna doğru gidiyoruz vesselam...
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Sayın Aydın YAMAN, sayın Eyüp GÜLTEKİN, sayın Erkin KARATAŞ, Sayın İsmail Ev, sayın Fatih Can;

1-Lütfen bu sitede;
https://www.grafikerler.org/grafiker-grafik-tasarimci-amp-grafik-tasarim/5744-grafikerlikte-usta-cirak-iliskisi-nasil-olmali-5.html#post51903

linkindeki yazımı okuyunuz.

2-Sonra; aşağıdaki yazımı okuyunuz.


Adı ne olursa olsun bir çatı altında toplanılmalı.

Benim deneyimlerime göre Meslek Birliği daha çok müzikçilerin ve sinemacıların telif hakkını korumak üzere kurulmuş. Mesela Sezen Aksu'nun bir şarkısını herhangi bir radyo telif ödemeden yayınlayamıyor veya siz internetten bedava indiremiyorsunuz. MÜYAP bunun için var. Bir de Kemal Sunal'ın bir filmi herhangi bir TVde yayınlanınca varislerine para ödenmesi gerekiyor, işte SESAM vs. bunun için kurulmuş.

Ve devletin yasalarında veya yönetmeliklerinde Meslek Birliği konusunda Müzik, sahne ve ses sanatçıları mesleği baz olarak alınmış. Nasıl ki kağıt mendile Selpak deniliyorsa, bu sanat gurubu meslek birlikleri kanununa damgasını vurmuş durumda... Grafikerler, müzikçilerin tüzüğünün aynısını kullanmak zorunda sadece 5-6 maddesini değiştirebiliyorlar.

GESAM diye Güzel Sanatlar Meslek Birliği var, onun içinde grafikerler alt sanat dalı, bu birlik içinde ağaç oymacı, yakma resim yapan, oyma resim yapanlar da var. BU siteye girin bakın, çoğu emekli öğretmen tipli kişiler, içlerinden hiç biri ajans veya matbaada çalışmış kişilere benzemiyor. Resim öğretmeni ağırlıklı kişiler, bunlar grafikerin sorunlarını bilemez diye düşünüyorum. Belki bu kuruluşa üye olunup, seçimlerde yönetimde etkili olunabilirse grafikerler için faydalı şeyler yapılabilinir mi? Buna fırsat ve imkan verirler mi? Onların emir ve komuta zinciri, sizin-benimkine uymayabilir. Bu da bir tartışma konusudur. Ben bunu denemedim. Deneyecek varsa buyursun... (Ama Grafikerler Meslek Kuruluşunu denedim, olmadı, kan uyuşmadı...Aşağıda açıklayacağım.)

Yani konu karışık ve ilk gelen birliğini kurmuş. Yani bir Kadir İnanır gibi bir artistin bakan karşısına çıkıp meslek birliği talebini belirtmesi var, bir sinema yönetmeni Atıf Yılmazı'ın bakana ricada bulunması var, bir de filanca grafikerin dilekçesinin sümen altı edilmesi var.

YANİ SN. İSMAİL EV’in DEDİĞİ GİBİ DEVLET ÖNÜNE GÜÇLÜ ÇIKMAK LAZIM!!!!

Grafikerlerin bir kurumu var; GMK. Grafikerler Meslek Birliği, başkanı da Sayın Yeşim Demir. İsterseniz bu dileklerinizi ona da iletin. BU kuruluşa üye olmak için ya mektepli olup diploma sunacaksınız, ya alaylı olup çalışmalarınızı sunacaksınız. Yani sanıldığı gibi diplomasızlara kapıları kapalı değil. Fakat 25-30 yıldır 300-350 üyeden fazla üyesi yok gibi ve grafiker hakları için pek dişe dokunur faaliyette bulunmadıklarını bir çok grafiker dile getiriyor. Düşünün sadece bu sitede 15,000-20,000 grafiker var. Onların 15,000 üyesi olsa kimbilir ne kadar etkili hak arama mücadelesi yaparlardı. Onlar dernekler kanununa göre faaliyet gösteriyor, her hangi bir ekonomik veya siyasi yaptırım güçleri yok. Kanarya sevenler derneğine benzetmek pek de yanlış olmaz. Sendika veya meslek birliği yasalarına bağlı değiller... Ama davalarda bilirkişi olarak yer alıp hakemlik yapıyorlar. Zararlıdır demiyorum. Muhakkak yararlıdır ama sınırları bellidir, dar bir sosyetik grafik ve reklam çevresinde faaliyet içindediler.Elit bir grup görüntüsü arzediyorlar.

DEMEK Kİ DERNEK STATÜSÜ ÇÖZÜM DEĞİL!

Sendika konusunda ise, gazetede çalışan grafikerler matbaa-gazete işçileri sendikasına dahildir, yani ayrıca bir grafiker sendikası yoktur.
Kısaca; GESAM da bir sürü görsel sanat dalı içinde, gazetelerde ise ofset ustası, mürettip (dizgici) gibi zenaat dalları içinde görülmektedirler.

Gelişen teknoloji ve sanat; grafikerleri ajans grafikeri, matbaa grafikeri, web grafikeri, açıkhava (tabela) grafikeri vs. gibi dallara ayırmış olup ortak noktaları günde 10-14 saat boyunca monitör karşısında radyasyona maruz kalmaları ve bunun neticesinde göz hastalıkları, boyun ve sırt, kol-bilek rahatsızlıkları gibi iskelet sistemi rahatsızlıkları edinmeleridir. Herkesin hakkı olan, günde 8 saat çalışmak, dini bayramlar dışında tatil yapmak grafikerlere layık görülmemektedir.

Hal böyle olunca; grafikerler sanat işçisi midir, yoksa bilgisayar emekçisi midir, sanatçı mıdır, zenaatçı mıdır, büro elemanı mıdır, tam zamanlı teknisyen midir, bilgisayar tamircisi ile aynı statüde midir, yoksa bilgisayar mühendisi ile aynı mıdır, web tasarımcı ile web programcısı aynı meslek midir, grafikerin içinde müdür var mıdır (art direktör), grafik tasarımcının fikir eseri nedir.... gibi sorular iş kanunda bile ayrıntılı olarak belirtilmemiştir, hukukçular bu konulara alışkın değildir.

Kaldı ki, grafikerler içinde bile bu konularda netleşmiş görüşler yoktur.


Bence bu konularda sendikalaşmadan önce (ki sendikalaşma artık Türkiyede çok zorlaştırılmıştır, bu tartışma ayrı bir siyasi konudur ve yeri burası değildir) Grafikerlik mesleğinin çok kapsamlı bir tanımı, sorumluluk ve ilgi alanları, mesleğin prensipleri ve ilkeleri tespit edilmeli, grafikerlik çeşitleri üzerinde tüm grafikerlerin fikir birliği içinde olmaları önce BU KAVRAMDA BİRLİK olduktan sonra, neyin ne olduğu bilinerek ORTAK DAYANIŞMAYA ve MÜCADELEYE girilmelidir. VE kesinlikle 2-3 adet hukukçu ile birlikte hareket edilmelidir. Herşey HUKUK içinde olmalıdır.

SENDİKALAŞMAK İSE ÇOK ZORDUR, MESLEK ODASI, MESLEK BİRLİĞİ gibi bir oluşum olmalıdır. Lakin; Bunun için ise çok sağlam hukukçu dostlarımız olmalıdır. Ben geçmişte hukukçu dostlarımız olmayışının acısını çok çektim!

Meslek Odası için 5000 üye gerekli diye okumuştum.

Geriye Kültür Bakanlığının iznine bağlı MESLEK BİRLİĞİ şansı kalıyor, ben ve arkadaşlarım geçmişte bunu denedik. Bunun çıkış noktası ise GRAFİKERLERİN SANAT ve FİKİR ESERİ SAHİBİ olması…

Yukarıdaki MESAM , MÜYAP ve GESAM örneğindeki gibi…

Adı ne olursa olsun önemli değil, maksat bir olmak, birlik olmak… Amaç bağcı dövmek değil, üzüm yemek…

Arkadaşlar;
Ben meyveyi tek başıma yemek istemiyorum. Yaşım 52 ye geliyor. Bu yaştan sonra makam, mevki ve ikbal peşinde değilim. Meyveleri birlikte toplayalım, birlikte yiyelim diyorum.

Oğlum 1993 doğumlu, bu siteye üye, lisede grafik bölümünde okuyor.
Okulda eğitim berbat. Piyasada şartlar kötü.

Oğlum ve oğlum gibiler için uğraşıyorum, gençler için...

Gençler bir anlasa... En büyük meyve o...


Bunu anlayan gençlerle meyve ağacını sallamaya başlarsak, meyve toplamaya gelecek diğer gençler de gelir ve ağaç epey bir silkelenmiş olur. Çokça da meyve toplanır.

Armut piş ağzıma düş diye ağacın altında elimiz kolumuz bağlı beklersek meyveyi başkaları yer.

Ben sinemaya gitmiyorum, gezmiyorum, tozmuyorum, bu konuda yazıp çiziyorum. Hakkımda açılan dava ve suç duyurularına tam 7 defa savunma yazdım ve hala da yazıyorum. Benim adım Hıdır, benim tek başıma yapacağım budur !

Taşın altına elini koy diye niçin diyoruz?
Timur karşısında Nasrettin Hoca gibi beni yalnız bırakma, diye niçin diyoruz?
Sabırla koruk helva olur diye niçin diyoruz?
Varamaz isek de yolunda ölürüz diye niçin diyoruz?

Emek çekmeden yemek yemek isteyenler oldu diyoruz... Araba devrilince yol gösteren çok oldu diyoruz... Niçin?


Hadi lumpenleri, cahilleri, eğitimsizleri, bilinçsizleri, dalgacıları, adam sendecileri, tuzu kuruları kenara koy...

Devrimcileri, ilericileri, demokratları, sosyal demokratları, aydınları, münevverleri, idealistleri, zulme karşı koyanları, emeğine ve göz nuruna sahip çıkanları, milliyetçileri, ulusçuları, yurtseverleri, inananları, inançlıları, kul hakkına riayet edenleri, güce değil hakka tapanları nerede bu grafikerlerin?



Kısaca siyasi ve felsefi inancı ne olursa olsun, zulüme ve haksızlığa karşı çıkanları nerede bu grafikerlerin?

Her grafiker kendine bu soruyu sormalı...
Bu konuda çaba sarf edenlere destek olunmalı, birlik yolunda herkes üzerine düşeni yapmalı. Ucunda ölüm yok...

Tarlada bile imece usülü çalışılır. Çorbaya kaşık banmak isteyen çorbaya tuz koymalı...

Yoksa koyun koyuna yaşayıp çobanın kavalını dinleriz.

Eğitim diye ısrar eden arkadaşlara katılıyorum. Yukarıda linkini verdiğim yazıda mektepli grafikerlerin de kötü eğitim sisteminin kurbanı olduğunu belirttim, eğer okuduysanız…

Grafikerlerin bu hale gelmesinin sebebi teknolojiyi yakalayamayan ve çağdaş grafik eğitimi veremeyen, üniversite, yüksek okul ve liselerimiz ile bu durumdan rant sağlayan geri kafalı eğiticiler (İsmail Ev bunlara kızmakta çok haklıdır) ile onların okul dışındaki özel dersane vs gibi bu boşluğu kendi kafalarına göre dolduran menfaat çevreleridir.

Buna ilave olarak, insanımızın genelini eğitemeyen belki de özellikle eğitmeyip cahil kalmasından fayda uman iç ve dış kötülük odaklarıdır ki, bunlar cahil-eğitimsiz fakat paralı patron modeli geliştirerek grafikerlerin (ve her tür çalışanın) başına musallat etmektedirler. Bu ise dış odakların “cahil zengin ile eğitimli yoksul oluştur ki, kolay yönetesin” politikasının bir ürünüdür. Sonra da bu kişileri satın alma ve aptallaştırma uygulaması gelmektedir.

Her işin başı eğitimdir ama, biz grafikerler olarak milli eğitimi düzeltmeye kalkarsak yanlış noktadan başlarız ve gücümüzü aşarız. Önce grafikerleri yukarıda belirttiğim ortak paydalarda birleştirip, sonra milli eğitim ve çalışma bakanlıkları ile, sonra adalet bakanlığı, üniversiteler, kültür bakanlığı ve YÖK ile oturup konuşarak mesleğimizin doğru tanımlarını ilgili yasa ve yönetmeliklere geçirmeli, daha sonra da ideal grafik eğitiminin yolunu göstermeliyiz. O zaman işe yaramayan hocaların yerini sizler bizler gibileri alabilir.

BU olursa çok tartışılan alaylı-mektepli ayrımını da kaldırırız, her alaylının kapı gibi sertifikası olur. Alaylılar içinde duayen seviyesine ermişler okullarda derslere girer…

İşte o zaman "her yerde her işte hep beraber" oluruz ve "ballı incirleri hep beraber" yeriz. O zaman yok olur "ekonomik kriz". O zaman kalmaz ortada keriz.


Sayın İsmail Ev dostumuzun illa da devlet demesi çok önemlidir. Devletin kapısına arkamızda bir sürü kişiyle gitmek var, bir de Nasrettin Hoca gibi Timur’un karşısında zayıf ve güçsüz bırakılmak var… Ben buna yakın acıları geçmişte yaşadım. Hainlere demokrat davranırsanız, hoş görü gösterirseniz sırtınızdan vuruyor. Belli bir otorite ve disiplin şarttır. Bu da kısmen gizliliği zorunlu kılar. Demokrasiyi anarşiye çevirmek isteyen sorumsuzlar ile, disiplini faşizm diye niteleyen nifakçılar başkanı yönetmeye kalkıyorlar. Eşitlik adına bilenle bilmeyeni bir etmeye çalışıp mücadeleyi sekteye uğratıyorlar.

Bunların olmaması için ve daha sağlıklı yapılanma için nasıl bir plan proje yapılması gerektiğini İsmail Bey biliyorsa açıklasın. Burada açıkça ifade etmek istemiyorsa özelden yazsın. Ama benim bildiğim tek şey bağlayıcı olan tüzüktür ve bu tüzük herkese açık olarak sunulup onay alınması gerekir.

İsmail beyin gizli oturum teklifine karşı ben derim ki;

Bu hareket önce ez 50-100 kişinin desteğini açıkça almalıdır ve şimdi sizler gibi 3-5 değerli kardeşimizin ben de varım demesi yeterli değildir… Bu destek için önce kamuoyuna açık olunmalıdır. Zaten bu sitede yapılan budur.

Site sahibi Ömer Yıldız beye, buna izin verdiği için teşekkür borçluyum.

Yeterli miktarda grafiker desteği sağlandıktan sonra ince detaylar ve hareket tarzı için, hareket şekline ait sır sayılacak şeylerin rakiplerin eline geçmemesi için kapalı kapılar ardında stratejik ve taktik toplantılar elbette yapılmalıdır. Bunlar kamuoyuna açık olmamalıdır.

Hükümetten veya bürokrasiden yakın kişiler bulunmalı, onlara bu hareketin hayırlı bir iş olduğu anlatılmalıdır. Ankara’ya gidip gelinmeli, epey masraflara katlanılmalı, bunun için bütçe oluşturulmalı, finansman ve masrafların yük olmaması için ise üye veya destekçi sayısı fazla olmalıdır.

Ama bunlara gerek yok, kapalı kapılar ardında bu işi ben kolay ve çabuk hallederim, param da var, çevrem de var, gücüm de var, diyen varsa buyurun yapsın. Ama grafikerleri köle etmeden...

Ben sadece grafikerlerin herhangi bir parti veya herhangi bir ideolojinin emir ve baskısı altında olmadan, sadece meslek onur ve haysiyetleri ile maddi ve manevi menfaatlerini yüksek tutmaları kayıt ve şartıyla bu harekete destek vermelerini bekler ve tavsiye ederim. Hiçbir siyaset, tarikat veya aşiret bu harekete damgasını vurmamalıdır. Aksi takdirde bu bir meslek örgütü olmaz. Saz yine aynı saz teller değişti, yumruk aynı yumruk eller değişti şekline gelir ki bu da kabul edilemez bir durumdur.

Ortak payda grafiker hakları ve grafiker hukuku olmalıdır, aynı istiklal harbi öncesi müdafaa-i hukuk (hakların savunulması) dernekleri gibi…

Tekrar ediyorum bu birlik; sanat ve zenattin ayrılması için değil, iç içe geçirilip tek vücut olarak harmanlanması için, alaylı-mektepli ayrımının yok edilip hepsinin bilgiye ve belgeye kavuşturulması için, daha verimli grafik eğitimi için, grafikerlik mesleğinin ilke ve sınırlarının tespit edilmesi için, haksızlıkların önüne geçilmesi ve mesleğin ve meslektaşların yüceltilmesi için, kısaca grafikerler üzerindeki zulmün kaldırılması için gereklidir.

Dileyen özelime yazabilir. Saygılarımla.

 
Kayıt
7 Temmuz 2008
Mesaj
208
Tepki
5
Selam,

Bu alanda yazılmış olan 4 sayfaya yayılmış yazıların neredeyse tümünü noktasına virgülüne kadar okudum. Yıllardır içerisinde yaşadığım sektörün geldiği bu son durumu ibretle ve hayretle izliyorum. Hatta izlemenin çok ötesine geçip kişisel tepkilerimi herhangi bir alan, birim, yapı, kapı gözetmeden de vurup girip yazmaya çalışıyorum.

Türkiye gibi bir ülkede henüz içerisinde bulunduğumuz sektörde yer alan bizlerin temel haklarının savunuculuğunu gerektiği şekilde üstlenebilecek herhangi bir yapının oluşmamış olması kadar anlamsız ve saçma bir durumu sanırım dünyanın herhangi aklı başında bir ülkesinde anlatabilme şansına sahip olamayız.

Dışardan bize bakan kişilerin;

- Ne yapıyor bu adamlar yahu...

dediğini duyar gibi oluyorum. Uzun süredir kulaklarım çınlıyor. Çınlamaların şiddeti her geçen gün azalmaksızın artıyor. Çözümün tek bir yolunun olduğunu ve bu yolda yürümenin artık geri dönülmez bir gerçek olduğunu henüz anlayamamış olduğumuzu ve kısır çekişmelerin sektörün genelinin temel bir hastalığı haline geldiğini yaşayarak görenlerden birisi olarak " Grafik Tasarımcılar Meslek Birliği " oluşumunun bir an önce gerçekleştirilmesi için elimizden gelenin ötesinde bir çaba içerisinde olmamız gerektiğini çınlayan kulaklarımdan gelen sesler bana söylemese bile bunun artık bu şekilde olması gerektiğini sanırım herkesin yavaşta olsa anlamaya başladığını düşünüyorum.

Düşünüyorum ama yine de içimdeki bir ses bana bu işin öyle kolay olmayacağını ve gelinen noktada ortalığı kaplayan tozun ve dumanın dağılmasını bekleyen kişilerin çoğunlukta olduğunu ve;

- Ne yapmalı..?

sorusuna ise pek çok kişinin henüz kendince bir cevap bulamadığını hissediyorum. Yol gösterenin, yöntem sunanın, bilgi aktarının karalandığı bir sektörel yapı içerisinde sözümona düşünce yoğunluğundan doğan yaklaşım biçimlerinin odak noktasında olmaya aday bizlerin yani " Grafik Tasarımcıların " henüz kendi geleceğine sahip çıkmak için herhangi bir çaba içerisinde olabilmesinin düşüncesini bile ortaya çıkartamadıkları düşünülürse ( ki bu ne yazık ki böyle ) o zaman başkaları için çözüm ortağı olmaya aday bizlerin kendi özlük haklarımız için kendimizin çözüm ortağı olmaya aday " Grafik Tasarımcılar Meslek Birliği " oluşumuna katkıda bulunmak için gereken çabayı göstermediğimiz ya da bu güne kadar gösteremediğimiz ortaya çıkıyor.

Son yıllarda sektöre her ay yeni birilerinin katılımı ile sayıları artan bu sektörel yapı okul ya da kurs çıkışlı insanların yaşamlarını bir şekilde sürdürebilmek için kişisel çaba içerisine girdikleri ve sektörel gelişime kişisel olarak katkıda bulunmalarının gerekliliğinin zorunluluk olduğunu düşündüğümüzde gelişimin kendisini özümsemiş olanların dışında;

- Bu sektörde para var abi...

düşünce yaklaşımıyla içerisine daldıkları bir para havuzu algılamasıyla sektörün içerisinde balıklama dalmaktadırlar. Bu dalış sağlıklı bireylerin sektöre katkısı anlamında olduğunda herhangi bir sorun oluşturmaz. Aksine katkının hangi türü olursa olsun katkı anlamlıdır düşüncesinden hareketle diğer unsurları harekete geçiren hatta fişekleyen bir yaklaşım biçimine de hizmet eder. Yalnız, sözde eğitimlerini tamamladıkları okul veya kurs her ne olursa olsun grafik tasarım olgusunun özünü kavrayamamış ama sözünde dans eden kişiler sektörün ve genelde de biz grafik tasarımcıların korkulu rüyası haline gelmişlerdir.

Kendilerine empoze edilen;

- Grafik Tasarım bir zenaattir...

düşüncesi özellikle piyasada kurs verdiğini iddia eden yerlerin pek çoğundan sertifika almış kişilerin temel düşüncesi olmaktadır. Zenaat bakış açısına sahip bir kişi sanatın ne olduğunu ve sanatçı kimliğinin hangi amaca hizmet ettiğini de doğal olarak kavrayamamaktadır. Toplumumuzun genel hastalıklarından birisi olan okumamak ta buna eklenince ortaya çıkan durum facianın ilk habercisi olmaktadır. Sonrası da zaten bu temelden hareketle kendiliğinden gelmektedir. Temel sanat eğitiminin bile bir çoğunda verilmediği montaj sanayiine hizmet eden fabrikalar görünümündeki bu kursları bitiren kişiler sahip oldukları iyi niyete karşın sektörün içerisine girdiklerinde karşılaştıkları tablo sonrası hayal kırıklığı ve hüsrana varan sonuçlara mahkum olmaktadır.

Sanatçı kimliğinin bu kadar çok aşağılandığı avam düşünce yapısının içerisinde bulunduğumuz sektöre en azılı virüs gibi işlediğini gördüğümüz bu gelinen noktada haklarının ne olduğunu kavrayamamış kişilerin;

- Kişisel telif hakkından,
- Çalışma süresinin ne olduğundan,
- Sanatsal bakış açılarının sektöre yansımalarından,
- Özlük haklarının kişiye olan yararlarından,


ve buna benzer bir çok konudan haberi bile olamaz. Amaç önümüzdeki süreçte sektöre katılmaya aday her bir bireyin kişisel haklarını genel anlamda sağlam bir duruş göstererek savunabilmekse eğer bu noktada şu an sektörde hizmet veren bizlerin genel duruşumuzu düzeltecek yapılanmalara kişisel ve yapısal desteğimizi sunabilme becerisinde olmamızdır. Bizden sonrakilere bize bırakıldığı gibi bir tablo bırakmak istemiyorsak ve her şeyden önemlisi yeri geldiğinde ve sözü geçtiğinde arkamızdan;

- İyiydi, hoştu ama hepsi buydu. Geldi ve gitti arkasında bir toz bulutu bile bırakmadan...

sözünü söyletmemek, kendimize ve bizden sonrakilere sağlıklı bir sektörel yapı, alınması gereken hakların zemininin oluşturulduğu bir birliktelik ruhu, paylaşımın ve kazanımın sağlıklı olduğu bir sektörel yapı bırakmak adına harekete geçmenin zamanının gelip geçtiğini kavramak gerekiyor.

Sözü uzatmanın ötesinde, " Grafiker Tasarımcılar Meslek Birliği " oluşumunun hayata geçirilmesi için elimizden gelen katkının gösterilmesi hem bizim hem de bu sektörde yer alan isimleri onbinleri bulan bizim insanlarımızın artık vazgeçilmez temel ihtiyacı olmalıdır.

Saygılar...
 
Kayıt
24 Mart 2008
Mesaj
53
Tepki
0
Merhabalar... son günlerde benimde müstarip olduğum bir nokta olduğu için dikkatimi çekti. başkentte yazıyorum ve 7 yıllık bir grafikerim... 1,5 yıldır aynı firmada grafikerlik yapıyorum. ve maalesef krizin fırsatcılık olarak değerlendirildiği bir fimadayım. çünkü şu yogunluğun içerisinde iş yok hesabı yapılıyor maalesef... iş araştırmaya başladım bende...ama asıl sıkıntı şu bence. ; 2 aylık kurslarla deneyimsiz olarak piyasada grafikerim diye gezenlerin verdiği rahatsızlıklar. işi ögrenmek anlamında çok cuzzi rakamlarla çalışıyorlar. beceremeyip,sonra başka işe yöneliyorlar. bu kadar ucuz olmamalıdır diye düşünüyorum bu işi. bende yerine göre eleman yetişmesinde faydalı olan bir bireyim. paylaşımı severim ama paradan ziyade bu işi severek yapmalıyız. para geçinmek anlamında çok değerlidir. lakin bu böyle giderse üzgünüm bu meslek yerlerde gezecek ve başladıda. herkese saygılar...
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@Nurten Kaçmaz

Nurten hanım;

Güzel Sanatlar mezunu olmayı, diplomayı, mektepli grafiker olmayı bir kenara bıraktım artık...

Berberin dükkanında ustalık belgesi asılıdır. Terzinin dükkanında, oto tamircisinin dükkanında ustalık belgesi asılıdır.

Filanca kişi filanca eğitimleri almış, feşmekan sınavlarını başarıyla vermiş, sonunda bu ustalık belgesini almaya kazanmıştır. Artık bu mesleği yapabilir, dükkan açabilir diye duvarda asılıdır.

Altında il milli eğitim müdürlüğünden filanca müdürün imzası ve devkletin mühürü vardır.

Şimdi soruyorum; sizin muzdarip olduğunuz ve ucuza çalışan ve kendilerine grafiker diyen bu gençlerin hangisinin böyle bir belgesi vardır?

Hangisi grafikerlik mesleğini icra edebilir, grafiker olarak işçilik yapabilir, grafiker olarak dükkan açabilir diye böyle bir belgeye sahiptir ?

Her traş edebilen berber dükkanı açabiliyor mu?
Her eline çekici alan oto kaporta ustasıyım diyebiliyor mu?
Eczane kalfalığının bile 2 yıl süren kursları var.

2 ayda kim grafiker oluyor? Nerede bu yoğurdun bolluğu?

Her mesleğin kendine göre disiplini, kuralı, ilkeleri, sınırları, hakları ve sorumlulukları vardır.

İNEK DAMGALAMAK, MUSLUK TAMİRCİLİĞİ ve GRAFİKERLİK

Ben böyle belge, diploma, sertifika, lisans falan dedikçe...
Ben böyle grafikerlik kayıt altına alınmalı...
Kim çırak kim usta belli olmalı dedikçe;
Grafikerlikle ilgili diploma, serifika ve lisansı olmayan...
Bu başıboşlukta, bu disiplinsizlikte kendini grafiker diye kabul ettirmeye çalışan kişiler;
beni bu sözlerimden dolayı grafikerleri inek damgalar gibi damgalamak istemekle suçlamaktadırlar.

Yani grafikerlerin ustalık derecelerini gösteren bir belgesi olsun, bir lisansı, bir sertifikası, bir ehliyeti olsun dersem, grafikerleri inek damgalar gibi damgalamış olacağım, ve grafikerleri inek yerine koymuş olacağım, öyle mi?

Demek ki; her ustalık belgesine sahip berber, marangoz, terzi, oto tamircisi kişi bu belgeyi aldı diye inek olacak, sığır gibi damgalanmış olacak öyle mi?

Demek ki üniversitelerden verilen mimarlık, mühendislik, doktorluk diplomaları da bu zihniyete göre birer sığır damgası oluyor. Bu sığır mühendis, bu sığır doktordur, öyle mi?

Şimdi bu Amerikan Western filmleri sevdalısı ve çizgiroman meraklısı kişiler, etkisinde kaldıkları sığır çobanı kültürüyle diyeceklerdir ki; canım doktor ve mühendis sanatçı değildir, tıpkı musluk tamircisi gibi sanat dışı bir meslektir. Onların diploması olur, onların belgesi olur...

Yani bu zihniyete göre doktor da musluk tamircisi de eşittir ve ikisi de sığırdır, inektir, yani kovboylar damgalar gibi damgalanabilir.

Bu zihniyete göre diploma eşittir sığır damgası.

Şimdi bu zihniyet tüm diplomalı/belgeli mesleklere musluk tamircilerine hatta hakimlere, savcılara, avukatlara sığır yakıştırması yapmakla kalmıyor, sıra grafikerlere geldiği zaman grafiker diplomasız olmalı görüşünü savunuyor.

Niye? Bütün diplomasız grafikerlere göz kırpmak için. Bakın Faruk Çağla sizi sığır yerine koyuyor, size sınav ve diploma ile baskı altına almak istiyor, oysa ben sizin özgürlüğünüzü savunuyorum demek için.

Bilmiyor ki; bunu derken tüm diplomalı okul mezunlarını ve ustalık belgeli esnafları damgalı sığır yerine koyuyor.

Ama öte taraftan; tüm grafikerler.org üyelerine de cahil cühela diyor. Buna Ömer YILDIZ tanıktır.

ALİ TEKİN ÇAM'în GÜZEL BİR YAZISI var; AYNEN ALIYORUM;

Mesleki tanimlalarin yapilmasiyla, dana damgalamayi bir tutan kişilere kültürümüzden bir detay

(Alıntı; Hat Sanatında İcâzet (Diploma) Formalitesi Mumsema İslam Arşivi)

Bir üstâddan ders görmek, yazının usûl ve kaidelerini nazarî ve amelî olarak tahsîl edip, yazdıklarına imzâsını koymaya selâhiyet kazanmak ve bunu resmen tevsîk etmek eskiden âdet idi. İmzâya izin vermeye İcâzet verme, bu salâhiyeti almaya da İcâzet alma tâbir olunurdu ki, bir nevi’ diploma verme ve almak formalitesi demektir.

Bu usûl gereğince, talebe olgunlaşıp imzâ atabilecek bir seviyeye eriştikten sonra hangi yazıları tahsîl etmiş ise ekseriya bir kıt’a bâzen de bir murakka’ (=yazı albümü) veya hilye, yâhut bu gibi bir levha yazar, bir (tez) hazırlar, hocasına verir.

Hocası veya hocaları bunu tetkîk ederek talebenin ehliyet derecesini takdîr ve tâyin ettikten sonra, (Resim: 122 ve 123)’de göründüğü üzere, levhanın altına yazarak, “Artık, yazdıklarının altına ketebe (imzâ) koymaya ve başkasına da ders ve icâzet vermeye izin verildiği” beyân ve tasdîk edilirdi.

Bu sebeple, icâzet almayan bir kimse, yazıları altına kendiliğinden imzâsını koyamaz, yâni koyup da yazısını cemiyete ve san’ata mal edemezdi.

Kendisini, ne bir san’atkâr tanımaya ve tanıtmaya; ne de başkasına izin ve icâzet vermeye salâhiyetli görebilirdi; aksi takdirde resmen mes’ûl olurdu. Bundan maksat, san’atın şerefini ve san’atkârların hukuk ve haysiyetlerini ve cemiyet içindeki mevkî ve kıymetlerini korumak, san’atın kötüye kullanılmasına ve gerilemesine, estetik kıymetlerin ehliyetsiz ellerde oyuncak olmasına yer vermemektir.

NURTEN HANIM, ŞİKAYET ETTİĞİNİZ KONULARIN ÇÖZÜMÜ BU YAZIDA MEVCUTTUR;

Bir usta olarak eleman yetiştirilmesine katkıda bulunduğunuzu belirtiyorsunuz.

Tekdir, tebrik ve teşekkür ediyorum. Gençlerin ustalardan icazet almaya ihtiyacı vardır. Zaten bu amaçla bu siteye geliyorlar.

İşi öğrenmek adına çok düşük fiyatlarla çalışıyorlar diyorsunuz. Öyle yapsalar ve işi öğrendikten sonrta gerçek fiyatla iş yapsalar bir şey demiyeceğim. Onlar işi öğreninceye kadar 3 yıl geçse 3 yıl boyunca çok düşük ücretle çalışıp ustaların ekmeğine mani olmaları mı gerekir?

Eğer onlara devlet "sen yardımcı grafikersin, yardımcı grafiker maaşı almalısın" diyebilse, onlar da ben ustayım diyerek ustaların ekmeğine göz dikmez.

Siz de şikayet etmezsiniz.

Demek ki neymiş?
İcazet almak, ustalardan sertifika almak, ehliyet sahibi olmak sığır gibi damgalanmak değilmiş. İcazet vermek geleneği ta Osmanlıdan beri o günkü grafiker olan hattatların kendi mesleklerinde uyguladıkları bir meslek kuralıymış.

Demek ki neymiş?

İcazet almak; sanatın gerilemesine, ayağa düşmesine ve kötüye kullanılmasına engel olmak için yapılan, sanatı ve sanatçıyı yücelten bir meslek kuralıymış.

Demek ki neymiş?

İcazet almak; ehliyet almak, diploma almak demekmiş, asıl buna karşı çıkanlar mesleğe ihanet edenlermiş.

Kötü otomobil kullanana sen ehliyeti nereden aldın deriz de, kötü tasarım yapana sen grafikerlik belgesini nereden aldın demeyiz ! Ama demek zorundayız.

Hani kötü akraban şikayet edenler derler ya; akrabanın akrabaya ettiği kötülüğü akrep etmez diye.

Ben de diyorum ki meslektaşın meslektaşa ettiği kötülüğü başkası edemez.

Sertifikasız, belgesiz, ehliyetsiz grafikerliği savunmak...
kimin usta, kimin kalfa, kimin çırak olduğunun belirlenmesi için sınavlar düzenlenmesine karşı çıkmak...
Sertifikayı ve sınavı sığır damgalamakla eş tutmak...
genç ve tahsilsiz, eğitimsiz grafikerlere cahil cühela demek...
Cahil cühela denilen gençlerin düşük ücretle çalışmasını özgürlük diye saptırmak...

grafikerliğin yerlerde sürünmesine göz yummak demektir.

Grafikerlik mesleğine ihanet demektir.

Bütün bunların çözümü;
1-grafikerlerin birlik, beraberlik ve dayanışma içinde bir çatı altında toplanmasıyla...
2-Meslek dışındaki olumsuz etkilere karşı durmakla...
3-Meslek içindeki eğitim ve disiplini sağlamakla..
mümkündür.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
@Nurten Kaçmaz


Nurten hanım;

Güzel Sanatlar mezunu olmayı, diplomayı, mektepli grafiker olmayı bir kenara bıraktım artık...

Berberin dükkanında ustalık belgesi asılıdır. Terzinin dükkanında, oto tamircisinin dükkanında ustalık belgesi asılıdır.

Filanca kişi filanca eğitimleri almış, feşmekan sınavlarını başarıyla vermiş, sonunda bu ustalık belgesini almaya kazanmıştır. Artık bu mesleği yapabilir, dükkan açabilir diye duvarda asılıdır.

Altında il milli eğitim müdürlüğünden filanca müdürün imzası ve devkletin mühürü vardır.

Şimdi soruyorum; sizin muzdarip olduğunuz ve ucuza çalışan ve kendilerine grafiker diyen bu gençlerin hangisinin böyle bir belgesi vardır?

Hangisi grafikerlik mesleğini icra edebilir, grafiker olarak işçilik yapabilir, grafiker olarak dükkan açabilir diye böyle bir belgeye sahiptir ?

Her traş edebilen berber dükkanı açabiliyor mu?
Her eline çekici alan oto kaporta ustasıyım diyebiliyor mu?
Eczane kalfalığının bile 2 yıl süren kursları var.

2 ayda kim grafiker oluyor? Nerede bu yoğurdun bolluğu?

Her mesleğin kendine göre disiplini, kuralı, ilkeleri, sınırları, hakları ve sorumlulukları vardır.

İNEK DAMGALAMAK, MUSLUK TAMİRCİLİĞİ ve GRAFİKERLİK

Ben böyle belge, diploma, sertifika, lisans falan dedikçe...
Ben böyle grafikerlik kayıt altına alınmalı...
Kim çırak kim usta belli olmalı dedikçe;
Grafikerlikle ilgili diploma, serifika ve lisansı olmayan...
Bu başıboşlukta, bu disiplinsizlikte kendini grafiker diye kabul ettirmeye çalışan kişiler;
beni bu sözlerimden dolayı grafikerleri inek damgalar gibi damgalamak istemekle suçlamaktadırlar.

Yani grafikerlerin ustalık derecelerini gösteren bir belgesi olsun, bir lisansı, bir sertifikası, bir ehliyeti olsun dersem, grafikerleri inek damgalar gibi damgalamış olacağım hatta grafikerleri inek yerine koymuş olacağım, öyle mi?

Demek ki; her ustalık belgesine sahip berber, marangoz, terzi, oto tamircisi kişi bu belgeyi aldı diye inek olacak, sığır gibi damgalanmış olacak öyle mi?

Demek ki üniversitelerden verilen mimarlık, mühendislik, doktorluk diplomaları da bu zihniyete göre birer sığır damgası oluyor. Bu sığır mühendis, bu sığır doktordur, öyle mi?

Şimdi bu Amerikan Western filmleri sevdalısı ve çizgiroman meraklısı kişiler, etkisinde kaldıkları sığır çobanı kültürüyle diyeceklerdir ki; doktor ve mühendis sanatçı değildir, tıpkı musluk tamirciliği gibi sanat dışı bir meslektir. Onların diploması olur, onların belgesi olur...

Yani bu zihniyete göre doktor da musluk tamircisi de eşittir ve ikisi de sığırdır, inektir, yani kovboylar onları damgalamış gibi damgalanabilirler.

Bu zihniyete göre diploma eşittir sığır damgası.

Şimdi bu zihniyet tüm diplomalı/belgeli mesleklere musluk tamircilerine hatta hakimlere, savcılara, avukatlara sığır yakıştırması yapmakla kalmıyor, sıra grafikerlere geldiği zaman grafiker diplomasız olmalı görüşünü savunuyor.

Niye? Bütün diplomasız grafikerlere göz kırpmak için. Bakın Faruk Çağla sizi sığır yerine koyuyor, size sınav ve diploma ile baskı altına almak istiyor, oysa ben sizin özgürlüğünüzü savunuyorum demek için.

Bilmiyor ki; bunu derken tüm diplomalı okul mezunlarını ve ustalık belgeli esnafları damgalı sığır yerine koyuyor.

Ama öte taraftan; tüm grafikerler.org üyelerine de cahil cühela diyor. Buna Ömer YILDIZ tanıktır.

ALİ TEKİN ÇAM'ın GÜZEL BİR YAZISI var; AYNEN ALIYORUM;

Mesleki tanimlalarin yapilmasiyla, dana damgalamayi bir tutan kişilere kültürümüzden bir detay

(Alıntı; Hat Sanatında İcâzet (Diploma) Formalitesi Mumsema İslam Arşivi)
Bir üstâddan ders görmek, yazının usûl ve kaidelerini nazarî ve amelî olarak tahsîl edip, yazdıklarına imzâsını koymaya selâhiyet kazanmak ve bunu resmen tevsîk etmek eskiden âdet idi. İmzâya izin vermeye İcâzet verme, bu salâhiyeti almaya da İcâzet alma tâbir olunurdu ki, bir nevi’ diploma verme ve almak formalitesi demektir.

Bu usûl gereğince, talebe olgunlaşıp imzâ atabilecek bir seviyeye eriştikten sonra hangi yazıları tahsîl etmiş ise ekseriya bir kıt’a bâzen de bir murakka’ (=yazı albümü) veya hilye, yâhut bu gibi bir levha yazar, bir (tez) hazırlar, hocasına verir.
Hocası veya hocaları bunu tetkîk ederek talebenin ehliyet derecesini takdîr ve tâyin ettikten sonra, (Resim: 122 ve 123)’de göründüğü üzere, levhanın altına yazarak, “Artık, yazdıklarının altına ketebe (imzâ) koymaya ve başkasına da ders ve icâzet vermeye izin verildiği” beyân ve tasdîk edilirdi.

Bu sebeple, icâzet almayan bir kimse, yazıları altına kendiliğinden imzâsını koyamaz, yâni koyup da yazısını cemiyete ve san’ata mal edemezdi.
Kendisini, ne bir san’atkâr tanımaya ve tanıtmaya; ne de başkasına izin ve icâzet vermeye salâhiyetli görebilirdi; aksi takdirde resmen mes’ûl olurdu. Bundan maksat, san’atın şerefini ve san’atkârların hukuk ve haysiyetlerini ve cemiyet içindeki mevkî ve kıymetlerini korumak, san’atın kötüye kullanılmasına ve gerilemesine, estetik kıymetlerin ehliyetsiz ellerde oyuncak olmasına yer vermemektir.

NURTEN HANIM, ŞİKAYET ETTİĞİNİZ KONULARIN ÇÖZÜMÜ YUKARIDAKİ YAZIDA MEVCUTTUR;

Bir usta olarak eleman yetiştirilmesine katkıda bulunduğunuzu belirtiyorsunuz.

Takdir, tebrik ve teşekkür ediyorum. Gençlerin ustalardan icazet almaya ihtiyacı vardır. Zaten bu amaçla bu siteye geliyorlar.

İşi öğrenmek adına çok düşük fiyatlarla çalışıyorlar diyorsunuz. Öyle yapsalar ve işi öğrendikten sonra gerçek fiyatla iş yapsalar bir şey demiyeceğim. Onlar işi öğreninceye kadar 3 yıl geçse 3 yıl boyunca çok düşük ücretle çalışıp ustaların ekmeğine mani olmaları mı gerekir?

Eğer onlara devlet "sen yardımcı grafikersin, yardımcı grafiker maaşı almalısın" diyebilse, onlar da "ben ustayım" diyerek ustaların ekmeğine göz dikmez.

Siz de şikayet etmezsiniz.

Demek ki neymiş?
İcazet almak, ustalardan sertifika almak, ehliyet sahibi olmak sığır gibi damgalanmak değilmiş. İcazet vermek geleneği ta Osmanlıdan beri o günkü grafiker olan hattatların kendi mesleklerinde uyguladıkları bir meslek kuralıymış.

Demek ki neymiş?

İcazet almak; sanatın gerilemesine, ayağa düşmesine ve kötüye kullanılmasına engel olmak için yapılan, sanatı ve sanatçıyı yücelten bir meslek kuralıymış.

Demek ki neymiş?

İcazet almak; ehliyet almak, diploma almak demekmiş, asıl buna karşı çıkanlar mesleğe ihanet edenlermiş.

Kötü otomobil kullanana sen ehliyeti nereden aldın deriz de, kötü tasarım yapana sen grafikerlik belgesini nereden aldın demeyiz ! Ama demek zorundayız.

Hani kötü akrabadan şikayet edenler derler ya; "akrabanın akrabaya ettiği kötülüğü akrep etmez" diye.

Ben de diyorum ki meslektaşın meslektaşa ettiği kötülüğü başkası edemez.

Sertifikasız, belgesiz, ehliyetsiz grafikerliği savunmak...
Kimin usta, kimin kalfa, kimin çırak olduğunun belirlenmesi için sınavlar düzenlenmesine karşı çıkmak...
Sertifikayı ve sınavı sığır damgalamakla eş tutmak...
Genç ve tahsilsiz, eğitimsiz grafikerlere cahil cühela demek...
Cahil cühela denilen gençlerin düşük ücretle çalışmasını özgürlük diye saptırmak, hoş görmek ve savunmak...

Tüm bunlar;
Grafikerliğin yerlerde sürünmesine göz yummak demektir.

Grafikerlik mesleğine ihanet demektir.

Bütün bunların çözümü;
1-Grafikerlerin birlik, beraberlik ve dayanışma içinde bir çatı altında toplanmasıyla...
2-Meslek dışındaki olumsuz etkilere karşı durmayla...
3-Meslek içindeki eğitim ve disiplini sağlamalarıyla
mümkündür.

Saygılar.
 

kriptonik

Üye
Kayıt
4 Mart 2009
Mesaj
257
Tepki
1
nurten hanımın ve sizin yazınızı okuyunca Faruk bey , aklıma bilgisayarların artık her evde olması internette arayıp herşeyi bulabilmemiz, herkesin herşey hakkında sınırsız kaynağa ulaşabilmesiyle hayatımızda nelerin değiştiğini farkettim bariz bir şekilde.. belki bilgisayar ve yazılımlar bu şekilde hızla dağılmasaydı her yazılıma korsan bir şekilde sahip olunamasaydı.. Eğer meslek hakkında çok detaylı bilgilere herkes ulaşamasaydı.. Ya da insanlar ulaşabildiği bu bilgilerin meslekle ilgili herşeyi zaten içerdiğini, bu bilgilerin onlara bu mesleği icra ederken yeteceğini düşünmeselerdi...o zaman bir grafik programında birşeyler çizebilen herkes kendine grafiker diyemeyecekti... Bilişim teknolojilerinin hızla gelişmesi ve yayılması bu donanımsal teknolojilerin ucuz , yazılımsal teknolojinin korsan bir biçimde temin edilebiliyor olması , sadece grafikerlik mesleğiyle alakalı problemler yaratmakla kalmamış müzik, sinema endüstrisi içinde de inanılmaz boyutlarda sorunlar oluşturmuş.. Bunlarla bitmemiş tabi ki.. artık internetten her türlü kaynağa ulaşabilen bazı insanlar; özel portföyler oluşturmuş, kimlik analizleri veritabanları oluşturmuş bunları kullanarak yeni iş alanları türemiş.. vs.. Yani sizin söylediklerinize katılıyorum meslek grubuna ait bir birliğin , odanın varlığı şart , ancak insanlarımızın korsan uygulamalar kullanmasını engelleyemezsek , okullarımızda ahlaklı olmayı başkalarının haklarına saygılı olmayı, haksız kazançların nelere yol açtığını öğretemezsek.. çok şey değişmeyecek..
 
Kayıt
7 Temmuz 2008
Mesaj
208
Tepki
5
Selam,

Sayın Kriptonik arkadaşımıza,

Yazınızın sonunda ismini hatırlamadığınız yazarın sözü dikkatimi çekti. Öncelikle o yazarın sözünü kendimce yorumlayarak başlamak istiyorum.

Grafik Tasarımcı olmak bireyin aynı zamanda iyi bir kaptan, iyi bir tayfa, iyi bir çımacı, yağcı hatta iyi bir süvari olmasını gerektirir. Grafik tasarımcı tek kişilik bir geminin hem kaptanı, hem de diğer personeli olabilme özelliklerini tümüyle kendinde barındıran kendine özgü yapısıyla üzerinde olduğu gemiyi bağlı bulunduğu limana sağ ve salim bir şekilde ulaştırabilme becerisini özünde taşıyan özelliklere sahip bir kişi olmalıdır.

- Denizde dalga vardı onlardan birisi gemiye ters geldi, yandan vurdu alabora olduk ben ne yapayım kardeşim…

türünden bir açıklamayı geminin armatörü de yükün sahibi tüccar da dinlemez. Sistemin yapısı gereği dinlemek zorunda da değildir. Dümene geçme iddiasında olan ve bu nitelikleri kendisine yakıştırabilen bir kişinin bu işi sağlıklı bir şekilde yapamayacaksa o gemiye çıkmaması gelişmeleri limanda bol miktarda bulunan konteyner’ların üzerine çıkıp oradan izlemesi hem kendi sağlığı hem de diğerlerinin yararı açısından düşünüldüğünde oldukça sağlıklı olur.

Grafik tasarımcının sahip olduğu en büyük silah kişisel donanımıdır. Bu donanıma haiz olmayan kişilerin sektör içerisinde kendilerine yer bulabilmeleri neredeyse şansa kalmıştır. Gelişen teknolojinin günümüzde geldiği yerin ne olduğu düşünüldüğünde gelişmeye uzak kalmış kişisel donanımını sanatsal, kültürel, sektörel ve yazılımsal olarak geliştiremeyen kişiler bir süre sonra kendilerini sektörün sınırlarının dışında bulmaya mahkumdurlar.

Her yıl sektöre yüzlerce grafik tasarımcının katıldığı düşünüldüğünde gerek okul mezunu gerekse de kurs mezunu bu arkadaşlarla aynı kulvarda zorlu bir koşu içerisine giriyor olmamızın yanında bizim onlara oranla sahip olduğumuz bilgi birikimi, deneyim ve yaşadığımız yılların bize kazandırdığı beceri bütünlüğünü iyi kullanamadığımız zaman arkadan gelen kişilerin sektörde yer edinme hırsıyla hareket etmelerini yadırgamak, küçümsemek ve oların sahip olduklarını azımsamak durumunda kalırız.

Bu sözlerimle sizi küçümsediğimi ya da görüşlerinizi yadırgadığımı düşünmeyin. Ben mevcut durumun tahlilini yapmanın ötesinde bu durumu yorumlamaya çalışarak ortada at nalı gibi duran gerçekleri görmeden yoluna devam etmeye çalışan kişilerin bir süre sonra nasıl bir ruh hali ve durum içerisinde olacaklarını betimlemeye çalışıyorum.

İnternet ortamında yasal veya korsan olarak dolaşan grafik ögelerinin ve programların biz grafik tasarımcıların hizmetinde olması aslında kötü bir durum değildir. Bu materyalleri ve programları satın aldığı bilgisayarında kullanma becerisine sahip grafik tasarımcıların bu beceriyi yeterli derecede kullanmayan diğerlerine oranla daha üstün olması kadar normal bir durum yoktur. Emek harcanarak ortaya çıkartıldığı düşünülen bu materyallerin telif haklarının son dönemde olması gerektiğinden çok abartılması hatta neredeyse;

- Bunu ben ürettim kimse kullanamaz. Parasını da verseniz bu çalışma yine de benim haaaa…

Türünden bir yaklaşım içersinde olunması ilgili durumun olması gerektiğinin çok üzerinde abartıldığını hatta abartmanın sınırlarının galaksi düzeyine çıkartıldığını göstermekten başka bir şey değildir. Son birkaç yıldır bizim haberimizin bile olmadığı ama dünyada telif hakları denen abartık saçmalığın insanları kıskacına aldığı bu durumu İsveç’te kurulmuş bir parti oldukça haklı bir nedenle protesto etmektedir.

Kendilerine “ Korsan Parti “ adını veren bu grubun sözcüleri satın alınan bir ürünün kullanım ve dağıtım hakkının artık o kişinin inisiyatifinde olduğunu ve bir bilgisayardan veya herhangi bir müzik çalardan bir diğerine ya da bir başka kişinin bilgisayarına aktarımına kimsenin karışmaya hakkının olmadığını adına telif hakkı denen bu tekelci saçmalığın artık son bulması gerektiği söylemleriyle % 6 oy alarak Avrupa Birliği Parlamentosuna temsilci gönderme hakkına sahip oldular. Bu parti İsveç’te beklenenin çok üzerinde ilgi ve katılım sağladı.

Bunun dışında uzun bir süredir adına Open Source “ Açık Kaynak “ denen yazılım üreticisi kişiler paylaşımın dünya insanlarının temel hakkı olduğunu ve paylaşıma her ne olursa olsun engel olunmasının gelişmenin önüne set çekilmesi gibi saçma bir durum yaratacağını hiçbir tekelden, kartelden ve tröstten çekinmeden tüm dünya insanlarına haykırabiliyorlar. Hem de uzun bir süredir.

Tüm bunlar yaşanırken bizler Türkiye gibi bir ülkede dünyadaki bu gelişmelerden bir haber hatta onlara karşı duruş göstererek yaşayamayız. Yaşamdaki gelişmenin bir anlamda öncüsü olma durumunda olan bizlerin sanat adına ürettiklerimizin sınırlandırılması, engellenmesi ve hatta önünün bir şekilde kesilmesine yol açacak düşünceleri yaşamın kendisinden ve bulunduğumuz ortamdan söküp atmalıyız. Bu anlamda kişisel olarak İsveç’teki “ Korsan Parti ” ye tam destek veriyorum.

Gelişime ayak uydurabilen ayakta kalır, uyduramayan silinip gider. Yaşam ne yazık ki bu kadar acımasızdır. Gelişimi kendi tekeline almaya çalışanlar ise kendi zavallı tek başınalığı içerisine mahkum olmak zorundadırlar.

Lütfen bunları da dikkate alıp bundan sonraki yaşamamızda önümüze çıkan her şeye şüpheci, karşı duruşçu yaklaşmak yerine ortaya çıkan bu durumun ne olduğunu anlamaya çalışmak ve gelişimi özümseyen bir niteliği kavuşmanın ön hazırlığını kendimizde yaratmak durumunda olmalıyız. Başka türlüsü şu an mümkün değil, bundan sonra da olmayacak.

Saygılar…
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Melih beye ve Sayın Kriptonik'e
Telif Hakları konusunu ABARTMAK ya da HİÇ uygulamamak (İFRAT ve TEFRİT) üzerine;
--------------------------------------


1-Osmanlıcada ifrat ve tefrit diye iki önemli kavram vardır ve bunları gençler bilmezler. Biri çok abartıp aşırıya kaçmak ve işin cıcığını çıkarmak demektir. Diğeri ise hiç yanına yaklaşmamak, yok saymak, hiç yapmamak manasındadır.

Mesela; cep telefonu; Her gün her dakika elinde cep telefonuyla meşgul olan, ona buna mesaj çeken, çeşitli dijital oyunlar oynayan, hayatı cep telefonu olmuş gençler vardır. Bu; ifrattır.

Bir de; "cep telefonuna karşıyım" deyip çeşitli gerekçelerle bu çağdaş nimetten yararlanmak istemeyen kişiler vardır. Bu da tefrittir.

Tıpkı sabah akşam TV seyreden kişilerin TV'yi aşırı abartıp ifrata kaçması, "aptal kutusudur" veya "günahtır" deyip evine TV almayanların da tefrite düşmesi gibi; BİR ŞEYİ ÇOK AŞIRI DOZDA YAPMAK DA, GEREKTİĞİNDEN ÇOK AŞAĞI DOZDA YAPMAK veya HİÇ YAPMAMAK DA hem dinen, hem de ilmen hatadır, sakıncalıdır, hatta tehlikelidir.

Buna Osmanlı kültüründe "ifrata ve tefrite düşme" denilmiştir.
Türk kültüründe "azı karar, çoğu zarar" denir.

2-Telif Hakları konusu da böyledir. Melih beyin söylediği Telif Hakları konusunun ABARTILMASI, resmen bu işin cılkının çıkartılması, telif hakları meselesinde İFRATA GİDİLMESİDİR.

Telif hakkı diye tutturup aslında hakkı olmayan kazanç elde edilmesidir.
Bazı haklarda aşırıya giderseniz, ilk başlarda hak gibi görünen şeyde giderek haksızlık yapmaya başlarsınız.

Mesela; Batı kültürü babanın çocuğuna dayak atmasını yasaklamıştır ve çocuk hakkı konusunu çok ileri noktalara taşımıştır. Bu konu öyle ileri noktalara taşınmıştır ki; babanın çocuğuna bağırması, hiddet göstermesi çocuğa uygulanan şiddet kapsamı içinde bile değerlendirilmeye başlanmıştır.

Yani hiddet eşittir şiddet haline gelmiştir.

Şimdi bazı kelime avcısı uyanıklar çıkıp benim çocuklara şiddet uygulanmasını savunduğumu iddia edecekler ve toplumda çocuklara şiddet uygulanmasını ve kamu düzeni ile aile düzenini bozmaya teşvik etme suçunu işlediğimi iddia ederek hakkımda dava açılmasını isteyeceklerdir.

Her toplumda ifrat ile tefrit arasındaki aşırı uçlarda dolaşan, abartıyı seven, sapkınlar, sapıklar ve hatta manyaklar vardır ve bunlara genel olarak ve kısaca dengesiz kişiler deriz.

İşte bir hakkın aşırı derecede kullanılması hak denilen şeyi haksızlık noktasına getirir ki bu da DENGEYİ bozar.

İşin sırrı DENGEdedir, denge bozulursa toplumun nizamı, intizamı bozulur.

Kişiler cinsel haklarını abarttıklarında terbiye sınırlarını zorlarlar. Fikir haklarını abarttıklarında ise olur olmaz söyledikleri her cümleyi tescil ettirme gayreti içine girerler. Yasal haklarını abarttıklarında herkese mahkeme açmaya kalkarlar.

İFRAT VE TEFRİT; DENGEYİ BOZAR.
DENGE BOZULDUĞUNDA HAK; HAKSIZLIK HALİNE GELİR.

Dengeyi bozanlar; bilerek ve isteyerek haksız kazanç bekleyenler, bilerek veya bilmeyerek yoldan çıkmış sapkınlar ve sapıklardır.

Niçin sapıktır? Çünkü bir hakkı kullanırken aşırıya (ifrata) gitmek diğer kişilerin hakkına tecavüz etmektir.

Bu yüzden cinselliği abartana cinsel sapık deriz ama fikir hakkını aşırı kullanmak isteyene fikir hakkı sapığı demek kimsenin aklına gelmez.

3-İSVEÇTEKİ KORSAN PARİSİ / PIRATE PARTY (Kapatılmış THE PIRATE BAY web sitesi ):

Türkiye gibi Fikir ve Sanat Eseri haklarının ayaklar altına alındığı bir ülkede internetten bedelsiz Düşünce ve Sanat ürünü indirmek elbette BEDAVACILARIN işine gelecektir.

Ama bunun karşısında olanlar FİKİR ve SANAT ESERİ SAHİPLERİ değil; eser sahiplerinin sırtından geçinen organizatör firmalar ve komisyonculardır.

Sanatçıların fikir hakkı, komisyoncu ve aracıların TİCARİ HAKKI haline dönüşmüş ve bütün KAVGA BUNUN ÜZERİNE KURULMUŞTUR. Buradan sanatçıya ne kadar hak düşmektedir, ona bakılmalıdır!

Aslında internet; uluslararası bilgi ve iletişim ağı olmakla birlikte ULUSLARARASI PAYLAŞIM AĞI'dır ve bu YÖNÜYLE ARTIK ANONİMDİR. Yani herkesin faydalanmasına ve paylaşmasına açık hale gelmiştir.

Tıpkı dillerde dolaşan halk türküleri ve masallar gibi anonim hale gelen unsurları bulunmaktadır.

Zaten bu Korsan Hareketine Korsan adını da destekleyenler değil, internetteki bu paylaşıma karşı çıkan TEKELLER,TRÖSTLER ve BÜYÜK ŞİRKETLER vermiş ve Korsan adını layık görmüştür. Kurucular belki de bu ismi özellikle kabul etmişlerdir.

Korsan hareketini destekleyenlerin avukatı da TIPKI MELİH BEYİN söylediklerine benzer şeyler söyleyerek GERÇEK TELİF HAKKI SAHİPLERİNİN eserleri yaratanlar olduğunu, ama müzik firmalarının, CD ve Plak firmalarının, müzisyenlerin sırtından geçinenlerin MÜZİSYENLERLE HALK ARASINDA ENGEL OLUŞTURUP TELİF HAKKI BAHANESİYLE ARADAN HAK ELDE ETMEYE ÇALIŞTIKLARINI ve BU KAVGANIN aslında BEDAVACILARIN SÖMÜRMESİNE KARŞI BİR KAVGA OLMADIĞINI, TELİF HAKKI KONUSUNUN ABARTILARAK GERÇEK SANAT ÜRETİCİSİ SANATÇILAR ile SANAT TÜKETİCİSİ HALKIN ARASINA GİRENLERİN yani ULUSLARARASI SERMAYENİN halkın özgür paylaşım hakkına Tecavüzü olduğunu savunmaktadır.

Korsan Partisi'nin avukatı; aslında bu aracı grup aradan çekilirse asıl o zaman haksız kazancın son bulacağını, asıl o zaman sanat üreticisi sanatçının eserinin sanat tüketicisi ile aracısız olarak buluşabileceğini ve asıl o zaman üreticiden tüketiciye aracısız satış ortamının oluşacağını ve internetin böyle bir demokratik faaliyete imkan sağladığını, aracıların asıl amacının internetteki tüm bilgilenmeyi de ellerinde tutmak olduğunu ileri sürmektedir.

Bu avukat; gelişen internet teknolojisinin bilgi paylaşımını anonim haline getirdiğini, bu yüzden kazançları düşen ve eski yöntemlerle Cd ve plak üretmeye alışmış olan müzik aracı şirketlerinin aslında telif hakkı yasasını bahane ederek eskiden olduğu gibi kolay ve tatlı kazançlar peşinde koştuğunu, bunun gerici ve baskıcı bir yöntem olduğunu, gelişmeyi ve bilgi pasylaşımını engellediğini ileri sürmekte, aracı firmalara ise bu yola değil, kendilerini yenileme yoluna başvurmalarını veya gelişen internet teknolojisine uygun çözümler üretme yoluna gitmelerini önermektedir.

Arkadaşlar;
İsveç gibi demokrasisi Türkiyenin çok çok üzerinde olan coğrafyalarda halkın bilinç ve kültür düzeyi de Türkiye'dekinden çok daha farklıdır.

Bu Korsan Partisi olayı bunun çok belirgin bir örneğidir.

Türkiye bir korsan hareketin, kendi adına resmen KORSAN diyebilmesi mümkün değildir.

Böyle bir hareketin Türkiyede yasaklanmadan faaliyet göstermesi mümkün müdür?


----------------------

Türkiye'de "korsan program kullanımına karşı çıkalım, fikir ve sanat eseri haklarına sahip çıkalım" diyenlerin hiç biri; bir grafikerin ürettiği bir broşür dizaynının bir başka grafiker tarafından bill-board haline çevrilip kullanılmasına ses çıkarmamaktadır !

Neden?

Çünkü sadece programcıların ve onların uluslararası patronlarının veya onların buradaki temsilcilerinin işlerine geldiği şekildeki TELİF HAKKI kavramına inanmaktadırlar.

İşte bu yüzden ÇOK PROGRAM BİLEN GRAFİKER ÇOK KAZANIR, AZ BİLEN AZ KAZANIR, HAYDİ KURS ALIN; HAYDİ BENDEN KURS ALIN, PROGRAM BİLEN TASARIM DA BİLİR diye GRAFİKERLİĞİN DEĞİL, MAC OPERATÖRLÜĞÜNÜN REKLAMINI YAPMAKTADIRLAR.

İfrat ve Tefritçiler, yani SAPKIN ve SAPIKLAR şimdi beni; program öğrenmeye karşı, teknolojik gelişmelere direnç gösteren gerici ve yobaz olarak göstereceklerdir. Hatta Korsan Yayınları desteklediğimi iddia edeceklerdir.

Çünkü onlar zaten sapmıştır, işleri güçleri dengeyi bozmaktır, hak yolundan şer yoluna sapmayı ve saptırmayı görev olarak kabul etmişlerdir.

Bunlara batı dilinde provokatör, Türk dilinde kışkırtıcı, dinsel literatürde nifak sokucu, fitneci derler.

Beğensen, takdir etsen, teşekkür etsen yağcılık yapıyor derler... Beğenmesen, eleştirsen hakaret ediyor derler.

Onlar iki ucu pis değneğin hep pis uçlarından tutmayı tercih ederler, temiz olan orta tarafından tutup dengeyi sağlamayı hiç istemezler.

Şimdi onlar; bu yazımı okuduklarında yine pis dilleriyle bana diyecekler ki;
"Sen eskiden grafikerlerin telif haklarını savunmak için grafikerler birliği kurmak istediğin halde şimdi nasıl oluyor da grafikerlerin telif haklarına karşı çıkıyorsun?"

Oysa gördüğünüz gibi ben yine fikir ve sanat hakkını savunuyorum ama bu hakkın gereksiz yere abartılıp hak etmeyenler tarafından haklarıymış gibi savunulmasına karşı çıkıyorum.

SON SÖZ;

Gerçek sanat/bilim/kültür üreticileri ile sanat/bilim/kültür tüketicileri arasında irili ufaklı sanat tüccarları yer aldığı müddetçe...

Telif hakkı kanunlarını sanatçılar veya telif eser sahipleri yazmadığı veya yazdırmadığı sürece...

Grafikerler sadece telif hakları değil her türlü haklarına sahip çıkmadığı sürece...

İnsanlar; kim eziyor kim eziliyor? Kim sömürüyor, kim sömürülüyor? sorusuna sağlıklı cevap bulamadığı sürece bu işler düzelmez, Türkiye İsveç seviyesine gelmez.

Melih beye değerli yazısı, kısa ve anlaşılır cümleleri için teşekkür ediyorum.

Kriptonik kardeşimize meseleye bir de bu yönden bakmasını rica ve teklif ediyorum.
 
Yukarı Alt