Yanınıza oturan müşteriden emir almaktan memnun musunuz?

Durum
Konu kapatılmıştır.

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Yapacağınız işi patron mu tarif etmeli, yoksa müşteri mi?

Müşteri temsilcisi denilen kişinin size iş tarif etmesini istiyor musunuz?

Yoksa işi direkt olarak müşterinin size tarif etmesini mi istersiniz?

Müşteri size işi direkt olarak tarif edince siz kendi kendinize tasarım mı yapacağım, müşteri temsilciliği mi yapacağım diye sorup, bu durumdan rahatsız oluyor musunuz?

Müşterinin işi tarif etmesiyle birlikte size tasarımı da tarif etmesi halinde, şurayı bu renk, şu puntoyu böyle yap derse, bundan rahatsız oluyor musunuz?

Grafiker müşteriyle muhatap olmalı mı, olmamalı mı?
 

İsmail Ev

Altın Üye
Altın Üye
Kayıt
29 Temmuz 2008
Mesaj
84
Tepki
1
Yapacağınız işi patron mu tarif etmeli, yoksa müşteri mi?
Müşterinin kafasında birşeyler varsa bunu doğrudan müşteriden dinlemeli. Yok müşteri ne yapacağını bilmiyorsa da bunu anlamak için doğrudan müşteri ile muhatap olunmalı.

Müşteri temsilcisi denilen kişinin size iş tarif etmesini istiyor musunuz?
Yoksa işi direkt olarak müşterinin size tarif etmesini mi istersiniz?


Müşteri temsilcisi, tasarım için gerekli bilgileri ve doneleri eksiksiz olarak müşteriden alabilecek kapasitede ise "Evet" Değilse, müşteri ile doğrudan görüşmek en doğrusu.

Müşteri size işi direkt olarak tarif edince siz kendi kendinize tasarım mı yapacağım, müşteri temsilciliği mi yapacağım diye sorup, bu durumdan rahatsız oluyor musunuz?

Hayır. Bilakis müşterinin ne istediğini daha iyi anlayıp; gerektiğinde müşteriyi bilgilendirerek varsa olumsuzlukları da söyleyerek daha rahat yönlendirebiliyorum.

Müşterinin işi tarif etmesiyle birlikte size tasarımı da tarif etmesi halinde, şurayı bu renk, şu puntoyu böyle yap derse, bundan rahatsız oluyor musunuz?

Hayır. Eğer müşteri ne istediğini biliyor ve hayalindeki işi tarif edebiliyorsa rahatsız olmam. Hatta işimi kolaylaştırdığı için memnun olurum. Yok eğer bilinçsizce ve pervasızca patronluk taslayacaksa zaten kendini hemen belli eder. O zaman olumsuzlukları ortaya korar, alternatifimi sunar, son kararı yine kendisine bırakır ve sorumluluğun kendisine ait olduğunu vurgulayarak tek seferlik isteklerini uygularım.

Grafiker müşteriyle muhatap olmalı mı, olmamalı mı?

Müşterinin dilinden anlayan bir temsilci varsa olmamalı Yoksa olmalı.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
İsmail bey,
Cevabınıza teşekkür ederim.
Maaşlı çalışan grafiker günde kaç saat çalışmalı konusundaki sorularıma da cavap verirseniz gençkardeşlerimiz için yararlı olur kanaatindeyim.
Selam ile.
(GDD konusuna da görüşlerinizi bekliyorum)
 
Kayıt
3 Ağustos 2009
Mesaj
604
Tepki
74
Sayın Faruk Çağla, sorularınız aslında yanıt gibi duruyor. Hani gazetecilikte "çanak soru" diye bir kavram vardır ya, onun gibi. Gazetecilik eğitimi aldığım için bu şekilde konuyu kanalize ediyorum.
Öncelikle, grafikerin kurumsal duruşu, müşteri karşısındaki duruşunu da belirler. Yani grafikerin çalıştığı kurumu katagorize etmek gerekir. Küçük Ajans, Büyük ajans, matbaa, vs. gibi. Her kurumun yapılanması, ilişkileri de beraberinde getirir. Bunu tek tek açıklamak biraz zaman alabilir. Daha fazla detay istenirse kurum organigramlarına kadar anlatabilirim. Amacım burada işletme dersi vermek, ukalalık yapmak değil.
Fakat basitçe, hatta sadece küçük ajans dediğimiz (ki bunlar ajans değildirler, grafik atölyesi demek gerekir,bu jargon onları küçültmez) kurumlarda çoğu zaman müşteri temsilcisi olmadığı için ya patron, ya da müşteri doğal olarak işe "maydanoz" olur. Bana kalırsa, işin selameti ve doğabilecek hataları minimize etmek açısından bu, bir nimet olarak düşünülmelidir. Temelde bu iş; belki biraz rahatsız edecek olarak algılanabilir, ama bana göre bir sanat değil, zanaattır. Nihayetinde, müşterinin istediği bir şeyi cilalayıp satmaktır. Ne zamandan beri sanat sipariş üstüne olmaktadır? Aslında çok derin bir mevzuya giriyoruz. Neyse bir atış yaptık, eğer tepki çekerse konuya açıklık getiririm. Hem de bakalım gençler bu konuda ne düşünüyor?
Ayrıca bu siteye daha yeni üye oldum. Durduk yere kendimizi dışarda bulmayalım.
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Tuncer Bey;
Önce hoşgeldiniz... Herkes için hayırlı olsun. Sitemiz üyeleri için verimli olsun. Değerli katkılarınızı bekleriz.

Durduk yerde kimse kimseyi kovalamaz. Bu site yöneticilerle bile kavga edenleri kovmadı, buna şahidim.

Ama başka sitelerde bu yaptığın tasarım değil, tasarımı katletmişsin diyenleri bile atıyorlar. Benim oğlum ve ben o yüzden atıldık. Ama eline sağlık, güzel olmuş mesajları tonla.

Evet, bu siteden siteyi aşağılayanlar, yöneticileri ve üyeleri tehdit edenler, haşin ve sert üslup kullananlar, küfür ve hakaret edenler, sürekli konuyla ilgisiz sürtüşmelere girenler yani kısaca genel ahlak eğilimlerine ve edebe, görgü kurallarına uymayanlar ve elbette forum kurallarında yazılan maddelere uymayanlar atılıyor.

Şimdi gelelim çanak sorulara;
Gazatecilikte çanak sorular genellikle danışıklı döğüşüklü olur diye bilirdim. Mesela Levent Kırca'nın Oya Başar'a laf sokması gerekiyorsa, soruyu soran kişi de L:Kırca'nın adamıysa; eşiniz Oya hanım sizden ayrıldıktan sonra ne yapıyor, pek ortalıkta gözükmüyor diye yani senden ayrıldıktan sonra işsiz kalmışa benziyor pişman oldu mu tarzında sorabiliyor. Levent Kırca da evet bir iki oyunda oynadı ama, Olacak O kadar'da yokluğunu hissetmiyoruz derse, yani benden ayrıldı, şöhretini kaybetti demeye getirse, gol atılmış oluyor. Yani pas verildi, şut kolay ve gol.

Benim sorularım tam da çanak değil. Soruyu sorduğum kişiye iltimas geçmiyorum. Sadece sorarken yanlış cevap vermesin konuyu dallayıp budaklamasın, konu içinde kalsın diye heef kitlem neyse ona uygun sormaya çalışıyorum. Tabii bu da başka kültür gruplarınca yadırganabilir. Ama ben hedef kitleme uygun sorduğumu ve çanak soru denmeyeceğini düşünüyorum. Çün kü ben çanak tutmuyorum ve CEVAP VEREN KİŞİNİN CEVAP VERİRKEN FARKINA VARMASINI AMAÇLIYORUM. BUna çanak soru dendiğini bilmiyordum.

Sorularıma İsmail Ev beyin verdiği cevapları çok tatmin edici buluyorum. O düzeyde cevapları herkesten umduğumu ama umduğumu bulamayacağımı düşünüyorum.

Grafik sanatının veya mesleğinin TRADE-ART (Ticari Sanat) olduğunu , hatta bir yönüyle de ZENAAT olduğunu bilenler bilir.

Fakat bu her durumda müşterinin yap dediğinin yapılacağı anlamına gelirse bu mesleğin şerefini ve itibarını iki paralık ederiz. Her insanın bir fiyatı vardır ama, insanın çok büyük para karşılığı da olsa yapmayacağı şeyler vardır, buna da NAMUS denir. Her ne kadar bu deyimi bu gün çoğumuz unutsak da, TİCARETİN BİLE BİR NAMUSU VARDIR. O halde GRAFİKERLİĞİN de NAMUSU vardır, diyelim. Bu konu da uzar gider.

Bu Grafikerliğin (ve Reklamcılığın) namusu konusunda lütfen, "bir yaşlı grafikerden anılar" adlı konuya bakınız.

Sanat ve Sipariş konusu; Rönesans'ta Papa'nın Klise tavanındaki resimler hakkındaki isteklerine Mikel Anj'ın ne kadar karşı koyup ne kadar taviz vermesiyle ilgili bir konudur. Her siparişte emir verenle emiri uygulayan arasında askeri bir ast üst ilişkisi olmaz. Aynı müşteri başka grafikere kabul ettirdiği isteklerini bana kabul ettiremez. Ama benim tasarımım daha başarılı olursa müşterinin tezi çürümüş demektir. İhtiyaçlarının ne olduğunu bilen müşteri, reklamın nasıl olmasını bilir diye bir kural yoktur.

Bu ilişki sizin de dediğiniz gibi DURUŞ meselesidir. Mesleğine saygısı olan grafikere müşteri de saygılı olur.

Grafikerin duruşunu da patronu yani sahibi belirler. Her at sahibine göre kişner.

Ama bazen haklı olan güçlü olmayabilir ve denge bozulur. Ama genellikle iyi tasarım iyi müşteriye yapılır.

Dediğim konuyu okuyuunuz, orada grafiker (reklam ajansı) müşterinin emir eri olmalı mıdır diye konular bile vardır.

30.000 zenatçi grafikerin içinde grafik sanatı bir sanat değil de zenaattir deseniz bile ben hala o kadar irtifa kaybetmemek geektiğine inanıyorum. Çünkü Dünyada graphic-art diye geçiyor. Zenaat anlamında artizan denmiyor. Bence bu mesleği ucuzlatmak isteyenler zenaat haline çevirmekte özel bir çaba sarfediyorlar.

Grafikerin yanına oturan her müşterinin işin selameti için hayırlı olduğu fikrinizi müşterisine göre hayırlı olur, müşterisine göre zararlı olur diye düzeltmeme izin veriniz.

Müşteri isteklerini cilalayıp yine müşteriye sunan kişi Mac. Operatörüdür, grafik tasarımcı değildir. Bunlar genellikle karıştırılıyor. Bu konu da derindir. Zaten sorularım, kimin ne olduğunun belirlenmesi için de sorulmuştur. Cevap verecek kişi, cevaplarken hem ne yapması gerektiğini, hem ne olduğunu düşünecektir.

Atışa devam. Desteksiz olursa da olur. Yeter ki atış olsun. Millet atış yapmıyor, cephanesi yok. Sizde hiç olmazsa cephane var. Devam.

Tekrar hoşgeldiniz diyorum.
 

occw

Üye
Kayıt
6 Şubat 2008
Mesaj
78
Tepki
0
"Yapacağınız işi patron mu tarif etmeli, yoksa müşteri mi?"

Bence ikiside etmemeli. Nedeninide izin veririseniz alt sorularda açıklayacağım.

"Müşteri temsilcisi denilen kişinin size iş tarif etmesini istiyor musunuz?
Yoksa işi direkt olarak müşterinin size tarif etmesini mi istersiniz?"


Bence müşteri temsilcisinin işi müşteriyle irtibat kurluması, gerekli doneleri müşteriden ajansa taşıması ve eğer varsa müşterinin isteklerini iletmesinden (yani iş tarifi yapması dışındakiler) başka bişey olmamalıdır.Tasarım kısmı kesinlikle bu konuda eğitim almış sanat yönetmenleri tarafından yapılmalıdır.

"Müşteri size işi direkt olarak tarif edince siz kendi kendinize tasarım mı yapacağım, müşteri temsilciliği mi yapacağım diye sorup, bu durumdan rahatsız oluyor musunuz?"

Tasarım yapmayacağım için sevinirim. Zaten müşterinin size direk olarka iş tarif ettiği bi yerde çalışıyosanız kendi tasarımlarınızı yaptığınızı söyliyemezsiniz. Bence müşteri temsilcisi de iş tarif edicisi olmamalıdır.

"Müşterinin işi tarif etmesiyle birlikte size tasarımı da tarif etmesi halinde, şurayı bu renk, şu puntoyu böyle yap derse, bundan rahatsız oluyor musunuz?
"

Aslına bakarsanız yukarıdada söylediğim gibi rahatsız olmam. Çünkü müşteri bana direk olarak işi ve nasıl tasarım yapmamı neresini ne renk yapmamı söyliyebiliyorsa o işyerinden zaten tasarım çıkmaz. Sadece müşterinin istekerli doğrultusunda baskı çıkar.

"Grafiker müşteriyle muhatap olmalı mı, olmamalı mı?"

Kesinlikle olmamalıdır.

Bence işi asıl tarif edecek kişinin ve tasarımı yapacak olanın sanat yönetmeni olması gerekir. Yani tasarımı yapacak olanla uygulayacak olanın aynı kişi olmaması lazım bana göre. Bilgisayar operatörüne iş tasarımı bitmiş neyin nerde ne renk olarak kullanılacağı belirlenmiş halde gelmesi lazım. Tabi bunu heryerde uygulayabilirmisiniz bence hayır.
"İstekler olanaklarla kısıtlıdır" der ... ismi şimdi aklıma gelmiyor :) Sorularınız aslında olması gereken le mevcut olan şartların kıyaslanması gibi bir şey. Her işyeri aynı şartlarda çalışamayacağı bir gerçek. Bir işi, müşteri veya müşteri temsilcisi tarif etmemeli derken bu ancak orta veya büyük ölçekli bir ajansta kurulucak hiyerarşide uygulanabilir gibi geliyor bana. Küçük bi atölyede veya matbaa dükkanında bu dediklerimizin uygulanması eskilerin tabiriyle sanki muhal. Hatta böyle iş yerlerinde işin selameti için direk olarak müşteriyle temas kurulması daha mantıklı.
Keşke herkes kendi işini yapsa yada herkesin yaptığı iş belli olsada kimse tasarıma karışmasa.
Valla bu hamur çok su götürür.Umarım sorularınızı kendi görüşlerim doğrultusunda cevaplayabilmişimdir.
 
U

User1

Misafir
@farukcagla

Sabah sabah yine laf sokmaya devam...

Bu sitede faruk çağla, KONUYLA İLGİSİZ olarak, Levent Elpen ve Naci Yavuz'a karşı YÜZLERCE hakaret nitelendirmesi kullanabilir ve bizi HAİN, ENGELLEYİCİ ilan edebilir ama bunları tek tek bu adamın her mesajındaki kısımları alıntılayarak teşhir edince, bu, KONU DIŞI YAZMAK olur. Açıkça hakaret yazan (Hakaret, sadece açıkça küfür yazmak değil, çoğu zaman AŞAĞILAYICI VE HEDEF GÖSTERİCİ şekilde yazmakla da olur) bu adam,yazdıkları teşhir edilince, teşhir edeni SANKİ SİTE SAHİBİ imiş gibi, siteden "Hadi yallah" diyerek KOVAR (Belgesi var) ve site sahipleri de "yanlarına oturan müşteri gibi" emir veren bu adamın dediklerini aynen ve harfiyen yerine getirir, bir de üstüne, teşhir edene hakaret eder, "Seden rahatsız oluyoruz" filan derler.

Bu adaın hakaretlerine karşı, hakaret etmeden YASAL UYARI ve cevap hakkımızı kullanınca, "haşin ve sert üslup kullandı" oluruz. Bunu çarpıtıp, "küfür ve hakaret etti" de derler, şekilde görüldüğü gibi... Bir de üstüne, genel ahlak eğilimlerine, edebe, görgü kurallarıa uymadığımızı ima ederler.

Bu sitede, "Grafikerlerin haklarını savunacak avukat, faruk çağla'nın mı, yoksa grafikerlerin mi avukatıdır" diye sormak yasaktır. Hemen ortalığı karıştırmak için gerekli argümanlar derlenip toparlanır, bir zamanlar feda edilmeye hazır ve nazır olan sözde dostlar çağırılarak, mahkemede kaşımın gözümün oynadığı, hakimin nasıl da çocuk azarlar gibi azarladığı gibi "konuyla ilgisiz, konuyu saptırıcı" mesajlar yazılıverir ve avukat da böyle çorba haline getirilmiş bir konuya cevap bile vermez.

Kendisi bile itiraf ediyor: "Tasarımı katletmişsin" diye yazmış, oğluyla... Bu mudur, grafik tasarımcılara yakışan edep, ahlak ve görgü? Hangi tasarımcıya, hangi amatöre, "Sen katletmişsin" denilir ki? Bu, sert ve haşin üslup değil midir? Kaldı ki, o siteden, bir bayan üyeye karşı uygunsuz bir dille başka şeyler de yazılmıştır.

Evet, bu ÇANAK SORU tespitiniz çok doğru. Hakikaten, cevabı zaten BELLİ soru, soru değildir. Bunu gazetecilik yapmamış olan faruk çağla, bilmez. Gazetecilik yapanlara, gazetede grafik işleri ile uğraşanlara, sayfa mizanpajı yapanlara karşı özel bir karşıtlığı vardır.

Çanak soru değil, buna ÇANAK ANTEN SORU demek daha doğrudur. Anteniniz, hep belirli bir yönü gösterir. Alıcınızın ayarları ile oynamayınız.

Bu mesajı yazan kişi, beş dakika sonra kendi kendini imha edecektir ama bu şekilde şahsıma, burada laf sokulmaya devam edilecek midir?
 

farukcagla

Grafik Öğretim Görevlisi
Kayıt
24 Şubat 2008
Mesaj
642
Tepki
23
Ey ayrımcılığa karşı olup ayrım yapan adam,

Ömer YILDIZ'ın yöneticilik yaptığı bu site senin ağlama duvarın değildir.
Akdağ Saydut'un sitesi senin mahkeme salonun değildir.

Senin borun senin sitende öter.

Eleştiriyi hakaret, hicivi aşağılama, uyarıyı tehdit haline soktun.
Kimseyi seninle tartışamaz hale getirdin.
İlerici ve demokrat gözüküp SS subayları ve Gestapo şefi tavırları sergiliyorsun.

Elinde mercekle kelime arayıp herkesi dava açmakla tehdit ediyorsun. Buna da yasal hakkımı kullanıyorum diyorsun.

Her yaptığın harekete bir kılıf buluyorsun. Hakaretten tutturamazsan aşağılama, aşağılamadan tutturamazsan, hedef göstermek gibi binbir sebep yaratarak karşındakini korkutmaya çalışıyorsun.

Düşmanını takdir ve tebrik edecek büyüklük duygusundan yoksunsun, ama kendini herkesten büyük görüyorsun.

Şimdi bu eleştirileri de şereflimle oynandı diye mahkemeye verebilirsin.
Sen karşındakinin her şeyiyle oynuyorsun, sana laf söylendi mi şerefimle oynadılar diyorsun.

O kadar arkadan vurmaya alışmışsın ki kovulduğum siteyle ilgili bayan üyeden filan bahsedip mide bulandırıyorsun.

Evimde çalışan Rus bayanlarla ilgili, oğlumla ilgili, aile hayatımla ilgili konulara fırsat bulduğun her yerde temas ediyorsun. Ayağımın sakatlığı ile ilgili ve bastonumla ilgili konuşuyorsun. Ne zaman baston kullanıp ne zaman kullanmadığımı bile yazıyorsun. Nerdeyse nasıl yatıp kalktığımı bile yazacaksın. Ve bunlardan hiç sıkılmıyorsun, bunlar sana normal geliyor. Ama karşındakine hemen özel hayatın dokunulmazlığından, kişisel hürriyetlerden vs bahsediyorsun.

Düşmanımın düşmanı benim dostumdur, amaca giden yol her yol mubahtır diyorsun ve çanak soru konusuna sazan gibi dalıp saçmalıyorsun. Normal fikir münazaralarından uzlaşmaz fikir münakaşaları çıkarmaya bayılıyorsun.

Benim gazeteci olmadığımı söylüyorsun, şimdi Güneş gazetesinden aldığım basın kartını buraya yükleyince halinin ne olacağını çok merak ediyorum.

Bitirdiğim okulun adını her zaman yanlış söylüyorsun. Toplumu hakkımda yanlış bilgilendiriyorsun. Haksız ve gerçek dışı propaganda yapıyorsun. Hem ahlak hem yasal sınırları zorluyorsun.

Çırpındıkça batıyorsun. Benim karikatürcü belgeme laf ettin, TSE sertifikan var mı diye sordun, TSE belgemi gönderince patlıcanların moru bile yüzünün rengi yanında sönük kaldı ama yazarken web cam kullanmadığın için millet bunu göremedi. Senden gelen mektuplarda bu morluk niyedir diyorlardır.

Karikatürcüyüm diyorsun, eleştiriye ve hicive tahammül edemiyorsun. Yergiyi hakaret diye yutturtmaya çalışıyorsun. Ama kendine yapılanı iti an, çomağı al durumuna benzetiyorsun. Kendini ite benzetmekten gocunmuyorsun. Sonra da bana it dediler diye dava açıyorsun. Engizisyon yargıçları gibi öküzün altında buzağı arıyor, açtığın mahkemeler sonuçlanmadan hasımlarını mahkum ediyor, suçlu ilan ediyorsun. Sonra da karşındakine mahkemeyi etkiliyor diyorsun. Hasımlarına aşağılayıcı lakaplar, sıfatlar takıyorsun, bana Papaz Lermit diyorsun.

Grafik tasarımcıyım diyorsun ortaya tasarım namına bir şey koyamıyorsun. Fikir ve Sanat eseri sahibiyim diyorsun, ortaya eser diye TÜZÜK koymaya kalkıyorsun. Hukukçu iddiaların var, cübben yok. Tasarımcı iddian var tasarımın yok. Sanatçı iddiaların var, yaptığın sanat eseri dediğin film bile mahkemelik.

Hukuk diploman yok; hukukla ilgili, Sanat diploman yok; sanatla ilgili fetvalar veriyorsun.

Kendini dokunulmaz zannediyorsun. Eleştirildiğin zaman dokunulmazlığın zedeleniyor, herkesi karşında elpençe divan durdurmak istiyorsun. Soyadın ELPEN diye milletin elpençe divan deyimini kullanmasını yasaklıyorsun.Suç duyurusunda bulunuyorsun. Tıpkı Abdülhamid’in BURUN kelimesini yasaklaması gibi. Ama Soyadımı çağla bademi diyerek kullanıyorsun, biz sataşma var demiyoruz, espriye hürmet ediyoruz.

Özür dilerim kelimesini kullanmayı hiç sevmiyorsun. Çok bildiğini sanıyorsun ama çok yanılıyorsun. Bunu da ne yazık ki göremiyorsun.

Doğrularla yanlışları harman edip, hepsini doğru imiş gibi gösteriyorsun ve buna "gri propaganda" diyorum, bu sözü bile hakaret diye yutturmaya çalışıyorsun. Ama beni ergenokonvari olmakla suçluyorsun. Beni suç örgütü gibi hedef gösteriyorsun.

Kısaca, su içerken bir yudum damlatsam su içmesini bile beceremiyor diye beni reklam ediyorsun, ama sen içerken suyu üzerine döküyorsun nedir bu ıslaklık bile demiyorsun, çünkü kendi hatanı hiç görmüyorsun.

Şimdi; elinden Sanat ve Fikir meslek birliği OYUNCAĞIN ALINDI... Şimdi TÜM GRAFİKERLERE KUCAK AÇACAK DAYANIŞMA HAREKETİNE SIZMAK İSTİYORSUN.

ESKİDEN TÜZÜĞÜMÜ ÇALDILAR diye BAHANE BULARAK KAMUOYU YARATIYORDUN, şimdi BU DAYANIŞMA HAREKETİNDE kendinin olduğunu iddia edebileceğin HİÇ BİR ŞEYİN YOK. BU kez AYRIMCILIĞA KARŞI ifadelerinle beni ve dostlarımı AYRIMCI gibi göstermeye çalışıp, bu harekete SIZMAYA çalışma.

Neye çalış, biliyor musun?

Kendi FİKİR ve SANAT EMEKÇİLERİ BİRLİĞİNİ kendi sitende kurmaya çalış. Ama önce hasımlarının dediği gibi TURŞU kurmaya çalış. Arkandan gelen olursa BİRLİĞİ de kurarsın.

Bir daha da beni muhatap alma, delil topladığını söyleyip duruyorsun. Sana da bu yakışır. Buralarda yazacağına buralardan topladığın delillerle git mahkemelere şikayet dilekçesi yaz... Git savcıları muhatap al. Onlara da Faruk Çağla'nın müstehcen karikatürünü buldum. AAA ne ayıp çizmiş, hem de taklit çizmiş de... Akdağ Saydut'un sitesini, Ömer Yıldız'ın sitesini mahkeme salonu zannetme... Bizimle muhatap olma... Derdini bizimle çözemezsin... Sen git mahkemeleri muhatap al... Zırt pırt dava dilekçesi vermeye, hakimlerle tartışmaya alışmışsın sen. Sen sisteme karşı meslek mücadelesi değil, çevrendeki insanlara karşı hukuk mücadelesi ver, bu yönünle tarihe geçeceksin.

Avukat İnan Yılmaz'ın cübbesine dil uzatıyorsun ama, olmayan cübbenle Hukukların efendisi gibi kendi sitende hem savcı, hem avukat hem de yargıç oluyorsun zaten. Oyuna devam et. Hayal kurmaya ve birlik kurmaya, devam et.

Haydi kendi sitene, kendi tüzüğüne, kendi birliğine, kendi hayal dünyana... ! haydi marş marş... !


Burada “grafiker sorunlarını” tartışacağız, senin “ sorunlarını “ değil.

(Not; Moderatöre rica; BU şahsın bu mektubunu ve cevabımı lütfen silmeyin. İbret vesikası olarak dursun. Belki bir gün utanır. Verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle tüm okurlardan özür dilerim. Saygılarımla. )
----------------------
Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır (Roosevelt)"
------------------------------------
"Ve asla disipline edilemeyen bir baş belâsı ile karşı karşıya olduğunu anla..."
(Bu lafı Faruk Çağla'ya kim demiş olabilir?)
 
Kayıt
4 Ağustos 2009
Mesaj
7
Tepki
0
Cevap vermeye, okumaya, yazmaya, ciddiye almaya bile değmez.

Bu sitede hizaya geldin artık bundan sonra ne yazarsan yaz, kendi zararına...

Derneğin hakkında istediğin gibi yazabilirsin, sana bir şey diyen yok. Derneğinle ilgili yazışırken, HİÇ BİR ŞEKİLDE BENİ VE NACİ YAVUZ'U İMA DAHİ EDECEK BİR KELİME BİLE YAZ-MA-YA-CAK-SINNNNNNNNN!

Nokta.

Bunun dışında ne yazarsan yaz, umurumda bile değil.

Çok kıymetli derneğinden VEBALI imişim gibi kaçıyorum zaten, merak etme. Derneğinin merkezini ilan et, on kilometre yakınından geçersem namerdim.

Bu cevabındaki hakaret kelimelerini de dilekçeye ekleyeceğim ama her Allah'ın günü Savcılığa gidecek halim yok.

Ben sadece BİR KİŞİYİM. Bir bireyim. Sen ise sözümona bu sitenin otuzbin üyesini (Ne otuz bin ama, bu adama sadece üç-beş kişi cevap yazıyor) BANA KARŞI BASKI ARACI gibi kullanmak istiyorsun. O yüzden burayı terk etmeye niyetin yok. Dükkan iyi yerde açılmış (!)

Hitler de kendi kendine iktidara gelmedi. Onu, Almanya'nın en sevilen, en kahraman kişisi zanneden Alman halkı, büyük oy çoğunluğu ile iktidara getirdi. Şimdi kalkmış, bana Gestapo'dan, SS'lerden bahsediyorsun. Yasal haklarını kullanan bireyler, senin için faşist oluyor, sen onlara baskı yapınca, yalan yanlış sağda solda yazınca, demokrasi kahramanı oluyorsun, öyle mi?

Bu adama cevap verdikçe, kendini kahraman zannetmeye devam edecek. Geçen yıl da ben buna gra-list'de cevap yazdıkça, üye sayısı artıyordu. Aynı tas, aynı hamam.


NOT1: Düşmanımın düşmanı dostumdur, taktiği senin: ankara keçisi, nam-ı diğer yücel ünlü ile bir olup bana "senaryo aşıran" suçlaması yapıyorsun ama gtalk yazışmalarını görünce, mosmor oluyorsun. İspat edebileceğin hiç bir şey yok, çünkü üç yıldır düşmanının düşmanı olan dostun, bunun bir kelimesini bile ispat edemedi. Sadece küfredip duruyor (papaurban gibi) ve bu küfürlerinden dolayı yargılanıyor.

NOT2: Hiciv veya yerginin ne olduğunu bana mı yuttaracaksın? Yaptığın şeylerin yergi sınırlarının çok ötesine geçtiğini biliyorsun. Kanun kapısı önüne düşürülmüş, adeta DGM'de yargılanan masum karikatürcü numarası yapma. Karikatür ve hiciv, senin için amaca varmak için mübah bir araç sadece.

NOT3: Genellikle gerçekten gazetecilik yapanlara bu basın kartını vermezler zaten. Gazetenin çaycısının bile basın kartı vardır ama gazetecinin yoktur. Ayrıca başvurmadım ki, alayım. Muhtemelen sendeki de gerçek sarı basın kartı değil, gazetede çalıştığını gösteren kartttır. Bende bunlardan epey var istersen sana da bir kamyon göndereyim.
 
G

geri dönüşüm kutusu2

Misafir
Cevap vermeye, okumaya, yazmaya, ciddiye almaya bile değmez.

Bu sitede hizaya geldin artık bundan sonra ne yazarsan yaz, kendi zararına...

Derneğin hakkında istediğin gibi yazabilirsin, sana bir şey diyen yok. Derneğinle ilgili yazışırken, HİÇ BİR ŞEKİLDE BENİ VE NACİ YAVUZ'U İMA DAHİ EDECEK BİR KELİME BİLE YAZ-MA-YA-CAK-SINNNNNNNNN!

Nokta.

Bunun dışında ne yazarsan yaz, umurumda bile değil.

Çok kıymetli derneğinden VEBALI imişim gibi kaçıyorum zaten, merak etme. Derneğinin merkezini ilan et, on kilometre yakınından geçersem namerdim.

Bu cevabındaki hakaret kelimelerini de dilekçeye ekleyeceğim ama her Allah'ın günü Savcılığa gidecek halim yok.

Ben sadece BİR KİŞİYİM. Bir bireyim. Sen ise sözümona bu sitenin otuzbin üyesini (Ne otuz bin ama, bu adama sadece üç-beş kişi cevap yazıyor) BANA KARŞI BASKI ARACI gibi kullanmak istiyorsun. O yüzden burayı terk etmeye niyetin yok. Dükkan iyi yerde açılmış (!)

Hitler de kendi kendine iktidara gelmedi. Onu, Almanya'nın en sevilen, en kahraman kişisi zanneden Alman halkı, büyük oy çoğunluğu ile iktidara getirdi. Şimdi kalkmış, bana Gestapo'dan, SS'lerden bahsediyorsun. Yasal haklarını kullanan bireyler, senin için faşist oluyor, sen onlara baskı yapınca, yalan yanlış sağda solda yazınca, demokrasi kahramanı oluyorsun, öyle mi?

Bu adama cevap verdikçe, kendini kahraman zannetmeye devam edecek. Geçen yıl da ben buna gra-list'de cevap yazdıkça, üye sayısı artıyordu. Aynı tas, aynı hamam.


NOT1: Düşmanımın düşmanı dostumdur, taktiği senin: ankara keçisi, nam-ı diğer yücel ünlü ile bir olup bana "senaryo aşıran" suçlaması yapıyorsun ama gtalk yazışmalarını görünce, mosmor oluyorsun. İspat edebileceğin hiç bir şey yok, çünkü üç yıldır düşmanının düşmanı olan dostun, bunun bir kelimesini bile ispat edemedi. Sadece küfredip duruyor (papaurban gibi) ve bu küfürlerinden dolayı yargılanıyor.

NOT2: Hiciv veya yerginin ne olduğunu bana mı yutturacaksın? Yaptığın şeylerin yergi sınırlarının çok ötesine geçtiğini biliyorsun. Kanun kapısı önüne düşürülmüş, adeta DGM'de yargılanan masum karikatürcü numarası yapma. Karikatür ve hiciv, senin için amaca varmak için mübah bir araç sadece.

NOT3: Genellikle gerçekten gazetecilik yapanlara bu basın kartını vermezler zaten. Gazetenin çaycısının bile basın kartı vardır ama gazetecinin yoktur. Ayrıca başvurmadım ki, alayım. Muhtemelen sendeki de gerçek sarı basın kartı değil, gazetede çalıştığını gösteren kartttır. Bende bunlardan epey var istersen sana da bir kamyon göndereyim.

NOT4: Ömer Yıldız'ın sitesini ağlama duvarına, Akdağ Saydut'un grubunu mahkeme ve şantaj salonuna çeviren sensin, ben değilim. Bir tane bile sana hitaben mesaj yazmamışken, sen yüz tane suçlayıcı ve hakaret edici mesaj yazdın, çarpıtma.

NOT5: Bu mesajı silen, ne(ler) olduğunu iyi bilir.
 
Durum
Konu kapatılmıştır.
Yukarı Alt